DEVRİMİ HEM ANNESİNE HEM DE TÜM DÜNYAYA ANLATMIŞTI
Artık ömrünü tamamlamış, çürümeye yüz tutmuş kurumlarıyla ayakta durmaya çabalayan ama bunu başaramayacağı aşikâr olan bir imparatorluk... Sürekli geri çekilen, geçmişte sahip olduğu toprakları kaybeden ve nihayetinde düşman işgaline uğramış bir yapı... Bu zorlu günler içinde kurtarıcı kimliğiyle öne çıkan, eski sistemin açmazlarını bilen ve yeni bir yol haritası, yeni bir rejim öneren ve önerdiklerini gerçekleştiren bir lider... Yakında kuruluşunun 100’üncü yılını kutlayacağımız Cumhuriyet’i inşa eden haykırışın en önemli kilit taşı konumundaki Mustafa Kemal, bu özel yıl dolayısıyla gölgesini sinemamıza da düşürüyor. Sözün özü, odağına Atatürk’ü alan filmleri izlemeye başlıyoruz; bu halkanın ilk adımı niteliğindeki ‘Zübeyde, Analar ve Oğullar’ da bu hafta vizyonda...
Ulu Önder’in annesi Zübeyde Hanım’ın öyküsü eşliğinde gelişen bir çerçeveye sahip söz konusu yapım,
Selanik’te başlayıp İstanbul’a taşınan, son noktası İzmir’de koyulan, içinde acıyı, trajediyi barındıran, hasretin çokça öne çıktığı bir ana-oğul ilişkisinin ifadesi aynı zamanda.
En gerçekçi Atatürk
Yönetmenliğini Cenk Yaz’ın üstlendiği, senaryosunu da İlber Tekinsoy’un kaleme aldığı yapım, geniş bir zaman diliminde ve yelpazede gezinirken Zübeyde Hanım’la oğlu Mustafa Kemal’in hayatlarındaki önemli dönemeçleri not düşüyor ve arka planda da yıkılan imparatorluğun yerine filizlenen Cumhuriyet’in ilk adımlarından kimi kesitleri de aktarıyor.
Geçmiş örnekler de göz önüne alındığında Atatürk’e ilişkin çekilen filmler onu üzerindeki haleden kurtaramadan perdeye taşıyan hamlelerdi. Evet, Mustafa Kemal mükemmel bir liderdi ve yaşadığımız dünyada her geçen gün önemini bir kez daha idrak ediyoruz ama nihayetinde insandı ve hayatı, yaşadıkları perdeye taşınırken doğru çizgilere oturtulmuş portresine, düşe kalka geçtiği yolları yansıtan öykülere ihtiyaç vardı hep. Bundan önceki adımlarda bu tür özellikler çok az yansıdı ekrana. ‘Zübeyde, Analar ve Oğullar’ın başardığı en önemli refleks, sanırım ‘ölçülü hamaset’i ve öne çıkan iki karakterini samimi bir şekilde yansıtmaya çabalaması olmuş. Lakin elbette film geniş zaman dilimini taradığı ve büyük bir hayat hikâyesinden öne çıkan dönemeçleri not olarak düşürmeyi hedeflediği için derinleşmiş profillere ulaşamamış.
Yine de dinine bağlı bir aileden gelen Zübeyde Hanım’ın oğlunu dini eğitim veren bir kuruma teslim edişi, buradaki şiddete dayalı sisteme itiraz eden küçük Mustafa’nın isyankârlığı, oğulları Ömer ve Ahmet’in Selanik’i kasıp kavuran kuşpalazı salgını sonucu hayatlarını kaybetmeleri, Abdülhamid döneminin baskıcı atmosferi, her yeri saran hafiyeleri, keza Mustafa Kemal’in annesinin ikinci evliliğine itirazı ve ergen halleri, Enver Paşa’nın Sarıkamış’ta onca Mehmetçik’in hayatına mal olan hatalı hamlesi, Çanakkale cephesinde şarapnel parçası nedeniyle yaralanması ve kurtarıcı görevini üstlenen cep saati, Liman von Sanders’le buluşmaları gibi ayrıntılarla film kimi önemli duraklara uğruyor. Ben Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule’nin trenle Selanik’ten İstanbul’a geliş yolculuklarında Nâzım Hikmet’e yapılan göndermeyi de zarifçe buldum. Evde askeri okuldan arkadaşlarıyla ülkenin gidişatına ilişkin serzenişlerini belirttikleri sahnede sarf ettiği “Annene anlatamadığın devrimi yapamazsın” sözü de filmin ilgiye değer yanlarındandı.
Oyunculuklara gelince; Zübeyde Hanım’da Aslıhan Güner iyi bir performans ortaya koymuş. Mustafa Kemal’in büyüklüğünü canlandıran Alican Yücesoy ise fizik olarak Atatürk’e çok benziyor ve bu kimlik adeta üzerine yapışmış gibi duruyor. Geçmişte de Ulu Önder’i canlandıran (‘Son Osmanlı Yandım Ali’ filmindeydi) başarılı aktör, sanırım sinema tarihimizin en gerçekçi Atatürk’ü olarak kayıtlara geçecek. Keza Emre Kınay, Ragıp Efendi’de; Devrim Nas da Ali Rıza Efendi’de başarılı portrelere imza atıyorlar.
Sonuç; ‘Zübeyde, Analar ve Oğullar’ aynı zamanda görsel bir tarih dersi niteliğinde. Hafıza tazelemek ve bu özel portrelerin hayatlarından kimi ayrıntılara vâkıf olmak için salonun yolu tutulur derim... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/14.10.2023)