29 MAYIS 2015
Yine kalabalık bir haftaya merhaba diyoruz. Dokuz yeni filmlik haftanın altı yenisi, notlarımız arasında. İrlanda’dan çıkagelen korku denemesi ‘The Canal / Ölüm Fısıltısı’, Tayland yapımı çizgi film ‘Yak / Yak: Sevimli Dev’ ve yerli komedi ‘Pişt’, notlarımızda yer alamıyorlar. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler!
SAVAŞÇI
Bir Maori liderinin genç oğlu Hongi, kabilesinin vahşice katledilmesine tanık olur. Kendini bu kıyımdan sorumlu hisseden toy genç, kana susamış Wirepa ve adamlarından intikamını tek başına almak üzere yola çıkar. Gizemli, tehlikeli, geçmişi karanlık, insan eti yiyen ve canavar bir hayalet olarak tanımlanan yenilmez savaşçı ile işbirliği yapan Hongi, ölüm topraklarında süren, zorlu ve vahşi yolculukta büyüyecektir. Yeni Zelanda filmi, Maori efsaneleri, mitler ve masallardan beslenen, özellikle geleneksel Maori dövüş sanatlarını, estetik olarak perdeye yansıtan, özel bir yapım. Aksiyon ve dramı, klasik bir yol filmi düzleminde başarıyla kullanan senaryo, şiddet dozu yüksek aksiyonu, incelikli bir felsefi dramla sunuyor. Sıradan bir kahramanlık öyküsü değil kesinlikle orijinal adıyla ‘The Dead Lands’. Aksine, yerel gelenekler ve dövüş sanatının ardında yatan; onur, bilgelik, şeref gibi kavramları deşen, görsel, işitsel ve edebi bir gösteri. Toa Fraser’in yönettiği ve Glenn Strandring’in kaleme aldığı Yeni Zelanda filminde, başlıca rolleri, James Rolleston, Lawrence Makaore, Te Kohe Tuhaka ve Xavier Horan üstleniyorlar. Özellikle Lawrence Makaore, ‘yorulmuş ve çoktan ölmüş’ canavar savaşçı rolünde akıldan çıkması zor, muhteşem bir performans sergiliyor. Aksiyon ve yerel dövüş sanatlarına meraklı olan izleyici dışında, gerçek sinemasever için de izlenmesi gerek bir film ‘Savaşçı’. (4 / 5)
İYİ BİR YALAN
Sudan’da süren iç savaş dolayısıyla, güneydeki köyleri yok edilmiş, aileleri öldürülmüş bir grup çocuk, köylerinden Kenya’daki mülteci kampına zorlu bir yolculuk yaparlar. Kampta geçen on üç sene, sağ kalanlar için bir öğretim-eğitim dönemi anlamına de gelir. Hayatları boyunca gün yüzü göremeyen talihsiz gençler, ABD’ye sığınma hakkı kazandıklarında, bilinmezlerle dolu yepyeni bir macera kendilerini beklemektedir. 2011’de yine bir göç-göçmen öyküsü anlattığı ‘Monsieur Lazhar / Canım Öğretmenim’ ile ülkesi adına ‘en iyi yabancı film’ dalında Oscar adayı olan Kanadalı sinemacı Philippe Falardeau imzalı dram, hüzünlü tonuyla dikkat çekiyor. Yaşadığımız çağın, yok edici adaletsizliğini ve nobran duyarsızlığını, sıcak insan öyküleriyle perdeye yansıtan Falardeau, mültecilik meselesine, yine oldukça duygusal ve insani yaklaşsa da, bazı klişelerden kaçmakta zorlanıyor. Reese Witherspoon’un, Afrikalı genç aktörlere eşlik ettiği film, yürek parçalayan ama aynı anda umudu tazeleyen metniyle dikkat çekiyor. Finaliyle fena halde, ‘Hair’i anımsatan yapım, vasatın üstünde ve farkındalık enjekte eden bir seyirlik. (3 / 5)
SAN ANDREAS FAYI
‘Cats & Dogs / Kediler ve Köpekler’, ‘Journey 2: The Mystrerous Island / Gizemli Adaya Yolculuk’ gibi avantür ağırlıklı, hafif aile filmlerinin yönetmeni olarak ün salan Kanadalı Brad Peyton, bu kez, bir felaket filmine imza atmış. Üç boyutlu felaket-yıkım öyküsü, kötü şöhretiyle bilinen San Andreas fayının kırılması sırasında yaşanan felaketi öykülüyor. Kaliforniya’yı vuran 9.0 şiddetindeki deprem, daha büyük bir yer hareketinin habercisidir aslında. Los Angeles İtfaiyesinde arama-kurtarma pilotu olarak görev yapan Ray, aralarına mesafe girmiş eski eşi ile birlikte, San Fransisco’da dehşetli depreme yakalanan kızını kurtarmak için yola düşer. ‘The Rock’ olarak da bilinen kaslı aktör Dwayne Johnson’un başrolde yer aldığı yeni nesil felaket öyküsünde, Carla Gugino, Ioan Gruffud, usta aktör Paul Giamatti ile birlikte genç oyuncular Alexandra Daddario ve Hugo Johnstone-Burt rol alıyorlar. Başta, ‘Eartquake / Zelzele’ olmak üzere, 70’li yılların ünlü felaket filmlerine selam duran yapım, Roland Emmerich imzalı 2009 tarihli ‘2012’yi de anımsatıyor. Bütün aile üyeleri izlesin diye, sertlik unsuruna fazlasıyla dikkat eden ve bu yüzden ikna gücünden bir parça yitiren doğa felaketi filmi, şehircilik anlamında da, parantezler açılmasına neden oluyor elde değil. Sağlam binaların gerekliliği ama yine de, gökdelenlerin tehlikesi hissediliyor perdeden, sürekli yıkılan binalar altında kalan insanları gördükçe. Bilgisayar efektleriyle yaratılmış aksiyon filmi, deprem dehşetini her an tedirginlikle düşünen bizler için ayrıca önem arz ediyor. Sinemasını, etkileyiciliğini bir yere koyun, depremin acısını fazlasıyla yaşamış bizler için bir uyaran niteliğinde yapım. İnsanın en büyük korkularından depremi akla düşürüp, orada bırakan öykü, Tanrı; aile kurumunu ve ABD’yi korusun diyor büyük resimde. (2 / 5)
PARAMPARÇA
2009 tarihli ‘La Teta Asustada / Acı Süt’ adlı filmiyle, Berlin’de Altın Aslan kazanan Perulu sinemacı Claudia Llosa’nın, yine Altın Ayı için yarıştığı üçüncü uzun metrajı, geçmişi ve bugünü paralel biçimde anlatan bir dram. Geçmişle, bugün arasında gelgitlerle süren elem yüklü hikaye, metafizik öğelerle de besleniyor. Trajik bir kaza sonrası, anne ile oğulun yolları ayrılır. Aradan geçen yirmi yılın ardından, oğul, genç bir belgeselci sayesinde annesiyle yeniden yüzleşmek amacıyla, ‘isteksizce’, buzlarla kaplı tekinsiz coğrafyada bir yolculuğa çıkar. Şifacılar, şahin uçuranlar, belgeselciler, hastalar, çaresizler ve kırılgan bir anne-oğul öyküsü. İspanya-Kanada-Fransa ortak yapımında, başlıca rolleri, Jennifer Connelly, Cillian Murphy ve Mélanie Laurent üstleniyorlar. Artık var olmayan Fransız Alternatif Rock grubu Noir Désir’in 2001 tarihli ünlü şarkısı ‘Le Vent Nous Portera / Rüzgar Bizi Götürecek’ gayet iyi gitmiş, yol alan arabanın içinde… Llosa, fazla dağınık ve savruk anlatısını, gayet titiz bir plastikle perdeye yansıtsa da, ‘fazla üstten’ işleyen ve hissiyat tarafıyla bünyeyi etkilemeyen bir film çıkarmış ortaya. Kötü değil ama vaat ettiği duyarlılığın uzağında. (2,5 / 5)
SENİNLE BİR ÖMÜR
Beyaz dizilere göz kırpan romantik aşk öykülerinin çok satan Amerikalı yazarı Nicholas Sparks’ın ‘novella / kısa roman’ından uyarlanan romantik dram, George Tillman Jr. imzası taşıyor. Duygusal yapım, özellikle genç kız düşlerine seslenen masalsı bir aşk hikayesi; hatta iki aşk hikayesi anlatıyor! Farklı zamanlarda yaşanan iki aşk hikayesi arasında gidip gelen duygusal anlatı, aşkın sözlük anlamı üzerine paragraflar açıyor. Boğa binicisi, rodeocu kovboy Luke ile, sanat öğrencisi ve entelektüel Sophia, birbirlerine ilk görüşte aşık olurlar. Bir gece, yolda kaza yapmış yaşlı bir adamın hayatını kurtaran iki aşığın hayatları, kurtardıkları adamın hikayesiyle şekillenecektir. Birbirinden farklı iki insanı birleştiren özel duygu ve aşkın fedakarlık olduğunu söyleyen romantik filmde başlıca rolleri, Britt Robertson, Scott Eastwood, Jack Huston, Oona Chaplin ve usta aktör Alan Alda üsteleniyorlar. Özellikle 90’lı yıllarda rol aldığı filmlerle Hollywood’un aranan yıldızları arasında olan Lolita Davidovich, filmin sürprizi. Oyuncu kadrosu, ilginç bir not barındırmakta. Yedinci sanatın ustalarından Charlie Chaplin ve John Huston’un torunlarıyla, Clint Eastwood’un oğlu, filmin başrol oyuncuları arasında yer alıyorlar. Ana akım sinema örneği, popüler bir aşk filmi olarak belli bir formüle sahip olsa, hatta anlattığı öykülerden biri, diğeri yanında ana resme yama gibi dursa da, izlediğimiz hemen her şey, son derece samimi, sıcak ve yalın düzenlenmiş. Avaz avaz bağırmayan, sömürüye kaçmayan, işin suyunu çıkarmaktan imtina eden duygusal öykü, titiz işçiliğinden, soundtrack’ına kadar kalbur üstü. Keyifli bir seyirlik özetle. (2,5 / 5)
HAYALET DAYI
Dünyevi problemleri yüzünden ‘araf’ta kalan hayalet, babacan kişiliğiyle, iki kafadara yarenlik eder. Hollywood’da pek çok örneğine rastladığımız, sokaktaki adamı mutlu etmeye yönelik, ‘Recep İvedik’ ekolü bir komedi ‘Hayalet Dayı’. Ali Yorgancıoğlu’nun yönettiği, Yorgancıoğlu ile birlikte, Serkan Altuniğne ve aynı zamanda filmin başrol oyuncularından Ozan Özcan’un senaryosunu yazdığı yapım, iki sıkı dost Caner ve Ozan’ın çok ucuza buldukları kiralık evde karşılaştıkları hayaletten kurtulmak için, hayaletin derdini çözme uğraşılarını öykülüyor. Başrolü, usta aktör Settar Tanrıöğen’e veren komedide, iyi yürekli, iki yakın arkadaşı canlandıran Caner Özyurtlu ve Ozan Özcan’a, Ülkü Duru, Esra Dermancıoğlu ve Tuğçe Karabacak eşlik ediyorlar. Nedim Saban ve Kaan Sezyum ise, filmin misafir kontenjanından sürprizleri. Görüntü yönetmenliğini Hayk Kirakosyan’ın üstlendiği film, Farrelly kardeşlerin mizahından ödünç alınmış anlarla dolu. Unutulmaz Blake Edwards filmi ‘The Party’nin tuvalet sahnesi fikri de senaryoya eklenmiş. Geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz Erol Büyükburç’un, filmin ‘işleyen’ sürprizlerinden biri olduğunu anımsatmak önemli. Bazı anlarıyla güldüren ama kaba ve düz bir mizahla yürütülmeye çalışılan yapım, düzey üzerine fazla kafa yormamış besbelli. (1,5 / 5) MURAT ERŞAHİN