‘DUNE’ DÜNDE KALMIŞ CANCAĞIZIM!
Yıl 10100’lerin sonu... Atreides Hanedanı galaksinin en değerli maddesi olan baharatın üretildiği Arrakis’in yönetimini kendi üzerlerine geçirmek için gittikleri seferde, Harkonnen Hanedanı tarafından yok edilir. Bu eylemde Dük Leto Atreides öldürülürken eşi Leydi Jessica ve oğlu Paul kurtulur ama hayat onları zorlu bir gelecekle baş başa bırakır. Çok geçmeden ikili çölün sakinleri Fremenlerin safına geçer ve bütün bir sistemin yöneticisi konumundaki İmparator güçlerine karşı direnişe katılır.
Frank P. Herbert’ın altı yılda tamamladığı ve 1965’te basılan ‘Dune’ serisini geçmişte ilk olarak çizgidışı yönetmen Alejandro Jodorowsky sinemaya uyarlamak istemişti. Fakat projenin altından kalkılamamıştı. Peşi sıra David Lynch, 1984 tarihli yapıtıyla ilk adımı attı ve romanı perdeye taşıdı. Film beğenilmedi. Nihayetinde Denis Villeneuve bir seri hamlesiyle önce ilk kitabı ikiye böldü ve 2021 yapımı ‘Dune’la karşımıza çıktı. Şimdi de sahne sırası ‘Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki’de (Dune: Part Two). Bu bölümde Bene Gesserit (Paul’ün annesinin de dahil olduğu dini bir tarikat) olarak bilinen Atreides kadınlarının Paul için çizdikleri ‘Kwisatz Haderach’ olma, yani bir nevi ‘Mesih’e dönüşme süreci aktarılıyor. Diğer taraftan yanlarına sığındıkları Fremenlerin başındaki Stilgar da benzer rolü Paul’e yüklüyor ve kendi dillerindeki seçilmiş kişi ismiyle, yani Usul Muad’Dib’le bu genç insanı buluşturuyor. Bu tür inanışlara sahip olmayan genç savaşçı Chani bir yandan Paul’e âşık oluyor, öte yandan onun dinsel kimliğine karşı çıkıyor. Baharat işinin yönetimini üstlenen Harkonnen’lerden acımasız Baron Vladimir ise iki sadist yeğeninden Rabban’a ‘baypas’ yaparak ‘gelecek vaat eden’ psikopat Feyd-Rautha’yı İmparator’un yerine geçirmeyi planlıyor. İmparator’un stratejisiyse farklı. O da giderek güçlenen Usul ‘Paul’ Muad’Dib’le kızı Prenses Irulan’ı evlendirmek, böylece hem muhalefeti susturmak hem de saltanatı güçlendirmek istiyor.
Görüldüğü gibi seri, iktidar savaşları, hanedanlar arası mücadele, ezilenler, başkaldıranlar, inançları sömürülerek kullanılanlar ve bütün bu toplulukların aradığı bir ‘kurtarıcı’ gibi limanlarda geziniyor. İlk filme ilişkin eleştirimde de belirtmiştim, ‘Dune’ öncü bir roman ve zamanında okuyan herkesin dimağına kendi içinde kurulmuş bir evrenin anahtarını sunmuş ve ardından gelenlere ilham kaynağı olmuş. Bunlardan birinin de ‘Star Wars’ serisi olduğu bir sır değil. Mesela Paul’le Luke Skywalker’ı, Gurney Halleck’le Han Solo’yu eşleştirmek mümkün! Zaten ikinci filmi de izleyince ‘vizyoner’ yönetmen Denis Villeneuve’ün tamamıyla kendi ‘Star Wars’unu yaratmak için çabaladığına ikna oldum (ki bunu hemen herkes kabul edecektir sanırım). Bence problem burada başlıyor. Sinema artık çok eski bir sanat. Tabii ki henüz ölmedi, ölmeyecektir de. Ama yaşınız biraz bu sanatın özellikle eski zaman koridorlarında yeterince dolaşmış rakamlarda seyrediyorsa bu tür hamleler sizi ne yazık ki heyecanlandırmıyor. Dahası bu tür adımların neden bu kadar abartıldığını tam olarak anlayamıyorsunuz. Baktım, içeride ve dışarıda bu ikinci adım çoklarınca ‘başyapıt’ olarak ele alınmış. Kuşak farkı var, her nesil kendi sözcüsünü, kendisinin ifade edildiği yapıtları arıyor. Herkes farklı romanları, şarkıları, filmleri seviyor. Bunu anlıyorum ama nihayetinde şu noktayı da sanki gözden kaçırmamak lazım: Ünlü TRT yarışmasında olduğu gibi: “Bu harf söylenmişti!” Hem de defalarca...
Öte yandan ‘Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki’nin teknik yanlarının, görüntü yönetmeni Greig Fraser imzalı kadrajlarının, yapım tasarımcısı Patrice Vermette’in dokunuşlarının çok başarılı olduğunu söylemeliyim. Keza büyük usta Hans Zimmer’ın müziğinin de...
Lord Voldemort’u hatırlatıyor
Bu arada filmin dolaştığı duraklara dönersek sömürgecilik, sisteme başkaldıran Fremenlerin düzenli orduya yönelik gerilla taktikleri, bir yandan körü körü inanca ilişkin mesajlar derken evet, ‘Dune 2’nin ilk adımda da kimi öncüllerini gördüğümüz ideolojik bir tabanı var. Ama yönetmen Villeneuve’ün tıpkı Christopher Nolan’da gördüğümüz üzere kendi varlığını öne çıkarma çabasıyla dolu yönetmenlik stili, bütün bu siyasi referansları yüzeysel okumaların ötesine taşıyamıyor. Gelinen noktada Paul Atreides seçilmiş kişi, gerilla, politik bir figür, âşık gibi çokkimlikli bir yapıya sahip, aynı zamanda babasının intikamını almak için çabalıyor. Öykü bize bir yandan onun bir Makyaveliste dönüştüğünü de söylemek istiyor gibi ama film kitlelerin onu kahraman olarak algılama çabasına daha çok yaslanıyor.
Performanslara gelince; birçok yabancı eleştirmen Paul karakterinin, Timothée Chalamet’nin artık büyüdüğünü gösteren bir sınava dönüştüğünü yazmış ama ben baştan beri onun bu role oturmadığı kanısındayım. Chani’de Zendaya gayet iyiydi. Psikopat Feyd-Rautha’da Austin Butler ‘Harry Potter’daki Lord Woldemort’u (Ralph Fiennes) hatırlatır bir surette karşımıza geliyor.
Sonuçta Denis Villeneuve’ün George Lucas ve Ridley Scott’ın izlerini takip ettiğini gösteren bu seri son derece çekici görsel bir oyun alanı. İlk adım öncesi David Lynch’in çektiği 1994 tarihli yapımı izlemiştim. ‘Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki’yi gördükten sonra hâlâ aynı fikirdeyim; o film bana daha çok hitap ediyor. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/ 02.03.2024)