ANTALYA´DAN GERİYE KALANLAR ...
Eski adının bir parçasıyla; ‘Altın Portakal’ la vedalaşan Antalya, elli ikinci film festivaline ev sahipliği yaptı geçtiğimiz hafta. Ulusal ve uluslararası yarışma filmleri dışında, dünya sinemasından iyi hazırlanmış bir seçki dahil, doksana yakın film vardı programda.
Yıl içinde izleme şansı bulamadığım, ıskaladığım içi dolu yapımlarla başladım koşuya. En beğendiklerime gelince…
Olgunluğu, ne yaptığını çok iyi bilmesi ve yalınlığıyla; bir ilk film olmasına hemen herkesin şaşırdığı Macaristan yapımı ‘Saul fia – Son of Saul / Saul’un Oğlu’ yönetmeni László Nemes’i müjdeliyordu öncelikle. 1944’te Auschwitz-Birkenau’da, toplama kampından alınarak, Nazilere geniş çaplı imha mekanizmalarında yardıma zorlanan Yahudi esirlerden (sonderkommando) birinin omuz başından şahit oluyoruz vahşete. Faşizmin akıl almaz şiddetinde, biricik oğlunu geleneklere uygun biçimde toprağa verme derdindeki Saul’un çırpınışını izlerken, insanlık, her an karanlık tarafa geçebilecek olan dünya, pusuda saklanan akıl almaz kötülük kurcalıyor zihnimizi. Taviz vermez biçimi, hakimiyeti ve incelikli planlarıyla ne denli yaman bir yönetmenle karşılaştığınızı düşünerek, midenize yediğiniz sert yumrukla terk ediyorsunuz salonu. Başka bir şey ‘Saul’un Oğlu’!
The Witch… ABD’li yapım ve kostüm tasarımcısı Robert Eggers’in yazıp yönettiği ilk uzun metrajı, yine yılın en çok konuşulan filmlerinden biriydi kuşkusuz. Saf bir korku filmi ‘The Witch’. Amerika’nın kuzeydoğusunda bulunan New England bölgesinde geçen öykü, cadılık ve kara büyü gibi dönem inanışlarından yola çıkıyor. New England halk öykülerinden esinlenerek perdeye yansımış hikaye, 1600’li yıllarda, yaşadıkları toplumdan uzaklaşarak ıssız bir boşlukta yapayalnız kalan beş çocuklu bir ailenin çözülme ve dağılmasını, ürkütücü biçimde anlatıyor. Biçimin, dili ve atmosferi son derece etkili desteklemesi, filmin, her şeyden önce müthiş bir yönetmeni müjdelediğinin altını çiziyor. Bağımsız sinemanın kalesi Sundance’da, ‘en iyi yönetmen’ ödülünü kazanan; ezber bozan, tabu yıkan korku filmi, püriten (16. ve 17. yüzyıllarda I. Elizabeth’in İngiliz Kilisesi’nde başlattığı reformist harekete karşı çıkan, kendini ‘saflığı’ aramak olarak tanımlayan bir Protestan doktrin ve ibadet şekli) doktrin ve dolayısıyla püriten ahlak meselelerine de incelikle değiniyor. Ters köşe, eleştirel, politik, korkunç, hakiki…
Çok güçlü rakipleri arasından sıyrılarak, Coen Kardeşler başkanlığındaki Cannes jürisinden, ‘altın palmiye’ kazanan ‘Dheepan’ Fransız usta Jacques Audiard imzası taşıyor. Sri Lanka’daki kanlı iç savaştan kaçan eski Tamil gerillası, beraberindeki genç bir kadın ve küçük bir kızla, bir aileymiş gibi davranarak, Paris’in dışındaki toplu konutlarda bulur kendini. Konutun kapıcılığını üstlenen aile, birbirlerini tanımasalar da, yeni bir hayat kurmanın ‘umuduyla’ suçla dolu Fransa gettosunda, ayakta ve birlikte kalmaya çalışacaklardır. Her türlü açık yarasıyla göçmenlik, şiddet ve sevgi… Jacques Audiard, ‘Regarde les hommes tomber / Düşen Adamlara Bak’, ‘Sur mes lèvres / Dudaklarımı Oku’, ‘Un prophète / Yeraltı Peygamberi’ ve ‘De rouille et d’os / Pas ve Kemik’ filmlerinin ardından yine uzun süre konuşulup, tartışılacak, insani bir öyküyle karşımızda. Son tahlilde Audiard, çaktırmadan ‘derinliğimizle’ oynamayı başarıyor.
‘Un conte de Noël / Bir Noel Masalı’, ‘Rois et Reine’ ve ‘Jimmy P. / Düş ve Gerçek’ filmlerinden anımsayacağınız Fransız sinemacı Arnaud Desplechin’in bu yıl Cannes’de ödül kazanan ‘Rohmer’yan filmi ‘Trois souvenirs de ma Jeunesse / En Güzel Yıllarım’, geçmişe dönüp şöyle bir bakmanın filmiydi. İlk aşk ve unutulmaz anlar üzerine, yaşarken karşımıza çıkan tesadüflere hassas olup olmamakla ilgili anlam yüklü büyüme öyküsü, sıcak ve yalındı. İyi yazılmış zeki filmde, usta aktör Mathieu Amalric yine döktürüyordu. Bir diğer alkış da, perdede henüz ilk rolünü oynayan genç aktris Lou Roy-Lecollinet’e gidiyordu kuşkusuz.
Ulusal yarışmaya gelince…
Birkaç cümleyle değinmek gerekirse, festivalden en iyi film ve en iyi yönetmen dahil dört ödülle ayrılan ‘Sarmaşık’, benim de favori filmimdi. Akla ister istemez Serdar Akar’ın 1998 tarihli dramı ‘Gemide’yi düşürüyordu Tolga Karaçelik’in ikinci uzun metrajı. Fantastik tatlar içeren özgün bir sosyo-politik dram olarak nitelendirebiliriz filmi. Yılın yerli sinema adına önemli örneklerinden biriydi; denizin bitip geminin durduğu yerde geçen öykü!
Mustafa Kara imzası taşıyan ‘Kalandar Soğuğu’, yarışmanın sürprizi oldu benim için. Karadeniz’in bir dağ köyünde, sert doğayla, onca imkansızlık, yoksunluk ve yoksullukla mücadele eden aile üyeleri, daha iyi bir yaşam umuduna sarılırlarken, müthiş görüntüler asılı kalıyordu zihne. Bir tek ‘umut’lu ve tartışılabilir finaleydi şahsi itirazım!
Yaman ilk filmi ‘Sonbahar’ ile yüreklerimizde sonsuza dek özel bir yer edinen Özcan Alper’in üçüncü uzun metrajı ‘Rüzgarın Hatıraları’, onun ‘edebiyat’ tadı peşinde koşan sineması adına, çalışılmış, saygın bir kilometre taşı olarak yerini alsa da, Alper’den beklediğimiz o özel ‘ruh’, ‘büyü’ ve ‘parlaklıktan’ bir miktar uzakta duruyordu. Angelopoulos’un görüntü yönetmeni olarak bildiğimiz Andreas Sinanos’un kamerasıyla artı değer kazanıyordu yapım.
Görüntü yönetmenliğinden gelen Emre Konuk, ilk uzun metrajıyla ümit veren genç isimler arasına yerleşti. ‘Çırak’, varoluşun netameli ve karanlık koridorunda, derin sularda yüzmeyi göze almış, yürekli bir öykü anlatıyordu. ‘En iyi yardımcı kadın oyuncu’ ödülünü kazanan usta aktris Çiğdem Selışık, tek kelimeyle unutulmazdı.
Selim Evci, ‘İki Çizgi’ ve ‘Rüzgarlar’ın ardından üçüncü uzun metrajı ‘Saklı’da, en çok mesafe kat eden yönetmen olarak dikkat çekti. Senaryo, özellikle diyaloglar bakımından, önceki filmlerinden kat be kat iyiydi ‘Saklı’. Günümüz ikiyüzlü ahlak anlayışı ve sosyal gerçeklere incelikli bir bakış atan dramda, Türkü Turan’ın ‘güçlü’ performansının hakkının verilmediği düşüncesindeyim.
‘Takım: Mahalle Aşkına’ eli ayağı gayet düzgün, ‘keşke bütün benzer filmler böyle olsun’ dedirten bir popüler sinema örneğiydi. ‘40’ adlı ilk uzun metrajı ile tanıdığımız Emre Şahin imzalı sosyal dram, ‘haklı’ bir neden için ‘bir arada duran’ sıradan insanların umut dolu ve iyi yürekli, naif öyküsüydü.
Erdal Rahmi Hanay, ‘Pia’da, önceki filmlerinin üzerine çıkmış kanımca. Yalın, meseleli, biçimi ve dili üzerine kafa yorulmuş, yürekten bir filmdi ‘Pia’. Hanay’ın ödün vermez bir sineması var. Sesi soluğu ayrı. Takip etmek gerek.
Ufuk Bayraktar, oyunculuğun yanı sıra, yazıp yönettiği ilk uzun metrajıyla, ulusal yarışmada yer aldı. ‘Kümes’, sosyal problemlere parmak basan, iyi niyetli bir dramdı. Hasibe Eren ve Selen Domaç’ın performansları ise dikkat çekiciydi. Bayraktar, yönetmen koltuğuna alışmalı.
Mehmet Eryılmaz, 2008 tarihli ‘Hazan Mevsimi: Bir Panayır Hikayesi’ adlı ilk uzun metrajından yedi yıl sonra çıkageldi. İlk filmdeki karakter, ‘Misafir’de yıllar sonra, küçük kızıyla birlikte baba evine dönüyor ve geçmişin karanlık örtüsü, ‘tutunamayan’ duyarlıklarla açılıyordu. Zümrüt Erkin, akılda yer edici bir kompozisyon çiziyordu.
Ulusal yarışmanın tek belgeseli ‘Artık Hayallerim Var’, önemli sosyal ve politik meselelere değinen, doğru ve düzgün bir yapımdı. Jüri tarafından bir şekilde görülmesi önemliydi kanımca. Bu noktada, şu ciddi meselenin altını çizmek doğru olacak sanırım: Belgeseller, belgesellerle yarışmalı; kurmaca filmlerle değil. On bir kurmaca filmin yanında, kendine; diğerleriyle aynı kulvar ve değerlendirmede yer bulması imkansızdı yapımın.
‘Arama Moturu’, ‘Mommo’ ve ‘Meryem’ gibi iki kalburüstü film çeken Atalay Taşdiken’in farklı bir projesiydi. Anadolu’nun orta yerinde küçük bir kasabada yaşayan halkın rol aldığı anlatı, sıcaktı, samimiydi ama beni; Taşdiken’in neden böyle bir arayışa girdiği konusunda tatmin edemedi. Tekrara düşen sahne ve oluşlar, durumun içtenliğinden ayrılıyordu bir süre sonra.
Serdar Gözelekli’nin yönettiği ‘Muna’ yarışmanın en zayıf filmiydi bana göre. Resmi bir aygıt dili ve bakışıyla yaklaşıyordu perdeye yansıttığı büyük resme. Sinema büyüsü yetersizdi.
Türkiye’deki film üretimine destekte bulunmak, Türkiye sinemasının en önemli ulusal endüstri merkezi olmak, sektörel iletişimi ve dayanışmayı arttırmak amacındaki oluşum, ‘Antalya Film Forum’, festivalin çok konuşulan ortak yapım ve proje geliştirme platformu olarak dikkat çekti. Ustalık sınıfları, paneller ve atölyelerin yanı sıra, Pitching platformu ve Work in Progress platformlarına ek olarak, proje aşamasındaki belgesel projeler, belgesel Pitching platformu kapsamında yarıştı. Jeremy Irons, Vanessa Redgrave, Kathleen Turner ve Franco Nero, festivalin ağırladığı önemli isimlerdi. Özellikle Irons ve Redgrave söyleşileri, akılda kalıcı ve zihin açıcıydı.
ÖZETLE
Bir festivali daha geride bırakırken, 53. Festival için en önemli beklenti ve dilek, belgesel ve kısa filmlerin ‘seçki’ değil, kendilerine ulusal ve uluslararası yarışma kategorilerinde yer bulması olmalı. En az kurmaca kadar önemli olan belgesel ve kısa filmler, hiçbir sınırlama ve engel olmadan jürili biçimde yarışmalılar. Saygın ve iddialı bir festivalden beklenen de bu olmalı kuşkusuz. Herkesi sevgiyle kucaklayan, aynı mesafede duran, sanatın özgür, yenileyici, besleyici yanını, koşulsuz sahiplenmiş film şenlikleri demek festivaller. Sanatçısı, eleştirmeni, basını ve izleyicisi ile bir bütün olmak. Endüstri ancak böylelikle sağlıklı bir bünyede gelişme olanağı bulur. Üreten film ekipleriyle, eleştirmenlerin, yapım kanadıyla, sinema üzerine kalem oynatan ve düşünenlerin, sinemanın hemen her alanında gayret gösterip, destek verenlerin şenliğidir festivaller. Onat Kutlar ustanın ölümsüz deyişi gibi aynı: ‘Sinema bir şenliktir’.
ÖDÜLLER:
Ulusal En İyi Film: Sarmaşık
Ulusal En İyi Yönetmen: Tolga Karaçelik (Sarmaşık)
Ulusal En İyi Senaryo: Sarmaşık (Tolga Karaçelik)
Ulusal En İyi Kadın Oyuncu: Nuray Yeşilaraz (Kalandar Soğuğu)
Ulusal En İyi Erkek Oyuncu: Nadir Sarıbacak (Sarmaşık)
Ulusal En İyi İlk Film: Çırak (Emre Konuk)
Ulusal En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Çiğdem Selışık Onat (Çırak)
Ulusal En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Kaan Çakır (Muna)
Ulusal En İyi Sanat Yönetmeni: Takım: Mahalle Aşkına
Ulusal En İyi Kurgu: Takım: Mahalle Aşkına
Ulusal En İyi Görüntü Yönetimi: Rüzgarın Hatıraları
Ulusal En İyi Müzik: Rüzgarın Hatıraları (Özcan Alper)
Ulusal Yarışma Seyirci Ödülü: Kümes (Ufuk Bayraktar)
Behlül Dal Jüri Özel Ödülü: Takım: Mahalle Aşkına
Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Kalandar Soğuğu
Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü: Saklı (Selim Evci)
Antalya Film Destek Fonu Ödülü: Kar (Emre Erdoğdu)
Uluslararası En İyi Film: Taşa Yazılmış Hatıralar (Şevket Emin Kurki)
Uluslararası En İyi Yönetmen: Hany Abu Assad (Ya Tayr El Tayer)
Uluslararası En İyi Senaryo: Kayıp Kızlar (Alexandra-Therese Keining)
Uluslararası En İyi Kadın Oyuncu: Alba Rohrwacher (Sangue del mio sangue)
Uluslararası En İyi Erkek Oyuncu: Haydar Şişman (Kalandar Soğuğu)
Uluslararası En İyi Müzik: Kuşatılmış (Goran Radovanoviç)
Uluslararası Yarışma Seyirci Ödülü: Rüzgarın Hatıraları (Özcan Alper)
Uluslararası En İyi Senaryo: Kayıp Kızlar
Sosyal Sorumluluk Ödülü: Uzun İnce Bir Yoldayım
Altın Portakal Emek Ödülü: Sonay Kanat
Yaşam Boyu Onur Ödülü: Franco Nero
Belgesel İzleyici Ödülü: Zerk (Uluç Erdem Ersen)
Kısa Film İzleyici Ödülü: Zilan (Mehmet Mahsum Akyel)
ANTALYA FİLM FORUM (AFF) ÖDÜLLERİ:
DigiFlame Renklendirme ve Görsel Efekt ödülü - İyilik (Yapımcı: Sevil Demirci yön: Özgür Sevimli)
AFF Villa Kult Berlin Artistik Destek Ödülü - Yurt (Yapımcı: Evrim Sanal Yön: Nehir Tuna)
Belgesel Pitching Jüri Özel Ödülü-Antoine Köpe´nin Anıları (Yapımcı: Elsa Ginoux Yön: Nefin Dinç)
Belgesel Pitching Ödülü- Mr Gay Suriye (Yapımcı: Cem Doruk Yön: Ayşe Toprak), Olimpiyat (Yapımcı: Tuğçe Taçkın Yön: Efe Öztezdoğan)
Kurmaca Pitching Ödülü Jüri Özel Ödülü- Siyah Atların Ölümü (Yapımcı: Gülistan Acet Yön: Ferit Karahan)
Kurmaca Pitching Ödülü: Kelebekler (Yapımcı-Yönetmen: Tolga Karaçelik), Yatılı Okul (Yapımcı: Bilge Elif Özköse Yön: Rezan Yeşilbaş)
Work in Progress Ödülü- Rauf (Yapımcı: Soner Caner, Burak Ozan Yön: Barış Kaya, Soner Caner)
MURAT ERŞAHİN