Konuk Yazar

ASFALTI AĞLATANLAR...

16 Kasım 2019 Cumartesi 23:05
ASFALTI AĞLATANLAR...

Kapitalizm, kendine hayat alanı bulduğu her yerde kabuk değiştirmeye, sistemi ayakta tutacak yeni hamlelere, fikirlere ihtiyaç duyar, sıcak bakar... 60’lı yıllar; bu genel işleyiş içinde, kendini satış anlamında sıkışmış hisseden ‘Ford Motor Company’nin başındaki isim olan Henry Ford II’nin aradığı parlak fikir, şirketin üst düzey yöneticilerinden Lee Iacocca’dan geliyor: “Değişen kuşaklar, değişen talepler demektir”...

Rekabetin böylesi...

Amerikan otomotiv endüstrisinin bu hantal devi, gençlere yönelik yeni bir otomobil tasarımının peşine düşüyor ve bu ürünün, dünya tarafından fark edilmesi için dünyanın en eski araba yarışı organizasyonu olan ‘24 Hours of Le Mans’a başvuruyor. Şirket ilk olarak eski yarışçı-yeni satışçı Carroll Shelby’ye gidiyor ve kendisinden yarış ve tasarım konusunda yardım istiyor. Sektörün bu deneyimli ismi de yıllardır birlikte çalıştığı ve güvendiği Ken Miles’ı pilot olarak sahaya sürmeyi planlıyor. Ne var ki Ford kanadının hırslı yöneticisi Leo Beebee, ‘Shelby-Miles tandemi’ni bozmak için sürekli ayak oyunlarına başvuruyor.

Haftanın yenilerinden ‘Asfaltın Kralları’ (‘Ford v Ferrari’), öyküsünü yarış pistlerinde kuruyor gibi görünse de aslında şirketler ve zihniyetler savaşında ya da rekabetinde geziniyor. James Mangold imzalı ve gerçek karakterlere dayalı filmin senaryosunu kaleme alan Jason Keller, Jez Butterworth ve John-Henry Butterworth üçlüsü, yer yer klişelerle ilerlese de doğrusu heyecan verici bir metne imza atmış. Bilindiği üzere bütün spor dallarında heyecanı, rekorları ve aşılacak tüm çıtaları yükselten yegâne unsurların başında ‘rekabet’ gelir. Tıpkı Sartre’vari varoluşçuluğun temel kuralı gibi sporda da birçok şey, ‘değili’yle yani karşıtıyla var olur. ‘Asfaltın Kralları’nda ise rekabet yarış otoları arasından ziyade endüstrinin büyük şirketleri arasında yaşanıyor. Ford, ‘24 Hours of Le Mans’ta boy gösterirken aslında derdi Ferrari’nin organizasyondaki uzun soluklu hükümranlığına son vermek. Mangold’un filmi bu süreci aykırı İngiliz sürücü Ken Miles’ın ele avuca sığmaz kişiliği, aile çevresi, karısı ve oğluyla olan ilişkileri bağlamında anlatıyor. Öykünün bir ayağında da Shelby’nin, aslında meseleye vâkıf olmayan ama sefasını sürmek için bekleyen yönetici sınıfına karşı sektörün ‘emekçi’ kanadında duruşu var... Benzer bir çekişme de Henry Ford II’yle Enzo Ferrari arasında yaşanıyor.

‘Asfaltın Kralları’, arka planını bahsettiğim çekişmelerle süslerken önde de Ken Miles’ın destansı mücadele azmini, zaferini, yarışa dair tutkusunu, sevdasını, otomobil tasarımına ilişkin derin bilgisini de perdeye taşıyor. En son ‘Vice’da Dick Cheney’ye hayat verirken kilo almış halini izlediğimiz Christian Bale, bu Miles’ın zayıf bedenini inandırıcı kılmak adına inceldikçe incelmiş, adeta ‘Makinist’teki Trevor Reznik çizgilerine dönmüş. Galli aktörün başarılı performansının yanı sıra Shelby’de Matt Damon ve özellikle de Henry Ford II’de Tracy Letts akılda kalıcı portreler çiziyor.

Biri ‘sanat’, diğeri seri üretim

Doğrusu ben bu denli sürükleyici bir film beklemiyordum ama Mangold’un yapıtı, kimi bölümlerinde sırtını klişelere dayasa da ait olduğu spor gibi adrenalin yükseltici bölümlere (bu noktada görüntü yönetmeni Phedon Papamichael’ın heyecan verici kamera kullanımına ve kadrajlarına dikkat çekmek gerekiyor), ustaca aşılmış virajlara ve geçişlere sahip. Ama 152 dakikalık süresi düşünüldüğünde ise belki pit-stop’ları az olabilirdi!

Bu öyküden kim, nasıl ‘kıssadan hisse’ler çıkarır, bilemem ama filmin ben en çok Ferrari kanadının ‘sanat’ı, seri üretim tarafında yer alan Ford cephesinin de ‘endüstriyel bakış’ı (ya da ‘fabrikasyon’u) temsil ettiğinin hissettirmesini beğendim.

Sonuç? ‘Asfaltın Kralları’nın 1966 yapımı ‘Grand Prix’ (başrolünde James Garner vardı) ya da 1971 tarihli Steve McQueen’li ‘Le Mans’ gibi bir klasik olup olmayacağına kuşkusuz tarih karar verecek ama hakkında şimdiden şu klişeyi söylemek mümkün: “Kaçırmayın.”

Bir de ‘24 Hours of Le Mans’ın bir anlamda önceki kuşakların ‘Formula 1’i olduğunu ve ‘şimdiki zamanlar’da eski cazibesini kaybettiğini belirtelim... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/16.11.2019)



Diğer Yazılar