Konuk Yazar

KONTROLSÜZ GÜÇ, GÜÇ DEĞİLDİR...

09 Haziran 2019 Pazar 22:47
KONTROLSÜZ GÜÇ, GÜÇ DEĞİLDİR...

Bu bir seri olduğuna göre, öncelikle geride bırakılan tortuların ardından şöyle kısa bir gezintiye çıkmak hakkımız (ya da hakkım diyeyim). İlk adımın 2000’de atıldığı göz önünde bulundurulursa aradan geçen 19 yılda bu evrenin üyeleri üzerine çekilen birçok öykü ve (‘Deadpool’lar da dahil) 11 film izledik, ‘Dark Phoenix’ 12’nci hamle ve artık alışılageldiği üzere, karakterlerin geçmiş zamanları hakkında bilgi sahibi olmaya çalışıyoruz. Charles Xavier niye tekerlekli sandalyeye mahkûm, Magneto niye sistem dışı kaldı, Wolwerine nasıl pençelendi (!), Raven neydi ne oldu, Kurt’ün, Storm’un hikâyeleri nasıldı; neredeyse hepsine belli ölçülerde hâkimiz.

O eski halinden eser yok şimdi!

Peki ama ya Jean Grey? İlk başlarda Famke Janssen’in canlandırdığı, sonradan bayrağı ‘Game of Thrones’tan (Sansa Stark) da tanınan Sophie Turner’a devrettiği Grey ya da namı diğer ‘Phoenix’in öyküsünü de bu haftadan itibaren salonlarımıza uğrayan filmde izliyoruz.

Daha çok yapımcı kimliğiyle öne çıkan Simon Kinberg’in yazıp yönettiği ‘Dark Phoenix’, 70’lerde açılıyor ve yolculuk esnasında radyo istasyonlarında gezinirken kaza yapan bir aileyi görüyoruz. ‘Özel’ yeteneklere sahip kızları Jean, yaşanan elim olay sonucu Prof. Charles Xavier’in kanatları altına alınıyor ve kendi gibilerin bulunduğu okulda hayatını sürdürüyor. Öykü daha sonra 90’lara atlıyor ve NASA tarafından gökyüzüne fırlatılan bir uzay mekiğinin yaşadıklarına odaklanıyoruz; başarılı bir kalkışın ardından mekik ne yazık ki uzayın boşluğunda kendi yörüngesi etrafında döner bir duruma geliyor. Beyaz Saray’dan gelen bir telefon ve peşine sıra olaya el koyan ‘X-Men’ tayfası... Amma velakin, mürettebatın tamirle uğraşan son üyesini kurtarma esnasında Phoenix, tanımlanamayan bir kütlenin içinden geçiyor ve problemler bu noktada başlıyor. Dönüşte Grey, artık eski Grey olamıyor. Nedenini bilmediği bir dönüşümün esiri haline geliyor ve adım adım ‘gücün karanlık tarafı’na geçiyor; peşi sıra sevgilisini, arkadaşlarını, Xavier’i ve de bütün bir insanlığı karşısına alıyor.

Daha önceki ‘X-Men’ filmleri dolayısıyla da yazmıştım, bu seri yaşadığımız dönemin genel ruhuna, politik doğruculuk hassasiyetlerine en uygun ataletlere sahiptir. Mutantlar üzerinden aslında anlatılan ‘Ötekiler’in hikâyesidir. Ki bazen ‘öteki’ler içindeki ‘öteki’leri de aktaran bir yapısı vardır ‘X-Men’in. İskeleti sağlam kurulmuştur ve bazı filmlerde bu iskelet az biraz sallansa da aslı yıkılmaz ve her daim dik durmayı, yeniden ayağa kalkmayı başarır. Lakin ‘Dark Phoenix’ bence ‘X-Men’ ailesinin en zayıf halkası olmuş. Neredeyse bazı kadrajlarda görüntü bakımından fazlasıyla ‘Captain Marvel’ tadı veren bir karakter, onu canlandıran oyuncunun (Sophie Turner) bana kalırsa çok da ışıltı saçmayan performansı ama asıl olarak tanıdık limanlarda gezinen, albenisi olmayan bir senaryo.

Seneye ‘yeniler’ geliyor...

Uzayda kozmik bir varlığın etkisiyle kötüler safına geçmesi söz konusu olan bir ‘iyi’, onun kendi ruh dünyasında yaşadığı çatışma, gidip gelmeler, gücün kontrolsüzlüğü, sürekli muhafazakâr telden çalınan ‘aile bağları’ vurgusu ve “Beni ben yapan duygularımdır” türü bir klişe... Kendilerine yurt ararken gözünü Dünya’ya dikmiş kötü uzaylılar (ki başlarında, Jessica Chastain’in canlandırdığı son derece ‘ruhsuz’ bir karakter olan Vuk var) da cabası.

Serinin önceki adımlarındaki hınzırca bakış, esprili yaklaşım ve özellikle öyküler 70’lerde ya da 80’lerde gezinirken perdeyi saran nostaljik tatlar; bunların hiçbiri ne yazık ki ‘Dark Phoenix’te yok. Prof. Xavier’in iyilik yapma adına gerçeklerle oynaması ve sonrasında yaşadığı hesaplama filmin az sayıdaki erdemlerindendi. ‘Kozmik’ varlığının tanımsız kimliği de fena fikir değildi sanki; bir de ‘X-Women’ vurgusunu beğendim.

Neyse, gelecek yıl ‘X-Men’ kabuk değiştiriyor ve ‘The New Mutants’ta yepyeni karakterlerle buluşacağız. O halde o biricik klişemize bir kez daha başvuralım: ‘Önümüzdeki maçlara bakalım’ derim... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/08.06.2019)



Diğer Yazılar