Konuk Yazar

‘KAMÇILI ARKEOLOG' HÂLÂ DİMDİK AYAKTA...

02 Temmuz 2023 Pazar 18:00
‘KAMÇILI ARKEOLOG' HÂLÂ DİMDİK AYAKTA...

Yıl 1944, Naziler için sonun başlangıcına dair emareler belirmiştir. Avrupa’nın dört bir yanından çalınmış hazinelerle dolu tren Berlin’e doğru yola çıkacaktır. Emanetler arasında üzerinde İsa’nın kan izlerinin bulunduğu Longinus’un Mızrağı da vardır. Arkeolog Harry Jones, namıdiğer ‘Indiana Jones’ da bu kıymetli parçaların peşindedir. Üstelik bu uğraşta İngiliz meslektaşı Basil Shaw da ona eşlik etmektedir. Sonrasında aslında trende daha büyük bir emanetin olduğunu fark ederler; Arşimet’in zaman düzeneği olan Antikythera... Bu kıymetli hazine Nazi fizikçi Jürgen Voller’in elindedir ve kadranı Hitler’e götürüp savaşın seyrini değiştirmek niyetindedir. Lakin Indiana Jones, duruma el koyar... Ve öykü 1969’a atlar. New York’ta ucuz bir apartman dairesinde yaşayan Dr. Jones, ders verdiği üniversiteden emekli oluyordur. Başından geçen trajik vaka sonucu sevdiceği Marion’dan ayrılmış, kendini içkiye vermiştir. Derken ortaya vaftiz babası olduğu Helena çıkar. Bu deli dolu varlık, Basil Shaw’ın kızıdır ve peşinde birtakım karanlık güçler vardır. Sonrasında mesele anlaşılır; Neil Armstrong ve arkadaşlarının Ay’a ayak basma hamlesinde parmağı olan ve artık Amerikan kimliği taşıyan Voller, hâlâ Arşimet’in kadranının peşindedir. Gelişmeler sonucu Dr. Jones ve Helena aynı hedefler uğruna mücadele etmek durumunda kalırlar. Peşlerinde birtakım Nazi kırıntıları, ABD’den Fas’a, oradan Yunanistan’a ve akabinde Sicilya’ya uzanan zorlu bir serüven onları beklemektedir.
Steven Spielberg’ün kariyerindeki en önemli halkalardan biri olan ve ona atfedilen ‘çocuksu sinema’nın en belirgin adresi niteliğini taşıyan ‘Indiana Jones’ serisinde yeni bir aşamadayız. Geçmiş hikâyesi dört bölümden oluşan bu zincirin yeni halkası niteliğindeki ‘Indiana Jones ve Kader Kadranı’ (Indiana Jones and the Dial of Destiny), giriş özetinde de belirttiğim üzere ana arter olarak iki ayrı zaman diliminde geçiyor (ki sonlara doğru bir başka zaman daha öyküye eklemleniyor). 1944’te Naziler döneminde inşa edilen ilk bölüm yaklaşık 20-25 dakika sürüyor. Eski bir eleştirmen tabiriyle ‘dur durak bilmeyen’ bir geçiş bu. Amerikan uçaklarının bombardımanı sonrası hareket eden tren, Indiana Jones’un Nazi birliğine karşı tek başına verdiği mücadele derken sonrasında New York’ta, ‘Soğuk Savaş dönemi’nin uzay yarışı esnasında bir geçit töreninde buluyoruz kendimizi. Bir yanda ‘Ay’a çıkmanın verdiği gurur, öte yanda Vietnam savaşı dolayısıyla yükselen anti-militarist gösteriler ve bu ortamda birden suçlu konumuna yükselen Dr. Jones’un CIA destekli bir operasyondan paçasını kurtarma çabası...

Bu arada unutmadan; bu Spielberg’süz ilk ‘Indiana Jones’ filmi ve kamera arkasında James Mangold var. Özellikle hüzünlü polisiyesi ‘Cop Land’le tanıyıp sevdiğimiz deneyimli sinemacı, gerek 1944’teki giriş kısmında gerekse New York’taki kaçıp kovalamaca cephesinde ustalığını konuşturuyor. Öte yandan film Tanca’ya (Fas) atladığında öyküye Helena’nın minik ortağı Teddy de dahil oluyor ve tablonun çizgileri netleşiyor.

Mangold’un yanı sıra Jez Butterworth, John-Henry Butterworth ve David Koepp gibi isimlerden oluşan senaryo grubu, baştan sona ‘Indiana Jones’ gibi büyük bir çınarı, geçmişten kimi hâtıralara göndermelerle, yeniden inşa etme amacı taşımışlar... Örneğin Helena ve Teddy ‘Indiana Jones and the Temple of Doom’daki Willie Scott (Kate Capshaw) ve Short Round’un (Key Huy Quan) yeni versiyonları... Nitekim kimi aksiyon sahneleri, Dionysos Mağarası’ndaki börtü böceğin çıktığı kısımlar, hepsi ‘Kamçılı Adam’ın ruhunu göndermeler eşliğinde bir kez daha ayağa kaldırmak üzere yapılmış hamleler...

İzlemek bir ‘vefa borcu’

Maceraperest bir arkeolog olan Indiana Jones’un yaratıcısı George Lucas’tı, onu sinemaya taşıyan ise en yakın arkadaşı Steven Spielberg oldu. Gişede can çekişmeye başlayan bir sanatı ayağa kaldıran bu genç yaratıcı, başlarda ‘büyümeyen bir yönetmen’ prototipi çizerken seyircisini hayal dünyasına taşıyan öncelikle karakterlerinden biri de Dr. Jones’tu. 1930’lu yılların ‘seriyaller’indeki aksiyon kahramanlarının modern sinemadaki karşılığı olan bu gözü pek arkeolog bazen arkasından yuvarlanan koca bir kayadan kurtulmayı, bazen hızla geçen bir kamyonun altına girmeyi, daha çok da insanlığın baş belası Nazilerin hakkından gelmeyi biliyordu. James Mangold’un filmi ‘Indiana Jones ve Kader Kadranı’ysa Spielberg estetiğini, mantığını, aksiyon tadını (John Williams’ın o unutulmaz tema müziğiyle birlikte) yeniden ayağa kaldırmış. Bilgisayar teknolojisi yardımıyla 81 yaşındaki Harrison Ford’u da görüntü anlamında yeniden eski günlerine götüren filmin bence başardığı en önemli yan, hedeflediği nostaljik rüzgârı fazlasıyla estirmesi. Keza Helena rolündeki Phoebe Waller-Bridge’le de Ford çok iyi bir kimya tutturmuşlar. Nazi fizikçi Voller’de Mads Mikkelsen, usta dalgıç Renaldo’da Antonio Banderas, minik Teddy’de Ethann Isidore, Basil Shaw’da Toby Jones, Albay Weber’de de Thomas Kretschmann çemberi tamamlayan isimler olmuş.

‘Indiana Jones’ karakteri birkaç kuşağı eğlendirdi, geçmiş dönem izleyicisinin sinemada aradığı o çocuksu tadın karşılığı oldu. Artık o kuşaklar yok, yeni kuşaklar ve onları yeni eğlenceleri, kahramanları var. ‘Kader Kadranı’ bizim gibi artık ‘dinozor’laşma yolundaki belli yaşın seyircisine sesleniyor ve gönlümüzü çelmeyi başarıyor. Genç izleyici için bir şey diyemem ama vakti zamanında Indiana Jones’u seven herkesin bu film için salonların yolunu tutması bir vefa borcudur diye düşünüyorum...

UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/01.07.2023)



Diğer Yazılar