Konuk Yazar

DARBECİLERE KARŞI OMUZ OMUZA...

10 Ekim 2022 Pazartesi 20:14
DARBECİLERE KARŞI OMUZ OMUZA...

Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1930’ların başı... Cepheden bir gözünü bırakarak dönen Dr. Burt Berendsen’le yüzünün bir kısmını kaybeden Harold Woodman’ın bu eksikliklerini telafi eden çok önemli bir kazançları vardır; sonsuza kadar sürdürecekleri dostlukları... İkili savaş alanında kendilerine sahip çıkan komutanları General Bill Meekins’ın ani ölümüyle sarsılır. Peşi sıra ‘müteveffa’nın kızı Liz Meekins onlara babasının öldürüldüğünü söyler. Yapılan otopsi Liz’i doğrularken (general zehirlenmiştir), çok geçmeden kızcağız da
bir arabanın altına itilerek devre dışı bırakılır. Üstelik bu cinayet Berendsen-Woodman ikilisine fatura edilir. Sıkı dostlar bir yandan suçsuzluklarını kanıtlamak için mücadele ederler, öte yandan eski günlere uzanırlar...

‘Flirting with Disaster’, ‘Silver Linings Playbook’, ‘American Hustle’ ve ‘Joy’ gibi yapıtlarıyla tanıdığımız David O. Russell’ın son çalışması ‘Amsterdam’ genel karakteri itibariyle siyasi bir hiciv. Film, 1933’te yaşanmış, çok az bilinen bir siyasi entrikayı ve darbe hamlesini perdeye aktarırken ön plana üç Amerikalı arasındaki dostluğun sarsılmaz bağlarını koyuyor.

Yazının girişinde bahsettiğimiz ikilinin karşılaştığı komplonun ardından öykü savaş dönemine geri dönüyor ve burada yaralı askerlerin tedavi gördüğü Fransız hastanesinde Berendsen ve Woodman’ın hayatlarına dahil olan hemşire Valerie’yle tanışıyoruz. Genç kadın özel olarak ilgilendiği bu iki hastadan Woodman’a âşık oluyor. Sonrasında Berendsen’in yiten gözünün yerine yapay bir uzuv taktırmaya, Amsterdam’da bu tür vakalar için kurulmuş olan ve biri ABD’li, diğeri İngiliz iki işletmecinin sahibi olduğu merkeze gidiyorlar. Operasyonun ardından üçü de bu kente sevdalanıyor ve uzun süre burada kalıyorlar. Sonrasında Valerie’nin sırra kadem bastığını görüyoruz...

‘Amsterdam’ bu üç Amerikalının hafif bohem takılırken filizlenen dostluk günlerinden tekrar 1930’lara döndüğünde baba-kız Meekins’ları öldüren çetenin peşine düşülüyor ve ikilinin yolu Tom ve Libby çiftinin malikânesine uzanıyor. Düğüm daha da karışık bir hal alırken Tom’un Valerie’nin abisi olduğu anlaşılıyor. Bu esrarengiz kadın kaldığı yerden ikilinin hayatına katılırken arka plandaki büyük resim de iyice şekilleniyor: Birtakım işinsanlarının desteğiyle oluşturulan ‘şer odakları’ darbe yapıp pasif gördükleri Roosevelt’i iktidardan indirmek gayretindedir...

‘Amsterdam’ yönetmen David O. Russell’ın eski yapıtlarından ‘American Hustle’ı andıracak bir biçimde üçlü ana karakter etrafında örülen bir öyküye sahip. Lakin film zamanla birçok yan karakterle dallanıp budaklanıyor. Bu aşamada da
Russell’ın kaleme aldığı senaryo dağıldıkça dağılıyor. Doktor, hemşire ve avukattan oluşan ‘trio’nun bohem dönemi, Fransız Yeni Dalga akımının kimi yapıtlarını andırıyor.

Sarkastik ton iyice artıyor

Hikâye tekrar ABD’ye taşındığındaysa sarkastik ton iyice artıyor ve genel hava abartı çizgisine kayıyor. Savaş gazileri için önemli bir lider konumundaki General Dillenbeck, darbeci kanadın kendi saflarına çekerek eylemlerini daha sağlam bir zemine oturmak için yararlanmayı düşündükleri kişi. Bu karakterin ilham kaynağıysa 1934’te darbe girişimine ilişkin bilgilerini mahkemeye sunan ve Mussolini, Hitler gibi dönemin faşist liderlerinin örnek alınmasını isteyen işinsanlarının komplosunu ifşa eden General Smedley Butler.

‘Amsterdam’ın aslında kâğıt üzerinde önemli bir hedefi var; o günlerden bugünlere bakarak olası faşizm ve diktatörlük heveslilerinin bitmez tükenmez çabalarına dikkat çekmek. Bu gayretin nedeni tabii ki ‘Donald Trump dönemi’ni ve deneyimini yaşayan Amerikan kamuoyunu uyarmak. Lakin film bütün bu derdini aktarma meselesinin çıtasını o denli aşağıda tutuyor ki, özellikle finaldeki açıklama bölümü ne yazık ki ‘For Dummies’ (Aptallar İçin) serisine yeni bir ek gibi duruyor.

Oysa filmin mesela oyunculuk anlamında bir problemi yok: Başta ana üçlüyü canlandıran Bale, Robbie ve Washington olmak üzere Rami Malek, Anya Taylor-Joy, Alessandro Nivola, Andrea Riseborough, Chris Rock, Matthias Schoenaerts, Michael Shannon, Mike Myers, Taylor Swift ve de Robert De Niro’dan oluşan son derece güçlü bir kadrosu var. Ama ‘Bakın bu işler sonuçta böyle noktalara çıkıyor’u didaktik bir halde sunan senaryo, filmin bütün avantajlarını kötü kullanıyor. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/ /08.10.2022)



Diğer Yazılar