BEKLEME SANATI
Serdar Ateşer yaptığı işlerle insanı zenginleştiren sanatçılardan. Keyif almanız için onu keşfetmeniz ve tüm duyularınızla dikkat kesilmeniz lazım. Aynı zamanda Mozaik’in kurucularından olan Ateşer, henüz prodüktör kelimesi kullanılmayan zamanlarda Ortaçgil, Erkan Oğur ile başlayıp mor ve ötesi, Aynur gibi isimlerle çalıştı. Ürettiği film, belgesel, tiyatro ve güncel sanat müzikleri hep mevsimsiz. Avdet Seyri, Mütareke Yılları ise dinlendikçe cilalanan albümleri. İki yaz önce üç kişilik Serdar Ateşer Big Band ile 10 konserlik ‘Big Tour’u gerçekleştirdi. Birlikte çalıştığımız bu projede onunla büyülü bir yaz geçirdim.
Onu tanıyanların çok iyi bildiği üzere, üzerine ve hakkında yazmak 30 knot havaya full arma girmekle eş değer. Yine de bu dosyada Serdar Ateşer üzerine yazmış ve onun müziğini takip eden isimlerin görüş ve soruları yer alıyor. Bazı soruları da ben sordum.
► ‘İş İşten Geçer Geçmez Ordayım’ (İİGGO) albümünün ilk oluşum tarihi neydi? Ve bu albümün “Tamam, basılabilir” dediğin tarihi?
İİGGO yıllarca benim için bir ‘havuz albüm’dü, şu anki içeriğinde olmayan 10-15 parça daha vardı. Mesut Uçar’la birlikte final mikse girişmeden önce haliyle bir eleme yaptık. Önce çift CD’lik bir albüm fikri vardı. Sonra vazgeçtik. Seçilen parçaların aranjman ve miksinden memnun kaldığımızda da tipik, 10 parçalık sözlü bir albüm ortaya çıkmış oldu.
► Birkaç kez basım için verdiğini ve sonra geri aldığını biliyorum. Bu süreçte neler oldu?
Aslında bir kez yaptım bunu. İstanbul’da 2008’de birkaç stüdyoda çalışarak bitirmeyi denemiştim albümü. Teslim de ettim Hasan’a (Saltık). Sonra, Ayvalık’a dönünce, arabama bindim ve dinleye dinleye Kozak yaylasında turladım. Moralim bozuldu. Hem mix hem de aranjmanlar pek iyi gelmedi kulağıma. Hasan’ı aradım ve “Basmayalım lütfen” dedim. Önce tumturaklı bir küfür etti ama sonra kararıma saygı gösterdi, dinledi beni.
► İş bu kadar uzayınca ister istemez şunu düşünüyor insan: Acelen mi yoktu? Albüm yapmak umurunda mı değildi? Yoksa dönüp dönüp arkana mı bakıyordun?
Geçenlerde solistleri Mark Hollis’in ölümü dolayısıyla ‘Talk Talk’ üzerine yazılmış güzel bir yazı okudum. Yazıda grup için “They never looked back” (“Onlar asla geriye dönüp bakmadılar”) deniyordu. Bense, geriye doğru bakmaktan boynumdan oluyordum ve pek memnun değilim bu durumdan. Arada ‘ileriye doğru’ müzikal faaliyetlerim olmadı diyemem ama, Ayvalık’a adeta kaçarak yerleşmiş olmam, muhtemelen her anlamda İstanbul geçmişimle bir hesaplaşma ruh hali oluşturdu. Oraya biraz da hapsetti beni. Bu durum, biraz böyle sürecek gibi. Ama şu an, mesela, şöyle hitap etmeyi çok isterim dinleyicilerime: “Daha hiçbir şey görmüş değilsiniz!”
► Sen besteleyince şarkılar için yazılmış şiirlere dönüşüyor dizeler. Burada Fikret Kızılok akla geliyor ayrıca; şairlerin müzisyen olduklarını düşündüğünü ve bestelerini yarım bıraktığını söylüyor. Sence?
Fikret Kızılok ile yıllar evvel yaptığımız uzun bir telefon görüşmesi ve bir Mozaik konseri sonrası yaşanan bir tartışmaya tanıklığım dışında, yollarımız maalesef kesişmedi. ‘Gecenin Üçünde’ pek kimseye nasip olmamış büyüklükte bir parça. Benim bestelediklerime dair görüşün içinse çok teşekkürler, ama Edip Cansever’inkiler hariç, diğerleri zaten şarkı sözü olarak verilmişti bana. Kızılok’un da söylediği gibi Cansever’in sözleri, yer yer, bir senfonik rock albümünün şarkı sözleri ya da bir operanın librettosu gibi gerçekten de.
Ayşe Tütüncü:
► Parçaların geniş ve katman katman olan düzenlemelerini konserde çalarken ne şekilde, nasıl bir sound’la sadeleştiriyorsun? Bu albümdeki parçaların hepsini konserde çalabiliyor musun?
Ayşe, sonuçta Mozaik-Germen kültüründen geliyorum ben de. Detay, katman ve nüanslar için yapmıyor muyuz bütün o provaları? Aynısının tıpkısını şimdi yaşıyorum kendi grubumla. Prova aslında pek elzem bir şey, ama Türk müzisyeninin genelde hiç sevmediği bir konu. Sadeleştirmeye gelince, el mahkûm öyle oluyor. Bazı parçalarda teknolojiyi kullanarak albüm sound’unu garantilemeye çalışıyoruz ama bazen de bambaşka şekilde çalmak daha zevkli geliyor. Müzik sekleşiyor.
Deniz Durukan:
►Tamamı sözlü müzik olan bir albüm yaptınız. Hem bu süreci hem de albümdeki şarkı sözleri ve şiirlerde öne çıkan zaman ve değişim vurgusunu konuşmak isterim. Ve birçok mesele; iyilik, kötülük, aşk da “zamanla” beraber ele alınıyor. Müzik de bu minvalde ilerliyor. Hız da var bunun içinde. Sanırım bu konsept, bilinçli bir seçim. Öyle mi?
Pek öyle değil ama, bunu senden duymak hoşuma gitti Deniz. Adını koymasam da bir kavram oluştu belki kafamda ve fark etmeden onu izlemiş oldum. Bahsettiğin temalar albümdeki değişik parçalarda kesinlikle hissediliyor ama albüm için baştan beri düşündüğüm ve bütün parçaları kapsayan böyle bir ‘konsept’im olmadı diyebilirim.
Metin Solmaz:
► Kalabalık ekiplerle birlikte çalışmaya çok uygun, sesleri birbirine yakıştırma uzmanı, kimin kiminle ne yapabileceğini önceden kestirme yeteneğine sahip, insana göre müzik müziğe göre insan seçme melekelerine sahip birisi hakikaten nefis, karman çorman ama uyumlu bir orkestra kurabilecek birisidir. Böyle birisi olan Serdar Ateşer’den hakiki bir Serdar Ateşer Big Band görmek istiyoruz. Ben ve birkaç iyi insan istiyor yani. Mümkünü var mıdır? Varsa kaç vakte kadar?
Metin, sayıca gerçek bir ‘Big Band’ olmasak da en azından davulu da olan bir ekibiz şimdi. Daha birkaç birlikte çalma deneyimim olan, işlerini de zevkle takip ettiğim Berke Can Özcan, bizimle artık. ‘Big Beats’in aramıza katılmasından ötürü çok sevinçliyiz. Basçımız Gökhan Goralı geçen sene İngiltere’ye yerleşti. Yeni basçımız Uygar Tür, ben ve Big Band’imizin diğer iki orijinal üyesi Mesut Uçar ve Onur Duygulu gibi Ayvalık’ta yaşıyor. Bazen, sözünü ettiğin gibi daha büyük bir orkestra ile konser vermeyi hayal ediyorum. Daha önce çalıştığımız kadim dostlarım; Cem Aksel, İmer Demirer, Turgut Alp Bekoğlu, Sumru Ağıryürüyen, Akın Eldes ve Şenol Küçükyıldırım’ın da dahil olacağı şenlikli bir ekip mesela. Hoşuna gider mi öyle?
Hasan Saltık:
► Serdar Ateşer’i çok seviyoruz. Kalan Müzik olarak ne yapsa basarız. Sadece şunu soruyorum. Bir albüm nasıl bu kadar gecikebilir?
‘Ne yapsa basarız’. Hasan, teşekkürler, kendi soruna verilebilecek mümkün tek cevabı da vermiş olduğun için. Yine de soruya başka bir cevap vermeye çalışayım. Nasıl mı diyorsun? Bakınız ‘Avdet Seyri’ ve bakmayınız bir dahaki albümüm. Niye mi? Muhtemelen ECM’den çıkacak da ondan (Unkapanı’ndan gülme sesleri). Hatırlıyor musun, yanı başımda Aynur’u ağlatmıştın ilk albümünün vokal kayıtları sırasında? Kuledibi’nde, stüdyomdaki o akşamı hala anlatırsın. ‘İİGGO’ için çalıştığım bir stüdyoya gelip beni de bir ağlatmayı düşünmedin ama. Albümdeki gecikmenin bir diğer nedeni de bu olamaz mı? Ne dersin?
Naim Dilmener:
► Olmasa, hayatım anlamsız olurdu diyecek kadar sevdiğiniz bir şarkı ya da albüm var mı?
Naim, zor soru vesselam. Hadi bakalım, otur düşün şimdi! Acil cevap isteniyorsa, sonradan pişman olma riski en az bir avuç parçadan, mesela şu ikisinden, birini seçebilirim: ‘Seven Seconds / Neneh Cherry&Youssou N’Dour’ olsun cevabım. Biraz geriye gidelim; Pat Metheny, ‘Offramp’ albümünün 2. parçası; ‘Are You Going With Me?’ Albüm olarak da Talk Talk’un ‘Spirit Of Eden’ ya da ‘Colour of Spring’i.
Murat Beşer:
► Bir albüm yapsa da dinlesek diye beklediğimiz müzisyenler arasında aklıma ilk gelenlerden biri Serdar Ateşer. Son albümünü 20 yıl beklemiştik. Sorgulayan, ince eleyip sık dokuyan, kolay beğenmeyen ve sonuçta mükemmeliyetçi bir müzisyen oluşunun faturasını daha ne kadar bekleyerek ödeyeceğiz, yeni bir albüm için?
Bu sadece ince eleyip sıkı dokumakla ilgili değildi Murat, kafamda dönen ‘müzik yapmayıveririm’ gibi kısa bir cümleyle terk ettim İstanbul’u. Biraz protesto biraz da evet, şımarıklık diyelim. Çünkü çok potansiyelli bir durumdaydık grubumla o sıralar. Neyse, aslında bir nevi ‘müzik yapmıyorum’ hala. Elimde birikenlerin bir kısmını bir albüm olarak çıkardım ve ‘piyasa’ denilen şeyin içine doğru yolladım. ‘Piyasa’nın haberi bile olmadı görünüşe göre. Eş dost, sizler yazdınız, çizdiniz, sağ olun. Kalan’daki arkadaşlar, Youtube’a yerleştirdikleri ‘Gücünüz Yok’ isimli videonun ‘ses’ini koymayı unuttuklarını fark etmediler henüz. Halbuki onları ve beni uyaran, ‘John Cage’e mi özendiniz?’ gibi yorumlar bırakılmıştı. Ben de bildirmedim durumu onlara, parça öylece ‘dinlenmeye’ ve beğeni almaya devam ediyor. Keyif bile vermeye başladı bu durum bana. Belki bu olay şunu söylüyor bizlere: Kimse bir şey dinlemiyor aslında. Medyada ‘patlamamış’ ya da Youtube’da tıklanma hezeyanı yaşatmamışsa, bir müziğe gerçekten kulak verildiği yok şu aralar. Konserler, ‘cover’lar, para kazanma dünyası. ‘Yeni müzik üretilmese de olur’ atmosferi egemen şimdi ortama.
Harun Tekin:
► Seninle sanıyorum hayatımın en zorlayıcı döneminde eminim mor ve ötesi’nin hiç bitmeme ihtimali en yüksek olan albümünü kaydettik. ‘Güneşi Beklerken’in prodüktörüydün. Senin orada olmanın bizim için değerini, birlikte bitirdiğimiz işin anlamını filan tartışacak değilim ama, şunu çok merak ediyorum. Sen de bizimle o albümü yaptıktan sonra nasıl etkilerimiz oldu sence, eğer analiz etmek için çok erken değilse…
Geç bile Harun! Benim de hayatımın en zorlayıcı dönemiydi, belki bir farkla, müzikle aram tekrar düzeliyordu da o sıralar. 2011 yazıydı ve Midilli ya da Ayvalık’ta bazen bütün gün etrafımdaki Yunan ve Türk müzisyenlerle çalıyordum. Burak Güven’le de Ayvalık’tan tanışıyorduk. Bir akşam 1901 isimli Ayvalık stüdyomda yine o ekiple çalarken, ziyaret etti bizi. Beraberce uzun saatler eğlendiğimizi ve emprovize çalıp söylediğimizi hatırlıyorum. Belki de o enerji bizi sonra albümde bir araya getiren fikri üretti. O aralar mor ve ötesi -diyelim her grup bir uçak olsun- burnu hafif yere doğru, hava boşluklarına gire çıka gidiyordu biraz. Oysa 2004’de, ‘take-off’ vaziyetteydi ve Tarkan Gözübüyük’le inanılmaz güzel bir momenti yakalayıp, ‘Dünya Yalan Söylüyor’la ses duvarını epey bir zorladılar. Benim işimse zordu ama yine de o şartları düşününce, şimdi bana bazıları süper absürt gelebilen önerilerime, deneylere oldukça açıktılar. Tabii esasen ne istediğinizi de hiç unutmadan. Sonuçta, zaman zaman gelgitler yaşasak da kontrolü hiç bırakmadık ve henüz hakkı pek teslim edilmemiş çok iyi bir albüm ortaya çıktı. Gezi olayları daha ortada yokken, bir kâhin parça ‘Eski Şarkısı’ var o albümde. ‘Güneşi Beklerken’ de öyle, fenomenal bir parça. mor ve ötesi benim Mozaik’ten sonraki evim ve okulum oldu. O süreçte ben, bir parça nasıl bitirilir, nasıl ince elenip sıkı dokunulur ama kararlar da korkmadan, uzatmadan ve ‘acımadan’ alınır gördüm. Ve anladım ki, ben bir albümü bitirebiliyordum, hem de Harun’un dediği gibi ‘en bitmeyebilecek’ türden bir albümü. Sıra kendi ‘asla bitmez gözüken’ albümümdeydi artık. Görüyorum ki, mor ve ötesi şu aralar yine dik bulutlara doğru kaldırmış uçağın burnunu. BEYLER, YENİ ALBÜM BİTTE!
Görüşleriyle:
Fuat Domaniç
Serdar Ateşer, yakın arkadaşım olduğu için objektif olamayabilirim ama her konuda anlaşamadığımız hususuna da güvenerek şunu diyebilirim: Kendisi ancak bir TC vatandaşının ortaya koyabileceği ama evrensel kıstaslar ölçeğinde de gayet özgün ve güzel müzik yapabilen dinleme şansına eriştiğim nadir müzisyenlerdendir.
Hakan Kurşun
“İlerici, uyarıcı, değişken ve ahenkli. İçinde Ege’nin ve Marmara’nın eşsiz güzelliklerini duyabilirsiniz.”
Bülent Ortaçgil
Serdar’a müzisyen mi desem; müzik düşünürü mü desem, müzik kayıtçısı mı desem; prodüktör mü desem... Hepsinden Serdar da az ya da çok vardır, bir tek ‘acele’ si yoktur! Ayrıntılarla oynaşmaktan büyük zevk alır ve bütüne öyle ulaşmayı şiar edinir. Sonuçta herkesin bir form anlayışı var değil mi? Biz Serdar’ı severiz, yaptıklarını da çok severiz. ASLI ATASOY (BİRGÜN/22.09.2019)