NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

İŞTE BU BİZİM HİKAYEMİZ

07 Mart 2021 Pazar 20:54
NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

Biliyorsunuz, geçmişte yapılmış olanları CD üzerine aktarma konusunda pek de parlak durumda sayılmayız. Hep ağırdan aldık bu konuyu, hala da öyleyiz. Kırk yılda bir yapılanlar da, plansız programsız piyasaya verildiğinden, çoğunlukla kimselerin ruhu duymaz ve bir kenarda kala kalırlar. 80’lerin en kıymetli ‘piyanist şantör’ lerinden Ümit Besen’in “Bizim Hikayemiz” albümü de böyle bir albüm. Ben yeni gördüm ve içinde yer alan şarkıları görünce dudaklarım uçukladı. Belki yeni çıktı, belki de aylar hatta yıllar önce çıktı da, tesadüfen rafların görünebilir bir yerine kaymıştı bu sefer. 
‘Kıymetli şantör’ümüz Ümit Besen, 80’lerin en çok satan isimlerinden biriydi. 12 Eylül’lü o tuhaf günlerde, bir de ‘piyanist şantör’ patlaması yaşamıştık biliyorsunuz. Yemeği/içmeyi her zaman abartmış olan o malum kesim ‘Tarabya’yı tıklım tıklım doldurur ve başka kimselere yer bırakmazken; o günlerin boğucu baskısı altında nefes alamıyan bir kesim de kendisini bu tür sanatçıların kasetlerine vurmuş, yerlerde sürünmekteydi. Bayağılığın engellenemez bir şekilde hepimizin üzerine yapışıp kaldığı o günlerde, hepimiz bir şekilde kendimizden kaçıp, kendimizi daha evvel kıyısından bile geçmediğimiz işlere bulaştırdık. Bu ‘piyanist şantör’ hikayesi de bu işlerin bir koluydu: “Tahta Masa”da oturmaktan sıkılan “Nikah Masası” na kalkıp gitti, Ferdi Özbeğen’den bunalan Ümit Besen’e talim etti. 
Kılık kıyafeti, ayakkabıları, fön çekilmiş bıyıkları ve “ooo beyefendi, siz de mi buradasınız bu gece?” sohbetleri ile herkesin acaip ilgi duyduğu biri oldu Ümit Besen. En “sakla koru yarabbim” diyenlerimiz bile, gün geldi direnmekten sıkıldı ve ‘Marmarisli’ nin TRT ekranlarındaki sonu gelmez ‘aba üstünden sopa gösterme’ seanslarından birinden hemen sonra, kendilerini “İşte Bu Bizim Hikayemiz” ya da muadili bir şarkıya kaptırdı.

BEDDUA
Ümit Besen, son birkaç yıldır her yanı sarmış olan ‘geçmişe özlem’ dalgası nedeni ile yeniden gündemde. Çalıştığı yerlerin tıklım tıklım dolup dolmadığını Allah bilir. Bu konuda artık yalnız değil çünkü. Artık son derece postmodern şantörlerimiz var biliyorsunuz. Üstelik piyanonun başına da mahkum mahkum oturmayıp, şarkılarını söylerken, üzerine ayak bastıkları sahneyi, saniyede bilmem kaç kilometre hızla arşınlamaktalar. Fırsat buldukları her saniye de ‘bir eda, bir işve, bir naz’ kuramına bağlılıklarını belirtip, kendilerini göstermek için, repertuarlarının en kıymetli şarkısı olan “Günah Bende mi?” ye sıranın gelmesini beklemekteler. 
Bu şarkıya sıra geldiğinde de, bütün mekanda kıyamet kopuyor, herkes kendini ortaya atıyor ve ter kıyamet, televoleci kameraları avlamaya çalışıyorlar. Ümit Besen ve benzerlerinin çalıştığı mekanlarda işler hala biraz eski usul. Oturaklı müşteriler hala kendilerinin mikrofondan anons edilmelerini heyecanla bekliyorken, şampanyaları bir bir patlatıyor ve nihayet bilmem kaçıncı şişe sonrası atıyorlar kendilerini ortalığa. Yani iki kesimin farkı bir noktaya kadar. Sonunda herkes ‘ortaya atılmak’ noktasında hemfikir. Bu noktaya gelinmesine sebep olan şarkılar ise aynı. Bunun böyle olmasını sağlayan şarkılar 80’lerde ne idiyse, 90’larda da aynı. Aynı standart, aynı sıkıcılık, aynı çirkinlik... Böyle olan şarkılar değil elbette, şarkıların söylenme ya da kullanılma biçimleri. 
Yeniden albüme dönersek: 80’lerin en kült şarkıları toplanmış “Bizim Hikayemiz” albümünde. Çoğunluğunu Bülent Ersoy’un şöhrete ulaştırdığı bu şarkıların her biri neredeyse ayrı bir yazı konusu. Coşkun Sabah tam üç şarkı ile yer almış bu ‘muazzam’ antolojide. “İşte bu bizim hikayemiz, öyle saf öyle temiz” le açılıyor albüm zaten. “Beddua” bir diğer Coşkun Sabah şarkısı. Bu şarkı için ne dense hafif kalır. Bütün olumlu ve olumsuz sıfatları bir araya getirip hepsini bir seferde kullansanız bile yetmez. 
Aynı adı taşıyan filmdeki Mine Mutlu/Bülent Ersoy sahneleri hala gözümün önünde. O günlerin şuursuzluğu, aymazlığı, kaypaklığı hatta kapkaççılığı filme taşınmış gibiydi. Ama adamlar, Bülent Ersoy’a teşekkür edecek yerde sahneye çıkmasını yasakladılar. Ne de olsa ‘ailenin kökeni’ daha derinlerde bir yerlerinden uç vermekteydi. Zaten işleri güçleri tahdit ve sınır koyup durmaktı ya, bunu da yapmaktan bir an bile geri durmadılar.  “Bir Tanrıyı Bir de Beni Sakın Unutma” adı ile bilip sevdiğimiz bir başka emsalsiz Bülent Ersoy şarkısı da “Baharı Bekleyen” adı ile yer almakta albümde. “Şarkının adı neden değiştirilir ki?” gibi masumane bir soru gelebilir aklınıza. Ama bunun sebebi bu kadar masumane değil. 
Ümit Besen ve benzerlerini seyretmeye ve avuç avuç para dökmeye giden çoğunluğun bir dolu benzerliğinin yanında bir de şöyle bir ortak noktaları var: Bu adamlar şarkı adlarını ezberleyemiyor, aklında tutamıyor. Hele hele şarkının adı, bu şarkıdaki gibi biraz uzun olursa. Bu nedenle, bu grup insan, şarkıları genellikle başladığı cümlenin bir bölümü ile ya da ara yerinden bir bölüm ile anar ve herkesin böyle söyledikleri anda onları anlayacağını umar ve beklerler. “Sabile” örneği herkesin aklındadır, ‘nitekim’ Ümit Besen’in de hep aklındaymış ki, o şarkı da bu albümde yer alıyor. Ama çok tuhaf, “Biz Ayrılamayız” adıyla konmuş albüme şarkı. Selami Şahin’in “Senin Olmaya Geldim” ve Muzaffer Özpınar’ın “Tanrım Beni Baştan Yarat” gibi güçlü kuvvetli şarkıları da bu albümde. Sözünü etmeye değer bulmadığımdan değil de, yersizlikten dolayı anmadığım diğer şarkılar da çok hoş, ya da (nerede ve ne niyetle dinliyor olduğunuza bağlı olarak) çok çamur.
Sizi bilmem ama, ben “Tanrım Beni Baştan Yarat” korosuna katıldım o günlerde. Öyle bir dönemdi geçti. Ümit Besen ve şürekası ise hala söylüyor bu şarkıyı. Bir aralar, her kanalın bir falcısı vardı ve bu falcılara göre, bir dileğin gerçekleşmesi için onu kırk defa tekrarlamak yetip de artardı. Galiba yanılmışlar. İlle de 'kırk' tan gitmemiz gerekirse, bizimkilerin işi ancak kırk yıl ile çözülebilecek gibi gözüküyor. O da belki.


BULURSANIZ KAÇIRMAYIN

Bayramın Olsun - Emre - CD
Bizim Hikayemiz - Emre - CD
Nostalji - Emre - CD

 

NAİM DİLMENER

[email protected]



Diğer Yazılar