BATI YAKASI'NDA YENİ BİR ŞEYLER VAR!
Arthur Laurents’in metnini, 1957’de Jerome Robbins, Broadway’e taşımış, ardından büyük ilgi gören müzikal 1961’de sinemaya uyarlanmıştı. Kamera arkasında Robert Wise’ın olduğu ‘Batı Yakası’nın Hikâyesi’ (West Side Story), çok geçmeden ‘Müzikallerin Altın Çağı’ denen dönemin üyesi olmasa da kulvarının en popüler filmi vasfıyla zihinlere kazındı. Tam 10 dalda Oscar’a uzanan bu klasik, şimdi yeni bir versiyonla huzurlarımızda...
Önce öyküye değinelim... 1950’lerin sonu, New York... Lincoln Center’ın inşa çabalarının başladığı bir dönemde, yörede yaşayan nüfusa ait iki gruptan gençler çeteleşmiş ve her fırsatta birbirleriyle kapışır hale gelmiştir. ‘Jetler’, beyazların topluluğudur; ‘Köpekbalıkları’ da Porto Riko kökenli Hispaniklerin... Günün birinde, bir dans organizasyonunda karşılaşan Maria ve Tony ilk görüşte birbirlerine vurulurlar. Ne var ki genç kızın ağabeyi Köpekbalıkları’nın şefi Bernardo’dur, Tony de Jetler’i Riff’le birlikte kuran kişidir ve hapisten henüz çıkmıştır. İki grup arasında giderek derinleşen ayrımlar Maria ve Tony’nin aşkına gölgesini güçlü bir şekilde düşürecektir...
GİRİŞ BÖLÜMÜ MÜKEMMEL
Bilindiği gibi “Batı Yakası’nın Hikâyesi”, Shakespeare’in ‘Romeo ve Juliet’ine dayanıyordu. New York’a taşınan öyküde Montague’ler ve Capulet’lerin yerini Jetler ve Köpekbalıkları alırken orijinal eserde terazinin iki yanındaki dengeli durum beyazlar ve Latinler olarak değişiyordu. Steven Spielberg, 1961 tarihli yapımı 60 yıl sonra Tony Kushner’in senaryosuyla yeniden seyirciyle buluştururken hem ciddi bir yıkıma gitmemiş hem de yeni bir inşa sürecine soyunmamış. ‘2021 versiyonu’na bakıldığında sanki karşımızda çok iyi bir restoratörün elinden çıkmış ve bazı bölümleri hafif tadilattan geçilirmiş bir yapı var. Yeni metin sadece meselenin ırk farklılığı boyutuyla ilgilenmemiş, ‘şimdiki zaman hassasiyetleri’ni (kentsel dönüşüm, kadın meselesi, cinsel yönelim vs.) öyküye ekleyerek ‘Batı Yakası’na kimi yenilikler getirmiş.
İlk olarak filmin giriş bölümü muhteşem diyebiliriz. Enfes koreografiler, görüntü yönetmeni Janusz Kaminski’nin büyüleyici açılarıyla birleşmiş ve ortaya soluksuz izlenen sahneler çıkmış. Bu tür sekanslarla film boyunca karşılaşıyoruz ama galiba en etkileyici olanı, bir şantiye alanı havasındaki 1950’ler New York’undan kesitler sunan bu bölümdü. Senaryonun en önemli rötuşuysa orijinal filmde olmayan Valentina karakteri. Kushner’in metni, 1961’deki versiyonda Bernardo’nun sevgilisi Anita’yı canlandıran Rita Moreno’ya yeni filmde yer vermek için olsa gerek, böylesi bir karakter yaratmış. Ana rollere gelince... Maria’da Rachel Zegler’i, Tony’de -Val Kilmer’ın gençliğini hatırlatır yüzüyle- Ansel Elgort’u izliyoruz (orijinal filmde bu iki karaktere Natalie Wood ve Richard Beymer hayat veriyordu). Bernardo’da David Alvarez, Anita’da Ariana DeBose, Riff’te Mike Faist, ırkçı polis şefi Schrank’ta da Corey Stoll karşımıza geliyor.
“Batı Yakası’nın Hikâyesi”, Amerikan sinema tarihi içinde özel bir müzikaldi. Spielberg bu mirasa el atarken orijinaline halel getirmiyor, Stephen Sondheim’ın şarkılarının ve Leonard Bernstein’ın unutulmaz müziklerinin eskimediğini de hatırlatıyor. Bence sadece şöyle bir problem var: Dans figürleriyle bezenmiş sahneler dışında bize geçen duygu pek güçlü değil gibi. Bunun nedeni de filmden ziyade öykünün fazlasıyla bilinirliği olabilir. Sonuçta Spielberg gibi bir yönetmenin elinden çıkan bu ‘restorasyon hamlesi’ izlenir diyorum...
UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/11.12.2021)