Konuk Yazar

İNSANLIĞIN BAŞI BİR KEZ DAHA SAĞ OLSUN

22 Haziran 2019 Cumartesi 22:03
İNSANLIĞIN BAŞI BİR KEZ DAHA SAĞ OLSUN

En son mart ayında Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen Müslümanlara yönelik katliamın acısı yüreklerde ve vicdanlardaki yerini bütün hüznüyle korurken bu haftanın yenilerinden ‘Hotel Mumbai’ de yakın tarihten din bazlı bir başka acının tasvirine soyunuyor. Hatırlanacağı gibi 26 Kasım 2008 gecesi Mumbai’nin (Bombay) birçok bölgesinde eşzamanlı olarak başlayan terör eylemleri toplam dört gün sürmüş ve bu süre zarfında 174 kişi hayatını kaybetmiş, 300’den fazla insan da yaralanmıştı.
Avustralyalı Anthony Maras’ın imzasını taşıyan yapımsa, bu eylemlerin ünlü Taj Mahal Palace Oteli’nde gerçekleşen bölümüne odaklanıyor. Yönetmenin, John Collee’yle birlikte kaleme aldığı senaryo, kanlı vakanın izlerinde gezinirken öyküsünü birkaç ana karakter etrafında aktarıyor: Amerikalı mimar David’le eşi, Hint kökenli zengin kızı Zehra, bakıcıları Sally, Rus iş insanı Vasili, otel çalışanı Arjun, Hintli mutfak şefi Oberoi ve de dört cihatçı terörist...

 

Karakterlere eşit uzaklıkta...
‘Hotel Mumbai’, 10 genç teröristin (Pakistan’dan kim olduğunu bilmediğimiz bir yöneticiden) aldıkları talimatlar doğrultusunda bir botla Mumbai’ye gelmeleri ve buradan eylemlerini gerçekleştirecekleri noktalara dağılmalarıyla açılıyor. Öykü paralel biçimde Arjun, şef Oberoi ve Zehra-David çiftine yakın plan yaparak bize onları tanıtıyor ve nihayetinde Imran, Abdullah, Houssam, Rashid adlı eylemcilerin oteli basmasıyla birlikte hepsinin yolları bir şekilde kesişiyor.
Mumbai’deki terör saldırılarında şehrin polis gücü yetersiz kalmış, operasyon düzenlemesi gereken özel harekâtçılar Yeni Delhi’den uzun bir süre sonra gelebilmiş, bu süre içinde teröristler birçok kişinin canına kıymıştı. Anthony Maras’ın filmi bu meselenin altını da çizerken “Misafir (müşteri) Tanrı’dır” ilkesi etrafında hizmet veren Taj Mahal Palace personelinin otelde kalan ve sığınanların hayatlarını kurtarmak için gösterdiği çabaya vurgu yapıyor. Bu tür felaket filmleri, konu itibariyle özellikle üçüncü dünya ülkelerinde geçiyorsa beyazların hayatlarına özel bir ilgi gösterir. ‘Hotel Mumbai’, bu konuda daha dengeli bir yapıya sahip. Ana karakterlerinden sadece şef Hemant Oberoi’nin gerçek, diğerleri ise kurgusal olduğu filmde beyazlara özel olarak ‘kahraman’lık payesi biçilmemiş (bu arada teröristlerden birinin ailesiyle telefonla görüşme sahnesi katilleri ‘insanileştirdiği’ için kimi yabancı eleştirmenlerce pek hoş karşılanmamış).

Dokümanter görüntülerle destekli...
‘Kâfirler’i öte dünyaya yollayan teröristlerin acımasızlıkları ve ölüm korkusuyla hareket eden kurbanların açmazları... Yönetmen Maras, zaman zaman dokümanter görüntülerden (bu arada filme ilham kaynağı olan bir belgesel var; ‘Surviving Mumbai’) yararlanırken, gerilimi bizatihi kanlı eylem sahneleri vasıtasıyla sağlamış. Film bütün bu bölümlerde seyircisini gerim gerim geriyor. Yerel polisin yetersizliğinin yanı sıra deneyimsizliği ve beceriksizliği, otelin dışında çaresizce olan biteni izleyen ve içerideki yakınlarının akıbetini merak eden halk, canlı yayın araçları vs. derken ‘Hotel Mumbai’ gerçekçi çizgilere sahip bir film olmuş.
Oyunculuklara gelince: Sih otel görevlisi Arjun’da Dev Patel, Amerikalı mimar David’de Armie Hammer (bu kez fazlaca Kıvanç Tatlıtuğ’u andırıyor), Zehra’da Nazanin Boniadi gayet iyiler. Jason Isaacs’ın performansında sorun yok ama bir Rusu andırmadığı kesin. Kadronun en iyisi ise şef Oberoi rolündeki Anupam Kher.
 

Birlikte yaşamaktan başka çare yok...
Artık ne yazık ki bu türden sonsuz sayıda olaya şahit olduğumuz bir dünyada yaşıyoruz. Elbette ‘Hotel Mumbai’yi Yeni Zelanda’daki katliamın ardından izlemek, doğrusu insanı farklı duygular içine itiyor. Kendi cennet idealleri için yeryüzünü cehenneme çevirenlerin inançları ne kadar farklı görünürse görünsün, aslında birbirleriyle birinci elden akrabalar... Ve onların vahşetleri bizi her seferinde, ‘İnsanlığın başı sağ olsun’ noktasına taşıyor. Naifçe bir dilek olacak biliyorum ama yine de altını çizelim: Çokkültürlü bir dünyada bütün inançların, birlikte, farklılıkları hoş görerek, iç içe geçerek yaşamaktan başka çaresi yok. Zaten başka seçenek de yok... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/22.06.2019)



Diğer Yazılar