EVDEKİ 'BÜYÜK BİRADER'...
Curtis bir pazarlama şirketinde yöneticidir. Yeni müşterileri ondan ileri teknolojiye sahip yapay zekâ ürünü bir tasarımın tanıtımını talep ederler. Hatta bir tür ev asistanı olan bu gelişmiş tasarımı test etmesi için ona da verirler. AIA adlı bu ilginç ürün çok geçmeden Curtis, eşi Meredith ve üç çocuğu Iris, Preston ve Cal’ın hayatlarını kolaylaştırır. En büyük yardımcıları olur ve onlara her konuda çözüm üretir. Ev hayatları bu yeni ‘üye’yle birlikte büyük bir seviye atlamıştır. Lakin belli bir aşamadan sonra AIA’in dayatmacı yanı ortaya çıkar ve sorunlar baş gösterir...
Geçmişteki tanımıyla ‘robotlar’ın, şimdiki zaman ifadesiyle ‘yapay zekâ’nın hayatımıza karıştıktan sonra bizi, yani insanlığı nereye götüreceği, bilindiği gibi, özellikle bilimkurgunun çok eskiden beri ana konularından. Bu tasarımlar çok iyi bir yardımcı mı olacak yoksa hayatımıza hükmederek her şeyi ele mi geçirecekler? Önce edebiyatta işlenen bu sorunsal daha sonra bu kulvarda ses getirmiş yapıtların sinema uyarlamalarıyla çok daha geniş kitlelerin ilgi alanına girdi ve doğal olarak fazlasıyla tartışılan bir meseleye dönüştü.
DİSTOPİK GERİLİM
Teknolojinin insanlığın gidişatına yapacağı dokunuşları distopik bir bakış açısıyla ele alan ve bu yolla germeye çalışan bir film...
Sinema üzerinden gidersek mesela Stanley Kubrick’in ‘2001: Uzay Yolu Macerası’nda (2001: A Space Odyssey) HAL 9000 adlı devasa bir bilgisayar kontrolü ele geçirmek için çabalıyordu. Kubrick’in çekmek istediği ama nihayetinde Steven Spielberg’e nasip olan ‘Yapay Zekâ’da (A.I.) ise tıpkı bir insan evladı gibi sevgi ve şefkat açlığı çeken çocuk görünümlü bir robotun yaşadıkları anlatılıyordu.
Yedinci sanatın bu konudaki adımları uzun bir sürecin ifadesi elbet ve yolu bu güzergâhtan geçen çok sayıda yapım izledik. Eşini ve çocuklarını kaybettikten sonra onların yokluğunu ‘Replikalar’ (insansı modeller) yoluyla gidermeye çalışanlar (Keanu Reeves’li ‘Replicas’), aradıkları ‘Mesih’i bir çocuk robotta bulmaya çabalayanlar (Yaratıcı/ The Creator) vs. söz konusu meseledeki upuzun sinemasal koridorda akla gelen kimi örnekler...
Girişte konusunu özetlediğim, bu hafta vizyona giren ‘Sizi Dinliyor’ (AfrAId) da bir ailenin hayatına dahil olurken önce sempatik ve iyiliksever yüzünü gösteren, ardından da içindeki ‘kötü’yü kusan bir ‘yapay zekâ’nın yaşattığı zulme (!) odaklanıyor.
Son dönemde aile içinde kendine kimlik arayan ‘yapay zekâ’ temsilcilerini anlatan iki yapım öne çıkıyordu. Bunlardan ilki meselenin felsefi ve psikolojik uzantılarında dolaşan ‘Yang’dan Sonra’ydı (After Yang). Kogonada’nın imzasını taşıyan çalışmada bir robotun varoluşsal problemleri kadar bellek, kayıp giden bir varlığın yokluğu, aile olgusu gibi unsurlar işleniyordu. ‘Sizi Dinliyor’ ise daha çok ‘Megan’ı (M3GAN) andırıyor. Gerard Johnstone imzalı bu yapımda ailesini kaybeden küçük bir kıza arkadaş olması için tasarımcı teyzesi yapay zekâya sahip bir oyuncak robotu sahaya sürüyordu. Ne var ki ‘M3GAN’ (Model 3 Generative Android) adlı bu tasarım yoldan çıkacak ve bir terör makinesine dönüşecekti.
Chris Weitz’ın yapıtı, teknoloji bağımlısı günümüz insanı üzerinden bir gerilim hikâyesi anlatıyor.
Portföyünde kardeşi Paul’le birlikte kotardıkları enfes komedi ‘Bir Erkek Hakkında’ (About a Boy), pek beğenilmeyen ‘Altın Pusula’ (The Golden Compass) ‘Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay’ (The Twilight Saga: New Moon) ve ‘A Better Life’ gibi çalışmaları olan Chris Weitz’ın yazıp yönettiği ‘Sizi Dinliyor’, eve dahil olup İngiliz yazar George Orwell’in ‘Büyük Birader’i tavrıyla takılan ve ‘Biri sizi hem dinliyor hem de gözetliyor’ refleksindeki bir yapay zekâya odaklanıyor. Bu arada filmin ‘M3GAN’ı andırması normal çünkü iki film de aynı yapım şirketinin (Blumhouse) ürünü.
FİNALİ FARKLI KABUL EDİLEBİLİR
Öte yandan Chris Weitz’ın yapıtı sanki daha entelektüel, daha felsefi sorunlara da kulak kabartıyormuş gibi yapıyor ama bir noktadan sonra teknoloji bağımlısı günümüz insanı profilleri üzerinden bir gerilim hikâyesi anlatmaya koyuluyor.
Ailenin babasında John Cho’yu (kendisini yeni dönemin ‘Uzay Yolu’nda Mr. Sulu olarak hatırlıyoruz), annede Katherine Waterston’ı, ergen kızları Iris’te Lukita Maxwell’i izlediğimiz yapımda ben en çok eski dost, Andrey Konchalovskiy’nin ‘Maria’nın Aşkları’ndan beri unutamadığımız Keith Carradine’le (burada Curtis’in patronu Marcus’u canlandırıyor) tekrar buluşmamıza sevindim.
Chris Weitz’ın yapıtı kimi çekici adımlarla başlıyor ve hikâyesi sizi önce içine çekiyor ama belli bir noktadan sonra tanıdık meselelerin kapısını çalıyor. Belki ‘teslimiyetçi’ finali farklı kabul edilebilir. Teknolojinin hayatlarımıza ve insanlığın gidişatına yapacağı dokunuşları ‘distopik’ bir bakış açısıyla ele alan ve bu yolla germeye (korkutmaya) çalışan bir film ‘Sizi Dinliyor’. Bu tür konular ilginizi çekiyorsa
en azından belli bölümleriyle sizi memnun edebilir... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/31.08.2024)