29 OCAK 2010
Bu hafta vizyondaki film sayısı dört. Sömestr tatilinde özellikle çocukların beğenisine sunulan üç boyutlu animasyon ´´Garfield Süper Kahraman´´, haftanın izleyemediğim tek filmi. Diğerleri, notlarımızda yer alıyor. Herkese iyi seyirler!
ADA
´Bir düğüne gittik, yediler!´… Bir grup arkadaş, yakın dostlarının düğününe katılmak üzere Büyükada´ya giderler. Eğlenceli başlayan düğünü bir süre sonra zombiler basar ve ortalık kan gölüne döner. Bir el kamerasıyla perdeye yansıyan olaylar, yerli sinemanın ilk zombi filmine konu teşkil etmiş. Bu işi yapan ikili de bizim çocuklar. Meslektaşım ve dostlarım Talip Ertürk ile Murat Emir Eren. İki kafadar filmlerini gerilla usulü çektiler. Bunu biliyorum. Genç isimlerden oluşan oyuncu kadrosuna Taner Birsel eşlik ediyor. Sırrı Süreyya Önder, Cansel Elçin ve birçok eleştirmen-sinema yazarı arkadaş, filme konuk oyuncu olarak destek vermeye çalıştılar. Yakın arkadaşının, eşinin, dostunun filmini eleştirmek güç. Ama bizimkiler de eleştirmen olduğu için, bu ilk filmlerini, ´deneme mahiyetinde´ gördüğümü söylemekte yarar var. Bir ilk de benden; ´gereken eleştiriyi aile içinde yapacağım bu kez´… Neyse, ´bir filme gittik, yediler!´
İNTİKAM PEŞİNDE
Tecrübeli bir cinayet masası dedektifinin kızı, babasının gözleri önünde vurulur. Herkes, asıl hedefin acılı baba olduğunu düşünmektedir. Kızının ölümünü araştırmaya başlayan dedektifin karşılaştığı gerçekler, şüphelerinden bile daha karmaşık ve tedirgin edicidir. Devletin gizli ve kirli işleri vardır karşısında... 1985´te BBC´de 6 bölüm halinde yayınlanmış ve altı dalda BAFTA ödülü kazanmış politik gerilim türündeki başarılı televizyon dizisinin sinema uyarlamasını, diziyi de yönetmiş olan Martin Campbell imzalamış. ´´Golden Eye´´ ve ´´Casino Royale´´ olmak üzere iki James Bond filmi yönetmiş, ´´The Mask of Zorro´´, ´´Vertical Limit´´ ve ´´The Legend of Zorro´´ gibi başarılı gişe filmleri çekmiş olan Martin Campbell, egemen olduğu öyküyü perdeye başarıyla taşımayı bilmiş. Senaryo´da ´´The Departed / Köstebek´´ ile Oscar kazanmış usta senarist William Monahan´ın imzası var. Başrolü üstlenen isimse, Mel Gibson. Gibson, adalet arayan acılı baba rolünde çok iyi. Üzerinde yorgun bir pardösü, doğru bildiği yoldan şaşmamış, kirli işlere bulaşmamış, namuslu polis, düzgün ´eski adam´ rolünde Eastwood´vari bir halde yansıyor perdeye. Yaşlanmış, yorgun ama gereği neyse yapan bir kanun adamı o… Kanıtları yok etmekle görevli gizli hükümet elemanı, ´son ütücü´ rolünde tecrübeli İngiliz Ray Winstone, zihne mıhlanan bir performansla oynuyor. 1985´teki dizi, soğuk savaş döneminde Thatcher yönetiminden esin almış. Film, günümüz gerçeklerini, acımasız dev şirketlerin, sistem ve devletle olan kirli işbirliğini, gözü dönmüş kapitalizmin küçük insanı hiçe sayan kudurmuş azgınlığını bir kez daha hatırlatıyor izleyicisine. Politik dram, öyküsünde yer alan baba-kız ilişkisini olabildiğince incelikli işlemiş. Hayatındaki en önemli şeyi, anlamını, kızını, bir tanesini yitiren bir babanın acısını yüreğinizde duyuyorsunuz. Ölen kızın, babasına olan düşkünlüğünü de. Babasını, meraklı gözlerle tıraş olurken izleyen küçük kızı kadar saf ve temiz ne var dünyada? Filler tepişirken ezilen çimenler gibi, yok olan bütün güzelliklere karşı vücut bulan kötücüllükler ne kadar zalim olsa da, insandan ve adaletten yana umudu yaşatmanın anlamı var ya…
İLİŞKİ DURUMU: KARMAŞIK
Yıllar önce boşanmış üç çocuklu bir çift, ´bir yangının külünün yeniden yakılmasıyla´ ´gizli ve saklı´ bir ilişkiye başlarlar. Yeniden yaşamaya başladıkları yeni hayatlarıyla, sorumluluklarının karşısında, alışkanlıkları ve tutkuları dikilip durmaktadır. Evlilik, boşanma, yeniden birlikte olmak, özgürlük, arayış, affetme, kabullenme, geçmiş-kayıp yıllar, aşk, sevgi ve dostluk… Türün dozunu iyi ayarlayan ´tatlı su´ yönetmeni Nancy Meyers imzası taşıyan romantik komedi için ´Meryl Streep şov´ demek yanlış olmaz. Usta aktris, hayran olunası performanslarından birini daha sergilemiş filmde. Böyle bir yetenek bu dünyaya ait olamaz diye düşünüyor insan. ´Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler´ ile ´gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin´ tonundaki yapımın yükü, sadece ´otomatik bir sigorta´ olan Meryl Streep´in omuzlarına bırakılmış. Tekrarlarla dolu, gereksiz uzatılmış ve sulandırılmış bir boşluk duruyor geride. Adam Baldwin ve Steve Martin, Streep ile birlikte oldukları her sahnede, oldukça sevimsiz ve yetersiz görünüyorlar. Bir süre sonra Alec Baldwin´in göbeğini izlemekten fenalık geliyor içinize. Meryl Streep ve bazı hoş anlar hatırına izlenebilecek, seyri rahat bir hafta sonu filmi var karşımızda. O kadar.
MURAT ERŞAHİN