BİRLİKTE YAŞAMAK MÜMKÜN MÜ?
Önce yakın geçmişe uzanıyoruz: “Sinema hem dinamik hem de çaresiz bir sanat. Ya dön dolaş aynı şeyleri anlatıyor ya da hikâyelerin en başına giderek farklı mecralara açılırmış gibi yaparken aslında aynı suda defalarca yıkanmanın değişik formüllerini üretiyor. Bu furyadan ‘Maymunlar Cehennemi’nin de nasibini almaması düşünülemezdi.” Bu satırlar orijinalinin yapım yılı 1968 olan ‘Maymunlar Cehennemi’nin (Planet of the Apes) modern zamanlardaki serisinin üçüncü filmi ‘Maymunlar Cehennemi: Savaş’a (War of the Planet of the Apes) ilişkin yazımdan yaptığım bir alıntı. Ortada hâlâ yeni bir şey yok, aynı sularda yıkanmaya devam ediyoruz. Ama yine seriyi bir kez daha tanımlama ve eski küllerin üzerine inşa etme çabasındaki yeni bir film huzurlarımızda: ‘Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık’ (Kingdom of the Planet of the Apes)...
Hatırlanacağı gibi Fransız yazar Pierre Boulle’nin romanı ‘La planete des singes’den yapılan ilk hamle, başta sahildeki Özgürlük Heykeli’nin kalıntıları olmak üzere unutulmaz kadrajlarla sinema tarihine geçmişti bile. Franklin J. Schaffner imzalı bu yapıt literatürdeki yerini alırken devamı niteliğindeki adımlar yetersizdi. Sonrasında aynı meselelere yeni dokunuşlarla dönüldü; 2001 tarihli Tim Burton’ın ‘Maymunlar Cehennemi’ ilk filmin yeniden çevrimiydi, gerisi gelmedi. Ardından da ‘Maymunlar Cehennemi: Başlangıç’ (Rise of the Planet of the Apes/2011), ‘Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti’ (Dawn of the Planet of the Apes/2014) ve ‘Maymunlar Cehennemi: Savaş (War of the Planet of the Apes/2017) gibi yapımlarla seri revize edildi.
Yeni üçlemede insanlar tarafından üretilen bir virüs maymunların daha zeki olmasına ve konuşma kabiliyetlerine kavuşmalarına yol açıyor ama bu gelişmelerde dengeler değişiyor ve iki tür arasındaki makas kapanamayacak ölçüde açılıyordu. Virüsle birlikte değişime uğrayan Ceasar adlı maymun liderlik özellikleriyle öne çıkarken kendi türüyle insanlığın barış içinde yaşayabileceğini savunuyor ama iki tarafın da iflah olmazları tek çözümün savaş olduğu gerekçesiyle barışa yanaşmıyordu.
Bu hafta vizyona giren ‘Yeni Krallık’ta ise öykü Ceasar döneminin birkaç kuşak ötesinde biçimleniyor. Genç maymun Noa, en yakın arkadaşı Anaya ve âşık olduğu Soona’yla birlikte ait olduğu klanın gelenekleri uyarınca çıktığı kartal yumurtası avı sonrası obasının yüzü maskeli bir grup maymun tarafından basılması ve yok edilmesinin ardından intikam duygusuyla yola koyuluyor. Bu esnada karşısına insan ırkından bir kız (Mae) ve bilge bir orangutan (Raka) çıkıyor. Nihayetinde bu yolculuk onu deniz kıyısında bir yerleşim yerine taşıyor, burada insanlardan nefret eden ve onların yok edilmesi için çabalayan yeni bir liderin; Proximus Ceasar’ın kurduğu krallıkla karşı karşıya geliyor. Gelişmeler Noa’yı ırkının savaşçı kanadıyla insanlık arasında bir tercih yapacağı noktaya sürüklüyor.
Yönetmenliğini Wes Ball’un üstlendiği, senaryosunu da Josh Friedman’ın kaleme aldığı ‘Yeni Krallık’ önceki serinin izlerinde dolaşıp ‘Evrim kuramı’na göre atalarımız sayılan bir türle olan bağlarımız ve dengelerimiz üzerinden yine daha önceki hamlelerde de dile getirilen “Onlarla eşit koşullarda yaşayabilir miyiz” sorusuna odaklanıyor. Mae insanların konuşma yetisini kaybettiği bir ortamda hâlâ bu özelliğe sahip bir temsilcimiz (!) ve başta arasına mesafe koyduğu Noa’yla zaman içinde ortak bir hedefe doğru yol alıyor. Bu son adım, doğrusunu ifade etmek gerekirse yeni bir şeyler söylemiyor, söyleyemiyor. Ben son üçlemeyi genel çizgileriyle beğenmiştim, ‘Yeni Krallık’ta görsellik iyi, sahildeki sahnelerde 1968 tarihli orijinal filme göndermelerde bulunan kadrajlara rastlıyoruz ama o kadar diyebilirim.
TAMAM MI DEVAM MI?
‘Ailesine (en sevdiklerine) yönelik saldırı sonucu intikam hissiyle hareket eden ana karakter’ meselesi tarihsel dramalardan western’lere, oradan da günümüz aksiyonlarına uzanan bildik bir motiftir. ‘Yeni Krallık’ bu motifi ‘Maymunlar Cehennemi’ evrenine taşıyor ve seriye yeni bir start vermeyi amaçlıyor. Sanırım bu filme gösterilecek ilgiyle devam ya da tamam kararı alınacak. Sonrası gelir mi bilemem ama izlenmeye değer bir çaba var karşımızda. Lakin bence 2 saat 25 dakikalık süre fazla olmuş.
Filmde en çok Mae’nin Noa’ya ‘kitap’ kavramını anlatmak için kullandığı tanımı beğendiğimi söylemeliyim: “Fikirleri saklamanın bir yolu”... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/11.05.2024)