BURASI TAŞRA, BURDAN ÇIKIŞ YOK
Sinemamızın son dönemine damga vuran yönetmenlerin birçoğunu ortak noktada buluşturan en önemli özellik, sanırım taşrayla olan hesaplaşmalarıydı. Bu öncelikli olarak kendi kökenleriyle ve hayatın onları ulaştırdıkları noktadan geriye bakma istekleriyle ilgili bir mesele gibi görünüyordu. Ama öte yandan kapitalistleşen, giderek acımasızlaşan ve doymak bilmeyen bir kimliğe kavuşan kent hayatı içinde kaybolan değerleri, çocukluklarında bıraktıkları yerlerde veyahut aile ocağında bulma çabalarıydı belki de... Lakin zamanla anlaşıldı ki ya da hayat onları bir tür hayal kırıklığıyla buluşturdu ki, taşranın eski taşra olmadığına hükmettiler. Kentin yozlaşmışlığı, masumiyetini yitirmişliği, bireylerin ikiyüzlü ahlakı, sınıf atlama ve bir an önce zenginleşme çabası merkezin dışına taşmış ve son kaleler de düşmüştü. Kim bilir, eskiden de aynı dertler vardı ve taşra hep öyleydi ama ‘ora’yı romantize eden, ‘gitmesek de kalmasak da o köy bizim köyümüzdür’ yapan onlardı.
‘Yenilgiler tarihi’nden bir kesit
Emin Alper, taşrayı hiçbir zaman ‘kutsallaştırmayanlar’ grubundandı, ilk adımı olan ‘Tepenin Ardı’ taşrayı küçük bir Türkiye profilinde ele alırken, bu toprakların hafızasında özellikle siyasetin emniyet supabı’ olarak kullandığı ‘dış mihraklar’ söyleminin içeriye dönük nasıl önemli bir yapıtaşı olduğuna dikkat çekiyordu... İkinci adım ‘Abluka’da bu kez sinemasını şehre taşırken sistemin bireyi ezen geleneksel tavrı eşliğinde yaşanan paranoyanın sınırlarında dolaşıyor ve distopik görünen ‘her zamanlar’ öyküsü anlatıyordu. Alper son çalışması ‘Kız Kardeşler’de yeniden taşraya dönüyor ve seyirci olarak ruhunuza da dokunan bir tutunamamışlık ve çıkışsızlık öyküsü anlatıyor.
Film, farklı yaşlara sahip üç kız kardeşin; Reyhan, Nurhan ve Havva’nın öyküleri odağında bir dağın (ya da tepenin) yamacına kurulmuş bir köyün gündelik hayat denklemleri üzerinde geziniyor ve ortaya çarpıcı bir ‘yenilgiler tarihi’ çıkıyor. Üç kız kardeş de küçük yaşta yakındaki kasabanın hali vakti yerinde ailelerine besleme olarak verilmiş ama uyum sağlayamayarak baba ocağına geri dönmek zorunda kalmıştır. Elbette gizli ve açık ajandalarında yeniden kasabadaki düzenlere geri dönmek vardır ama bu iş o kadar da kolay değildir, çünkü geçmişteki sicilleri peşlerini bırakmayacaktır.
‘Umut kapısı’ kasaba
‘Kız Kardeşler’, adım adım açılan, katmanlarını belli eden ve çemberin çapı genişledikçe merkezdeki bireylerden köy ahalisinin belirgin ve silik görünen siluetlerine (madenciler mesela) uzanan bir yapıya sahip. Ev, üç kız kardeş için bir buluşma yeri olduğu kadar bir hesaplama alanı aynı zamanda. Kasaba ya da şehir ise umut kapısı; bu kapının önünde ise daha önceden bilip tanıdıkları ama artık onlarla ilişkisini bitirmiş olan ve içindeki taşralıyı zaman zaman hatırlayıp eskiyi özleyen doktor Necati var. Bir başka kurtuluş seçeneği de Ankara’daki teyze. Baba Şevket ise kızlarına karşı şefkatli, şefkatli olmasına ama köyün, insanı bitiren, tüketen doğasına hâkim, bu yüzden de istemese de gitmelerine çoktan razı. Sırtında kendini asmış babasının kaderini taşıyan çoban Veysel de geleceğe ait umudunu kasabada görenler kervanında. “Kapıları çalan benim, kapınızı birer birer” tadında dolaşan ‘Taklacı Hatice’ de zamanımıza ait “İmkânı olan delirsin” önermesini hayata geçirebilmiş ve köyün ‘en özgür bireyi’ olmayı başarmış.
Akrebin yolculuğu!
Bu toplam içinde gezinen Alper’in senaryosu her bir karaktere hakkını vererek uğruyor ve bu muhteşem metin, onların iyilikle kötülük arasında gidip gelmek zorunda kalan hallerini bütün açıklığıyla perdeye taşıyor. Bir kere diyaloglar çok başarılı yazılmış; ciddiyetten sarkastiğe uzanan dokundurmalar eşliğinde kendi açmazlarının farkında olan bireyler, bazı noktalarda işi ti’ye almaktan başka bir şey yapamıyor. Ataerkil aile düzeni içinde var olma çabası, cinsellik vs. filmin çok iyi yansıttığı meseleler. Seçilen mekânlar (Artvin-Yusufeli’nin Morkaya Köyü) da, istenen etkiyi sağlamanın üstesinden geliyor.
Üç kız kardeşte Cemre Ebüzziya, Ece Yüksel ve Helin Kandemir ‘trio’sunun performanslarıyla sürüklediği yapımda çoban Veysel’de Kayhan Açıkgöz sazı ele aldığı sahnelerde müthiş, hissiyatlı ama pragmatik baba Şevket’te Müfit Kayacan da çizgi üstü oynuyor. Keza doktor Necati’de Kubilay Tunçer sade ve sakin görünümlü karakterine hayat verirken etkileyici bir profil çiziyor.
Sonuç itibariyle kara mizahla örülü bu çıkışsızlık hikâyesi yılın şu ana kadar gösterime giren en iyi yerli yapımı olmuş, ‘Kız Kardeşler’i kesinlikle kaçırmayın derim. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/14.09.2019)