´MÜZİSYEN ÇAĞIN YARATTIĞI İLLÜZYON TUZAĞINA DÜŞMEMELİ´
‘What’s Next’ projesiyle 24. İstanbul Caz Festivali’nde sahneye çıkacak, ABD’de yaşayan çok yönlü müzik insanı Mehmet Ali Sanlıkol ile müzikal serüveni, son albümü ‘Resolution’, bundan sonraki hedefleri ve müzikte küreselleşme hakkında konuştuk...
- ‘Resolution’ albümü Mehmet Ali Sanlıkol’un iç yolculuğunun da öyküsü anlaşıldığı kadarıyla. Önce Batı formları, ardından kökleri arayış, sorgulama ve sonunda hepsinin, Doğu-Batı el ele tutuşması... Bu doğru bir okuma mı?
Evet, bir yerde bu albüm benim hikâyemi de bir miktar belgeler nitelikte. Çeşitli Batı müziklerini üstün görüp kendi büyüdüğüm memleketin müziklerine senelerce tepeden baktım. Ancak hiçbir şekilde melankolik bir memleket hasretine kapılmadan, sadece ve sadece Türk müziğinin makamsal yapısından etkilenip aniden birçok soru sormaya başladım. Mesela, mehter müziğiyle ilgili bir soru, ardından tasavvufla ilgili başka bir soruyu getirdi. Derken kendimi ciddi bir sürecin içinde buldum. Bu sürecin sonunu da ‘Resolution’ kelimesi ifade ediyor, bir problemin çözülmesi/bir sürecin nihayete ermesi gibi. Nitekim, ben Türk müziği ve kültürünü öğrenirken kimliğimi yeni baştan oluşturduğuma inanıyorum. İşte ‘Resolution’ bu sürecin nihayete ermesi...
- Doğu ve Batı karşısında bir müzisyen olarak kendinizi nerede görüyorsunuz?
Çeşitli Osmanlı/Türk, Avrupa ve Amerikan müzik geleneklerini içselleştirdiğime inanıyorum. Tabiri caizse bu müzik lisanlarını iyi konuştuğuma inanıyorum.
- ‘Resolution’ albümünde Doğu ve Batı’dan pek çok müzik türü bir araya geliyor. Albüm için kaleme aldığınız yazıda, müziklerin karışmasının yarattığı paradoksal bir deneyimden, aynı anda her yerde olma halinin yarattığı bir illüzyon, yanılsamadan söz ediyorsunuz. Bu sözlerinizi açar mısınız?
Ben önce çeşitli Batı müziği geleneklerine senelerimi verdim, sonra da elimin tersiyle o kariyerimi bir kenara itip en azından on senemi hiçbir şeyi sorgulamadan çeşitli Türk müziği geleneklerini çalışmaya ve içselleştirmeye adadım. Geldiğim noktada Türk müziğine ve kültürüne verdiğim senelerin bana çok şey kattığına yürekten inanıyorum; ancak 90’ların sonunda ve 2000’li yılların başında nispeten tanınan bir besteci ve caz müzisyeni iken, on sene ortadan yok olunca neredeyse tamamıyla unutuldum... Neticeten, bir müzikal geleneği/lisanı tam anlamıyla içselleştirmek böylesine bir süreci ve haliyle fedakârlığı gerektiriyor. Bunun bana sorarsanız başka yolu yok.
Günümüzde teknolojinin YouTube, Google vs. gibi platformlar aracılığıyla müzikal gelenekleri her yere taşıyor gibi gözükmesi işte yazımın son paragrafında bahsettiğim paradoksu ortaya çıkarıyor. Bahsettiğim illüzyon bu. Sanki Türkiye’de yaşarken YouTube’da, misal, Brezilya müziğinin hazır bulunması o geleneğe geçmişe oranla daha süratle hâkim olacağımız hissini veriyor. Halbuki bu hiç de doğru değil. Üstelik pek çok meslektaşım bu gibi platformlardan öğrendikleri yüzeysel bazı ezgi ve ritmik yapılarla ortaya derinliği olmayan işler çıkarıyorlar. Evet, mesela Brezilya müziğini dinlemek geçmişe göre artık çok daha kolay ancak o geleneği hakikaten öğrenmek için aynı şeyi söylemek pek de mümkün değil.
Herhangi bir dünya müziği geleneğine dair bilgilere de ulaşım kesinlikle çok daha süratli ve mümkün ama neticeten, bu gelenekleri içselleştirecek şekilde ‘hatmetmek’ meselesinde değişen pek bir şey yok. O süreç kişisel bir süreç. Günün sonunda, ben şanslı olduğuma inanıyorum: çağımızın yarattığı illüzyonların tuzağına düşmeden Türk müziği geleneğini içselleştirecek derecede öğrenmek için gereken fedakarlığı göstermek nasip oldu.
- Çok farklı müzik türlerinde beste yapan ve icra eden, çok dilli bir müzisyen olarak sizce içinde bulunduğumuz yüzyılda müzik nereye gidiyor? Küreselleşme müziğe ne getirdi? Türkiye’nin 21. yüzyıl müziğine katkısı ne olabilir?
Yukarıda izah ettiğim illüzyon bu soruyu cevaplıyor herhalde. Öte yandan, Türk müzisyenleri birden fazla müzik dili konuşmayı kendilerine ciddi bir hedef olarak tayin ederlerse o zaman Türkiye 21. yüzyılda müzik dünyasına çok dilli müzisyenler kazandırabilir. Ancak yukarıda da izah ettiğim üzere bu kolay bir mesele değil. Batı müziği konservatuarlarında okuyan gençlerimiz mutlaka bir Türk müziği enstrümanı çalmayı öğrenmeli ve Türk müziği konservatuvarlarında okuyan gençlerimiz de tersini yapmalı.
- Bundan sonraki çalışma ve hedefleriniz...
İkinci bir kitap çalışmam var. Harvard Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırma yaparken Bizans notası ile yazılmış Osmanlı müziği mecmualarını çalışıyordum. Bu araştırmaya geri dönüp çalışmamı tamamlamayı arzu ediyorum. Öte yandan, kompozisyon çalışmalarıma daha fazla ağırlık verip daha fazla eser yazabilmeyi arzu ediyorum. Bilhassa epeyce orijinal bir opera ve bir de bale projem var. Bunların ötesinde caz ikonu, saksofon sanatçısı Dave Liebman ile yeni bir albüm projem de var. Umarım tüm bunları hayata geçirebilirim. Öte yandan, yaklaşan ciddi bir projem daha var. ABD’de İslam hem muhafazakârlar hem de liberaller arasında oldukça sığ bir biçimde zikrediliyor. Bilhassa medyada İslam’ın kültürel boyutu hemen hemen hiç gündeme gelmiyor. Bu da Müslümanların son derece homojen bir yapıya sahip olduğu izlenimini uyandırıyor. En basitinden tüm Müslümanların beş vakit namaz kıldığı veya tüm Müslüman kadınların kapandığı gibi sığ algılar ciddi anlamda yaygın. Dervişlerden, kültürel İslam’dan ve Müslüman âleminin içindeki çeşitlilikten bahseden pek kimse yok... Dolayısıyla, kasım ayında bu konuya dair farkındalık getirmek için yeni bestelediğim koral bir eserin prömiyeri gerçekleşecek. Eserde 17. asırda Türk dervişlerin İstanbul’da yazdığı Türkçe şiirleri besteledim ve eserde Rönesans dönemi koral müziği ile Türk tasavvuf müziği öğelerini bir araya getiriyorum.
Grammy’de finalist oldu
Aslen Kıbrıslı bir ailenin oğluyum. İstanbul doğumluyum ancak bir yaşımdan itibaren Bursa’da büyüdüm. İlk piyano öğretmenim annem Fethiye Sanlıkol’dur. Babam Dr. Parkan Sanlıkol da gerçek bir müzik âşığıydı. 17 yaşında İstanbul’a taşındım ve o sene Aydın Esen’le çalışıp ardından Berklee Müzik Koleji’ne gittim. 1996 senesinden itibaren kendi modern caz topluluğumu kurup bestelerimi icra etmeye başladım, 90’lı yılların sonlarında ve 2000’li yılların başlarında bilhassa caz dinleyicileri tarafından bilinen AudioFact topluluğunun liderliğini Onur Türkmen ile birlikte yaptım. Master ve doktora derecelerimi New England Konservatuvarı’nda tamamladım. 2003 senesinin sonuna doğru ABD’nin Boston kentinde DÜNYA isimli kültür/sanat vakfını kurup Türk müzik ve kültüründen dünya kültürlerine uzanan konserler vermeye başladım. 2014 senesinde Grammy ödüllerinin klasik oda müziği kategorisinde son 5’e kalıp finalist oldum. Daha sonra dünyaca tanınmış Carnegie Hall’den sipariş aldım. Aynı sene Yo-Yo Ma’nın Tanglewood Festivali’ndeki programında bestelediğim bir eser icra edildi. Son iki senedir Shakespeare’in ‘Otello’sunu bir Osmanlı Hadımağası olarak yeniden sahneye taşıdığım ‘Haremde Otello’ adlı opera çalışmam ABD’de epeyce ses getirdi. Ayrıca ABD’deki en saygın fonlardan biri olan Aaron Copland ödülünü aldım. Geçen nisan ayında da hem Berklee Müzik Koleji hem de New England Konservatuvarı’ndan kadrolu profesörlük teklifi aldım. Birçok sebepten ötürü New England Konservatuvarı’nı tercih ettim. Aynı zamanda buranın Intercultural Enstitüsü’nün direktörlüğünü de yürüteceğim.