Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

29 NİSAN 2022

28 Nisan 2022 Perşembe 19:58
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!

 

ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Imitation of Life / Zehirli Hayat
(Yönetmen: Douglas Sirk / 1959)

Suddenly, Last Summer / Bir Yaz Macerası
(Yönetmen: Joseph L. Mankiewicz / 1959)

Cat on a Hot Tin Roof / Kızgın Damdaki Kedi
(Yönetmen: Richard Brooks / 1958)

A Streetcar Named Desire / İhtiras Tramvayı
(Yönetmen: Elia Kazan / 1951)

The Maltese Falcon / Malta Şahini
(Yönetmen: John Huston / 1941)


 

Vizyonda bu hafta (29 Nisan 2022)

Beşi yerli yapım olmak üzere, toplam on yeni film merhaba diyor Nisan ayının son haftasına!
Haftanın notlarımızda yer alan iki filmi İsviçre-Fransa-Ukrayna ortak yapımı ödüllü dram ‘Olga’ ile Nicholas Cage’in başrolde olduğu mizah dozu yüksek macera ‘The Unbearable Weight of Massive Talent / Yetenekli Bay Cage’.


OLGA

-Madalya mı, memleket mi?-

Elie Grappe’nin ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi, Cannes’den Eleştirmenler Haftası’nda elde ettiği SACD Büyük Ödül’ün yanı sıra, birçok prestijli festivalden ödüllerle dönmeyi başarmıştı! On beş yaşındaki Ukraynalı başarılı jimnastikçi Olga, ülkesindeki karışıklığın, başkent Kiev’deki turuncu devrimin kaosu içinde milli takıma ve olimpiyatlara hazırlanmaktadır! Ukraynalı muhalif bir gazeteci olan annesi, Olga’yı; güvende olması ve spora devam etmesi için babasının memleketi olan İsviçre’ye yollar. Kariyerinin zirvesindeki tüm sporcular gibi, hayali Olimpiyat oyunlarında altın madalyaya ulaşmak olan Olga, yeni milli takımına uyum sağlamak için elinden geleni yapmakta ve memleketi için kaygılanmaktadır. Annesi ve çok sevdiği arkadaşlarını geride bırakan genç kız, içinde kopan fırtınalarla mücadele etmeye çalışırken, tutkun ve çok başarılı olduğu jimnastik sporunu da ihmal etmeme gayretindedir!
Olga karakterini, 2016 Gençler Avrupa Şampiyonası’nda Ukrayna’yı temsil eden eski Ukrayna milli takım sporcusu Anastasia Budiashkina müthiş bir başarıyla canlandırmış. Sanki profesyonel sporcu değil de kırk yıllık bir aktris! İsviçre’nin ‘en iyi yabancı dilde film’ dalında Oscar aday adayı olan filmdeki diğer jimnastikçilerin de gerçek sporcular tarafından canlandırıldığı yapım, dünyanın yaşanması gerçekten zor, hatta imkânsız bir yer olduğunun altını bir kez daha kalın çizgilerle çiziyor. Siyaset, spor, insanın insana yaptığı zulüm ve yürekteki dinmez acılar…
Batının ikircikli, acımasız ve duyarsız, hatta faşizan yüzünü, Olga’nın baba tarafından ailesiyle katıldığı Noel yemeğinde kısacık planda sergileyen etkileyici dram, idealler ve gerçekler arasında seçimler yapmak zorunda kalan gencecik insanların dramı bir bakıma! ‘Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?’ derken uzatmadan, yalın, net, cesur söylüyor söyleyeceğini Olga ve dolayısıyla film! (3,5 / 5) 

 

YETENEKLİ BAY CAGE

-Nicolas Cage’i hatırlıyoruz!-

Tom Cormican imzalı mizah içeren bir macera. Nicolas Cage, ‘Nicolas Cage’ rolünde! Usta aktöre, Pedro Pascal, Sharon Horgan, Neil Patrick Harris ve Tiffany Haddish eşlik ediyorlar! Artık Hollywood’dan istediği işleri alamaz olan, başta ergen kızı olmak üzere, ailesi ile sorunlar yaşayan ve parası da suyunu çekmeye başlayan aktör Nick Cage, çaresizlikten kendisinin büyük bir hayranı olan zengin iş insanı Javi Gutierrez’in, Mallorca’daki malikânesinde düzenlenecek doğum gününe katılması için gelen bir milyon dolarlık teklifi kabul eder. Mafya mensubu olduğu düşünülen Javi ile iyi anlaşan Cage, CIA adına ajanlık yapmak durumunda kalacaktır!
Film boyunca sinema tarihinde kendi zevki üzerinden gezinen Nicolas Cage’in başta Alman Dışavurumcu sineması klasiklerinden ‘Das Cabinet des Dr. Caligari / Dr. Caligari’nin Muayenahanesi’ olmak üzere birçok önemli referansla sinemaya saygı sunduğu komedi, hafif dozda aksiyon da içeriyor. Sonrasında, Nicolas Cage’in rol aldığı filmleri anmaya ve Nicolas Cage müze ziyaretine dönüşüyor öykü bir anda! 
Satirik değinilerle Hollywood gerçeğini tiye alan yapımın anahtar kelimesi ‘hafiflik’! Bu bilinçli stüdyo tercihi de elini zayıflatıyor filmin. Zayıf aksiyon, serüven, tempo… Her şey bir çuval dolusu inciri berbat etmekle ilgili… Bambaşka yerlere gidebilecek, bambaşka şeylere dokunabilecekken, ani bir u dönüşü ile sığ ve tatlı sularda yüzmeyi seçmiş ve ‘sistemle’ yeniden el sıkışıp barışmış öykü, uçucu bir avantür olarak; iki buçuktan üç notuyla değerleniyor bünyede ancak! (3 / 5)

 

Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…

Pierre Perifel’in yönettiği üç boyutlu animasyon ‘The Bad Guys / Kim Demiş Kötüyüz Diye?’, suçlu hayvanlardan oluşan usta bir haydut çetesinin örnek birer vatandaş olmaya çalışmasını konu alıyor.
Taneli Mustonen’in yönettiği korku filmi ‘The Twin / İkiz’, Finlandiya yapımı. Bir annenin yüzleşmek zorunda kalacağı dayanılmaz gerçek! Başrolü Teresa Palmer üstleniyor.
Mısır’dan çıkagelen ‘For Ziko / Zeko İçin’ Peter Mimi’nin yönettiği bir komedi. Ülkenin en zeki çocuğu yarışmasına katılacak olan Zeko ve ailesinin bu yolculuk sürecinde yaşadıkları…
Oğuz ve Celal Öztürk’ün birlikte yazıp yönettikleri komedi türündeki ‘Tam Kafadan Karavana’, mali sıkıntılarla boğuşan bir e-spor takımının, zorlu şartlarda turnuvaya hazırlanmaya çalışması sırasında yaşanan mizahi olayları konu ediniyor. Ali Biçim, Mesut Can Tomay, Efekan Can ve Burak Güneş, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Mesut Erbaş ve Hakan Yusufoğulları’nın yazıp yönettikleri korku öyküsü ‘Zebun’, eşi Esma ve küçük kızı ile birlikte mutlu bir hayatı olan Kenan’ın, yaptığı bir iş seyahati sonrası görmeye başladığı halüsinasyonlar sonucu değişen yaşamını izliyoruz. Hakan Akgün ve Sema Şimşek başlıca rolleri üstlenmişler.
‘Aynasız Haluk’, Bülent İşbilen’in yönettiği macera içeren bir romantik komedi. Tolgahan Sayışman, Algı Eke, Sarp Bozkurt, Öznur Serçeler ve usta aktör Erdal Özyağcılar, oyuncu kadrosunun öne çıkan isimleri. Haluk, karısı oğlunu alıp kendisini terk ettiğinden beri hayatla bağını koparmış sadece mesleğine sarılmış bir komiserdir. Suçluları takıntılı bir şekilde yakalamaya çalışırken çoğu zaman kuralları hiçe sayar. Uzun zamandır peşinde olduğu suç şebekesini çökertmek için eline bir fırsat geçtiğinde, fazla kilolarından, hantal duruşu ve bakımsız halinden kurtulmak zorunda kalır! Dönüşümü tamamlandığında bir yıldızın hayatını yaşamak Haluk’un dengesini bozsa da oğlunun gözünde bir kahraman halini alır. Haluk, onu bu değişime hazırlayan menajer Aslı’yla birlikte suç dünyasının içinde aksiyonu yüksek bir maceraya dalacaktır!
Hakan Aydın’ın yönettiği korku filmi ‘Yakaza: Zehirli Kabile’, yaşadıkları köyde bir anda tüm düzenleri bozulan bir ailenin hikâyesini konu alıyor. Şükran Çağman, Kahraman Tayfur, Ayşegül Kaygusuz, Mısmıs Özkan ve Dilara Ayata, oyuncu kadrosunda karşımıza çıkan isimleri oluşturuyorlar.
Başlıca rollerini Uğur Çavuşoğlu, Zehra Başaran ve Gonca Yakut’un üstlendikleri dram ‘Annemin Zamanı’, Hüsnü Hakan Gürtop imzası taşıyor.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!


 

TARİHTE BU HAFTA

On bir ve altı yıl önceye, 2011 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.


Vizyonda bu hafta (29 Nisan 2011)

Kalabalık vizyonda film sayısı sekiz. Notlarımız arasında bulunmayan tek film, miniklere seslenen animasyon ‘Panda: Sihirli Yol’. Herkese iyi seyirler!

BENİ ASLA BIRAKMA
Japonyalı usta yazar Kazuo Ishiguro’nun aynı adlı romanından perdeye uyarlanan filmi, karanlık gerilim-dram ‘One Hour Photo’ ile tanıdığımız video klip yönetmenliğinden yetişme Mark Romanek yönetmiş. Eseri uyarlayan isimse, 2000 tarihli ‘The Beach’in yazarı Alex Garland. Kapkara bir öykü karşımızdaki. Yürek söken bir öykü. Alternatif bir dünyadayız, katı bir program çerçevesinde genç insanlar, organlarını birer birer vererek ‘tamamlanmaya’, ‘yok olmaya’ hazırlanıyorlar. Faşizan, insanı hiçe sayan düzen bütün dünyanın gerçeği. Nerede, nasıl bir gerçeklikte olursak olalım, tamamlanmayı beklemiyor muyuz hepimiz? Şu veya bu biçimde. Kesin olan, sona doğru ilerleyişimiz. Özgürlük sadece bir şarkı adı… Adam Kimmel’in, hikâyenin ruhunu kurduğu kamerası, 1978’den 90’ların ortasına denk düşen ve Britanya’yı fon alan anlatının, Luther Dixon imzalı ve Jane Monheit’ın yorumuyla zihnimize çakıldığı şarkı: Never Let Me Go… Tarifsiz kederlere sürüklenirken yanınıza sadece yalnızlığın yün hırkasını aldığınız karanlık bir rapsodi.

ZEFİR
Ödüllü kısa filmi ‘Poyraz’dan sonra Belma Baş’ın ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi, filme adını veren Zefir adlı kız çocuğunun öyküsü. Anneannesi ile dedesinin Doğu Karadeniz dağlarındaki yayla evinde annesini bekleyen Zefir, büyük bir hayal kırklığı yaşar. Annesi, uzun bir yolculuk öncesi kızı ve ailesiyle vedalaşmaya gelmiştir. Anne ile kız arasındaki özel ilişki, nefret, öfke, ölüm, doğanın kesin kuralları, masumiyet denen olgu, gerçek ve düş. Karanlık tarafa gülümseyen öykü, iddialı bir görüntü yönetimine sahip. Eli ayağı oldukça düzgün bir ilk film. 30. İstanbul Film Festivali’nde Belma Baş’ın ‘Zefir’le ‘En İyi Senaryo’ ödülünü kazandığını da ekleyelim.

İÇİMDEKİ YANGIN
30. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma’da Altın Lale için yarışan Kanada filmi, En İyi Yabancı Film Oscar’ına aday gösterilmişti. Benim de aralarında olduğum FIPRESCI (Uluslararası Sinema Yazarları) jürisi tarafından da değerlendirilen film, yürek söken çok acımasız bir dram. ‘Polytechnique’ adlı filmiyle tanıdığımız Denis Villeneuve tarafından yönetilen yapım, Wajdi Mouawad’ın ünlü oyunundan uyarlanmış. Annelerinin ölümünün ardından Lübnan’da giden ikiz kardeşler, tahmin bile edemeyecekleri gerçeklerle yüzleşirler. Acı dolu bir coğrafyanın, tekil şahıslar üzerinden bütün bir topluma yönelen kadersiz tarihi. Açık yaraları tedavi etmenin zorluğu. İzleyiciyi, kabul edilmesi ve izlenmesi acı veren gerçeklerle buluşturan film kuşkusuz etkili bir yapım.

HIZLI VE ÖFKELİ 5: RİO SOYGUNU
Rob Cohen’in yönettiği ve ilk kez 2001’de perdeye yansıyan ‘The Fast and the Furious / Hızlı ve Öfkeli’ oldukça beğenilip, gişede büyük iş yapınca bir seriye dönüşmüştü. Fakat filmin çekirdek kadrosu değişince ikinci ve üçüncü film, orijinalinin gücünden uzak kalmıştı. Yapımcılar, serinin iki yıldızı Vin Diesel ve Paul Walker’ı dördüncü filmde yeniden bir araya getirdiler. Öze dönüş, beşinci filmle sürüyor. Perdeye yansıyanlar ise orijinal filmin izleğinde ilerleyen keyifli anlar. ‘The Rock’ olarak da bilinen Dwayne Johnson’un kadroya katılımıyla serinin belki de en nefes kesici, en heyecanlı filmine dönüşüyor beşinci macera… Hızlı arabalarımız, incelikli bir soygun planı ve perdeden salona yayılan adrenalin, bu kez Rio sokaklarında. Latin ateşinin aksiyon, mizah ve romantizmi müthiş bir tempoda buluşturduğu film, beylik tabiriyle keyif veren bir seyirlik.

THOR
İskandinav mitolojisinde baba tanrı Odin’in oğlu olan Thor, yıldırım ve şimşeklerin tanrısı olarak bilinir. Elindeki kocaman çekiç ve tükenmez gücüyle insanlığı koruyup kollamaktır görevi. Aynı zamanda Marvel Comics’in ünlü kahramanlarından birine de ilham kaynağı olmuştur mitolojik kahraman. Stan Lee, Jack Kirby ve Lary Lieber üçlüsünün ürünü Thor, ilk kez 1962’de buluşmuştur okuyucuyla. Sonunda beyazperdeye de uyarlanan Thor, Shakespeare uzmanı Kenneth Branagh’a emanet edildi. Branagh, Shakespeare eserlerinde yer alan iyi-kötü çatışmasının, iktidar, güç, siyaset, meydan okuma temalarının ve birbirine karışmış duyguların Thor’un öyküsünde fazlasıyla yer aldığına inandığını açıklıyor. Genç, atletik ve yakışıklı aktör Chris Hemsworth, Thor rolünde. Natalie Portman, kuğu kostümünü çıkararak projeye dahil olmuş. Sir Anthony Hopkins, Stellan Skarsgard ve Rene Russo’da, oyucu kadrosunun güçlü isimleri. Yeryüzüne sürgüne gönderilen Thor ile uzay ve gök bilimleri uzmanı Jane’in duygusal öyküsü, kötü güçlerin dünyayı ele geçirme planları odaklı aksiyonu bol fantastik bir macerada işlenmiş. Özellikle tür ve çizgi roman meraklıları için kaçırılmaz bir seçenek.

PİNA 3D
2009 yılında hayata veda eden efsane sanat yönetmeni ve koreograf Pina Bausch için çekilmiş üç boyutlu film usta yönetmen Wim Wenders imzalı. Büyük Alman sanatçının nefes kesen eşsiz sanatı, dans; beyazperdede oldukça kişilikli bir şölen olarak duruyor. ‘Tanztheater / Alman Dans Tiyatrosu’ akımının öncü ismi, ‘Tanztheater Wuppertal Pina Bausch’ topluluğunun kurucusu ve her şeyi Pina Bausch’un yaratım dünyasına fon oluşturan Wuppertal şehri de filmin önemli noktalarından biri. Sanatçının şehrin yapısından da beslenen dünyası, hüzün, aşk, kırılganlık ve yalnızlıktan oluşan dans evrenini evrensel bir boyuta taşıyor. Topluluğun dünyaca ünlü dansçılardan oluşan üyeleri, ustalarını anarken onun eserlerini yine Pina’nın eşsiz koreografileri eşliğinde canlandırıyorlar. Wenders’in, ünlü sanatçının ölümünden önce çekimlerine başladığı yapım, Pina Bausch’un ‘Cafe Muller’, ‘Sacre Du Printemps’, ‘Vollmond’, ‘Kontakthof’ isimli dans eserlerinden oluşuyor. Bir ömürden ve de… Sanata, dansa, insan duyarlılığına, yaşadığın şehre, dünyaya, farkındalığa adanmış özel bir ömürden… Wenders, her zamanki ustalığıyla, bir sanatçının hayran olunası iç dünyasını gözler önüne sererken, Pina Bausch başta olmak üzere belki de insanı ve bütün insanlığı kapsayan ortak duyguları dans ve müziğin şiirsel gücüyle anlatıyor. ‘Dans et, dans et’ diyor Pina ve ekliyor; ‘yoksa yok olup gideceğiz.’

TEHLİKELİ TUTKULAR
İrlandalı kısa film yönetmenleri Lisa Barros D’Sa ve Glenn Leyburn’un ilk uzun metraj filmleri 2009 tarihli. İki yıl rötarla sinemalara uğrayan İngiliz yapımında başrolleri, ‘Harry Potter’ serisinde büyüyen Rupert Grint ile Robert Sheehan, Kimberley Nixon ve James Nesbitt üstlenmişler. Üçlü bir aşk ve dostluk ilişkisi. Fonda, kolu kanadı kırık bir gençlik var. Uyuşturucu, cinsellik ve adanın sosyo ekonomik gerçekleri altında nefes alıp veren bir ilk gençlik hikâyesi. Bütün farklılıklara rağmen dost olabilmek. Dostun için yapacağın şeyler. Hepsinin ötesinde genç ve masum kalplerin çıplak portresi. Hayal kırıklıkları, eksiklikler, acılar, kötü gidişat, üşüyen yerlerimiz, gelecek, belirsizlik, gerçekler, aşk ve belki de güvenilecek tek liman olan dostluk.

 

Vizyonda bu hafta (29 Nisan 2016)

Kalabalık bir hafta daha! Yeni vizyon beraberinde hemen her beğeniye seslenen on yeni filmle geliyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler. 

YENİ AHİT
Tanrı gerçekten var. Brüksel’de mütevazı bir dairede eşi ve küçük kızıyla yaşıyor! ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Altın Küre adayı olan Belçika-Fransa-Lüksemburg ortak yapımı fantastik komedinin yönetmeni Belçikalı sinemacı Jaco Van Dormael. ‘Le huitième jour / 8. Gün’ ve ‘Mr. Nobody / Bay Hiçkimse’ filmleriyle tanıdığımız rafine sinemacı, yeni filminde,  Jean-Pierre Jeunet ve Marc Caro evrenine benzer bir atmosfer yaratmış. Huysuz ve kötücül tanrı, kızına ve karısına çok kötü davranan zalim ve acımasız biri. Masım kızı Ea, babasına kızıp, dünyadaki herkesin ölüm tarihlerini kendilerine gönderince, işler çığrından çıkıyor doğal olarak. Ea, çamaşır makinesi yardımıyla evden kaçıp, soluğu gerçek dünyada alınca, Tanrı’da onu izliyor tabii. Kızının amacı altı yeni havari bulmak ve yeni ahiti yazmak. Benoît Poelvoorde, Catherine Deneuve, François Damiens ve Yolande Moreau’ya, yetenekli genç oyuncu Pili Groyne eşlik ediyor. Provokatif, komik, ironik, düşündüren, dokunaklı ve olabildiğine hınzır film, yapım tasarımı ve son derece zeki metni ile dikkat çekiyor. Aradığı gerçek mutluluğu, hakiki olmayı yeğleyen bir canlıda, bir orangutanda bulan olgun kadın, kutba dek takip ettiği kuşla birlikte kilometreler kat eden adam, gerçek aşkı arayanlar, sapkınlar, düşkünler, acizler, azizler, hemen her şeyiyle insanlar… Gerçeküstü komedi, ilk gösterimini Cannes’da ‘Yönetmenlerin On Beş Günü’ bölümünde yapmış, ülkemizde ise ilkin, filmekimi’nin programında yer almıştı. Ölüm, yanı başındaki hayat, kader denen olgu, inanç, aradığımız anlamlar, içinde nefes alıp verdiğimiz sistem, cesur, yaratıcı ve eğlenceli biçimde yansımış perdeye. Bazı anlar da hüzünlü. Herkesin bir şarkısı vardır diyor film. Elbette. Şarkıların şarkısı Charles Trenet imzalı ‘La Mer’ çalmıyor mu sonra… Kuşlar havalanıyor yüreğinizin iç cebinden! (4 / 5) 

BROOKLYN
Genç İrlandalı göçmen Eilis, 1950’li yılların Brooklyn’ini evi yapmaya kararlıdır. Colm Tóibín’in aynı adlı romanından usta senarist Nick Hornby’nin perdeye uyarladığı romantik dramı, John Crowley yönetmiş. Saoirse Ronan’ın başrolde son derece ikna edici ve zihinde kendine yer ayıran performansına eşlik eden diğer isimler, Domhnall Gleeson, Emory Cohen ve iki usta oyuncu; Jim Broadbent ile Julie Walters. Amerika’nın vaatkar geleceğinden etkilenen genç Eilis, ablasının yüreklendirmesiyle, binlerce yurttaşı gibi, yeni dünyaya götürecek olan gemide bulur kendini. Yerleştiği Brooklyn’de, yeni bir başlangıç için aklı başında adımlar atmaya başlayan genç kadın, İtalyan asıllı bir ailenin oğlu olan Tony ile tanışır. Kısa zamanda birbirlerine aşık olan çift, yıldırım nikahı ile evlenirler ama İrlanda’dan gelen kara haber, yolunda giden her şeyi tersine çevirir. Ev kalbini bıraktığın yerdir mottosunu farklı bir açıdan mercek altına alan film, göçmenlerin yarattığı yenidünyaya bir güzelleme olmasının ötesinde, genç bir kadının kendi yolunu seçmesi ve ayakları üzerinde durması hakkında modern bir şehir masalı anlatıyor. İki ülke arasındaki, iki erkek arasındaki ve iki ‘ev’ arasındaki seçimin akıl ve kalp karşılaştırması, gerçekten övgüye değer bir yapım tasarımı ile öykülenmiş. Sanat yönetimi üst düzey. ‘En İyi Film’, Saoirse Ronan ile ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ve ‘En İyi Uyarlama Senaryo’ dallarında Oscar adayı olan yapım, toplam iki yüze yakın ödül adaylığıyla geçtiğimiz yılın en revaçta filmleri arasında yer alıyordu. Hikâyesinin sınırları belli olsa da, iyi çekilmiş, iyi yazılmış, iyi oynanmış romantik film, özellikle perdeye sık yansımayan kadın öyküleri açısından ilgiye değer. (3 / 5)

KURDUN UYANIŞI
1967’de Çin. Mao Zedong’un Kültür Devrimi sırasında, şehirli öğrenciler, kırsal bölgede yaşayan yerel köylü halkı eğitmek için uzaklara gönderilirler. Moğolistan’ın iç kısımlarına gönderilen Chen Zhen de, bu öğrencilerden biridir. Göçmen halka çobanlık öğretmesi için gönderilen genç adam, enfes ama vahşi doğada, var olmak, sorumluluk ve özgürlük adına çok şey öğrenecektir. İnsan-doğa çatışması özelinde, kurtlar, insanlar, istilacılar, yerliler, otorite, vahşet, dünyanın gerçek sahipleri, doğanın sesi ve gökyüzünden uzanıp giden bulutlar üzerine özel bir film, dramatik macera. Çin-Fransa ortak yapımı, usta yönetmen Jean-Jacques Annaud imzası taşıyor. Moğolistan topraklarında yaşayan kurtların eğitiminin çok zor olması sebebiyle, hiçbir Çinli yönetmenin elini taşın altına sokmadığı proje, daha önce canlı hayvanlarla çalışmış Annaud’a teslim edilmiş. Yaman Fransız, 1988’de yetim bir ayının sevgi öyküsünü anlattığı ‘L’ours / Ayı’ ve 1998’de iki kaplanın hikayesini perdeye yansıttığı ‘Deux frères / İki Kardeş’in ardından bu kez de gerçek kurtlarla çalışmış. Emek yoğun yapım, otobiyografik içeriği olan Jiang Rong’un aynı adlı romanından uyarlanmış perdeye. Başrolü Shaofeng Feng’in üstlendiği özgürlük ve doğa düzeni serüveninin usta görüntü yönetmeni ise, dikkat çeken kamerası ile Jean-Marie Dreujou. Zahmetli yapım tasarımıyla dikkat çeken ve içinde doğanın döngüsüne ait, duyarlılık gerektirecek binlerce inceliğin saklı olduğu filmi izlemelisiniz. (3,5 / 5)

BASKIN GÜNÜ
Paris’e kaçmış olan Amerikalı yankesici, çaldığı çantanın içinde bomba olduğundan habersizdir. Patlayan bomba, CIA’nin hedefi haline getirir genç adamı. Paris’te konuşlandırılmış saha görevlisi ajan ise, patlamanın ardında, bu küçük işler peşindeki yankesiciden daha fazlası olduğunu düşünmektedir. Birbirinden farklı iki adam, ortak düşmanlarının yürüttüğü büyük çaplı komplo karşısında işbirliği yaparlar. Fransa-ABD ortak yapımı aksiyonu, ‘Eden Lake / Kan Gölü’, ‘The Woman in Black / Siyahlı Kadın’ filmleriyle tanıdığımız İngiliz yönetmen James Watkins imzalamış. Adı yeni James Bond olarak kulislerde dolaşmaya başlayan Idris Elba’ya, Richard Madden, Charlotte Le Bon, José Garcia ve Kelly Reilly eşlik ediyorlar. Paris’te geçen macera, eski usul aksiyonu başarıyla kullanmış olsa da, fazlasıyla tanıdık sahne ve oluşlar, fazla pırıltısı olmayan senaryonun da katkısıyla özelliksiz kılıyor filmi. Özellikle ‘Die Hard / Zor Ölüm’ serisinden ivme alan tempolu yapım, bazı iyi çekilmiş sahnelerle, bütün eksilerine rağmen sınıfı geçiyor. B sınıfı bir ‘halet-i ruhiye’ye ve görünüme sahip yapım, soundtrack’i dahil, naif ve eski tarz bir aksiyon olduğunu ilan ediyor işin aslı. Beklentinizi yukarılarda tutmadan rahatlıkla izleyip, kolayca tüketebilirsiniz. (2,5 / 5)

ÖZEL BİR GÜN
‘Anneler Günü kutlu olsun’ filminin en ilginç yanı, Julia Roberts’i artık ‘anneanne’ rolünde izlemek! Roberts’ı, ‘pretty woman’dan, torun sahibi olgun kadın rolleri kategorisine aktaran romantik komedide, iki Hollywood yıldızı daha, Kate Hudson ve Jennifer Aniston, önemli rolleri üstleniyorlar. Onlar henüz anne olarak karşımızdalar! Üç jenerasyonun anneler günü kutlaması, çocuklarının kimlik ve seçimlerini kabul etmekte zorlanan karı-kocayı, annesini arayan genç kızı ve başarılı, ‘çocuksuz’ iş kadınını yansıtıyor perdeye. ‘Beaches / Kumsalda’, ‘Pretty Woman / Özel Bir Kadın’, ‘Frankie and Johnny / Frankie ve Johnny’ gibi ünlü Hollywood melodramlarından; ‘Valentine’s Day / Sevgililer Günü’, New Years’s Eve / Yılbaşı Gecesi’ gibi bilumum önemli kutlamalı günlerin yönetmenliğine yatay geçiş yaparak ivme yitiren yönetmen Garry Marshall imzalı duygusal filmde, erkek oyuncu kontenjanlarında; Jason Sudeikis, Timothy Olyphant ve usta aktör Hector Elizondo yer alıyorlar. Fazla tanıdık olmasına rağmen, kimi samimi durum ve oluşun; oyuncu kadrosuyla birlikte gidişatı kurtardığı film, kapitalist kutlama endüstrisi ürünlerini sevenler ve ‘Anneler Günü’ hazırlıklarını şimdiden yapmak isteyenler adına ilginç olabilir. (2,5 / 5) 

Bir oyun uyarlaması olan animasyon ‘Rachet and Clanck / Rachet ve Klank’, komedi-aksiyon ‘Mr. Right / Bay Doğru’ ve üç yerli örnek; Hasan Karacadağ imzalı korku-gerilim ‘Magi’, aksiyonlu dram ‘Kadere Tutsak’ ve Wilma Elles’in rol aldığı komedi ‘Emicem Hospital’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yapımları. Herkese tekrar iyi seyirler.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar