KULAKLARIMIZ ÇINLASIN
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 14. yılı da hayırlara vesile oldu. Bilge Olgaç Başarı ödülü, Deniz Türkali ve çoktan kayıplara karışmış bir “ses” ve “yüz” olan Handan Kara arasında paylaştırıldı. Gelecek hafta yapılacak törenle ödüller sahiplerine verilecek.
Yeşilçam filmlerine sesi ile hayat vermiş Kara, bu ödül nedeniyle yeniden gündeme gelecek, hatta her türden dalganın silip süpürdüğü hafızalarımıza, bir kere daha nakşedilecek. Birkaç yıl önce bu ödül, bir başka Yeşilçam Sesi Belkıs Özener’e verilmiş ve bunun ardından, memleketin dört bir yanı Özener şarkıları ile çınlar olmuştu. Dileyelim ki, aynı şey yeniden vuku bulsun ve bu her derde deva ses, yeniden hayatın/hayatlarımızın içinden akmaya başlasın.
Tıpkı Belkıs Özener gibi Handan Kara da, şarkı söylermiş gibi yapan ama aslında söyle(ye)meyen Yeşilçam’ın star’larının yerine şarkı söyledi. Onlar sahnede afili afili durur ve her türden ışık onları aydınlatırken, Kara ve az sayıda benzeri onlara ses, aslında “hayat”, hatta “can” verdi.
Az sayıda star ama çok sayıda iyi ses ya da iyi şarkıcı varken, Yeşilçam’ın dönüp dolaşıp neden Handan Kara, Belkıs Özener ve bir iki başka isme takılı kaldığı merak edilebilir. Cevap bir muamma ya da belirsizlik değildir. Cevabın mühim bir bölümü, “alçakgönüllülük” ile ilgilidir. Öyle ya; ortada yaygın miktarda şan/şöhret, çokça para ve mebzul miktarda kamera/ışık/neon varken, kim ya da kaç kişi bunların tamamına aldırmaksızın stüdyolara koşturur ve sessiz sedasız şarkılarını söyleyip çıkabilirdi ki?
Gözümüz Onda
Handan Kara’nın duruşu/işini kavrayışı Belkıs Özener’e paralel seyrediyor ama işin sonrası öyle değil. Özener’in çok az plağına karşı, Kara çok sayıda plak yapmıştı. Bu plakların büyük bir kısmı büyük satış rakamlarına ulaşmasına, sanatçının bizzat kendisi ses verdiği star’ların herhangi biri kadar ünlenmesine rağmen, işine yine de bildiği usulde devam etmiş, “Ben senden daha çok şöhretliyim/sen benden az” gibi, başı sonu olmayan çocukça rekabet oyunlarına girişmemişti.
Ve belki de bu tavrı ya da duruşu nedeniyledir ki, kapmaların/kaçırmaların/transferlerin boyu geçtiği plakçılar çarşısında (İMÇ), hiçbir oyuna/teklife gelmemiş ve kayıt hayatını çok az sayıda firma ile tamamlamıştı. Yeşilçam ile sıkı bağları olan Televizyon Plak, Kara’nın altın bir çağ yaşattığı Fonex ve popüler müziğimize ciddi katkıları olmuş Şah Plak, Kara’nın o kalp kıranı da/kalbi kırılanı da sarıp sarmalayan şarkılarını yayan firmalar oldular. Belki kenarda kalmış bir iki firma daha vardır; ama o kadar, daha fazla değil.
Kara, yeni bir plak yapacağı zaman, “Bana daha fazla verene yapacağım plağımı” diye yollara düşmez ya da başkalarına borazanlar çaldırmazdı. Müzik ya da sinema dünyamızın “para ile imtihanı” 90 ya da 2000’lere özgü bir şey değildir. O zamanlar ortada çok, ya da 90’lar ve sonrasında olduğu kadar çok para yoktu ama, olduğu kadarını olsun kapmak için, akla/hayale gelmez mücadeleler verilir, bunun için atılmadık takla bırakılmazdı. Kara’nın ilgi duyduğu şey ise şarkının (ya da boylu boyunca müziğin) kendisiydi. En iyi nasıl söyleyebilirim, en iyi şarkıyı nasıl bulabilirim, dahil olduğum filme en iyi nasıl katkı sağlayabilirim ve benzeri soruların peşindeydi o; amacı başkaydı, bambaşka güzellikte de şarkılar söyledi.
Sonbahar Rüzgarları
Şimdi artık çok kült bir statüye erişmiş olan “Sonbahar Rüzgarları” mesela, ya da yıllar sonra Muazzez Ersoy’un derme çatma yorumuyla dahi pırıl pırıl parlamasını bilmiş “Sevemedim Karagözlüm” ve “Gözüm Sende” gibi popüler müziğimizin en popüler şarkıları, ilk önce Handan Kara’nın sesinden yayıldılar dört bir yana. Ve şarkılar ünlendikten sonra, sahnelerin diğer “çok meşhur assolistler”i tarafından paylaşılamaz oldu. Kara’nın böyle bir gücü/özelliği de vardı; şarkıya can vermekle kalmıyor, dört bir yana da yayıyor yani “hit” haline getirebiliyordu.
Handan Kara’nın şarkıları, yaşı müsait olanların hayatında derin bir yer kaplamıştır. Yaşı müsait olanların bizzat kendileri bunu bilmiyorsa dahi, bu böyledir. Belkıs Özener örneğinde gördük. Uçan Süpürge ödülünden sonra yayınlanan Özener albümünden sonra en çok sarfedilen cümle şuydu: “Hiç bilmediğimi sanıyordum ama bütün şarkılarını biliyormuşum meğer…” Öyledir tabii. Biz o ya da şu zamanlar sevmiş/ayrılmış, terketmiş/terkedilmiş, mutlu/mutsuz olmuşken; bu şarkıların eli hep omuzlarımızdaydı. Hemen yanıbaşımızdaymışlar! Handan Kara’nın şarkılarını yeniden duymaya başladığımızda da böyle olacak. “Nasıl olabiliyor” da diyeceğiz, “hayatlarımıza bu kadar derin sızmış bu şarkıları/bu sesleri nasıl unutmuş olabiliriz?”
Uçan Süpürge’nin yaptığı yersiz bir kadirbilirlik değil; artık bayağı bir hal almışa benzeyen “nostalji salıncağı”nı sallamayı sürdürmek ise hiç değil. Aylar (kimbilir, belki de yıllar) aldığı belli bir inceleme ve araştırma sonrası veriliyor bu ödüller. Amaç, hayat(lar)ımızın isimsiz kahramanlarına, bilinçaltımızın şifre kırıcılarına, haklarını teslim etmek.
NAİM DİLMENER