Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

28 ŞUBAT 2020

27 Şubat 2020 Perşembe 21:19
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Şubat’ın son haftası, dördü yerli yapım olmak üzere, toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor. İçinizde yaşayan insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.


GÖRÜNMEZ ADAM

-Gözden uzak olan bu kez çok yakın-

‘Dünyalar Savaşı’, ‘Görünmez Adam’, ‘Dr. Moreau’nun Adası’ ve ‘Zaman Makinesi’ adlı bilimkurgu romanlarıyla tanınan, işin aslı; edebiyatın hemen her alanında birçok eser vermiş, ‘yarını inşa eden adam’ olarak bilinen usta İngiliz yazar H. G. Wells’in (1866-1946), 1897 yılında kaleme aldığı ve birçok kez beyazperdeye uyarlanmış ‘The Invisible Man / Görünmez Adam’ adlı romanının aynı isimli ‘yeni’ serbest uyarlaması, ‘Saw / Testere’ ve ‘Insidious / Ruhlar Bölgesi’ serilerinin yaratıcısı, aktör-senarist-yapımcı ve yönetmen kimlikleriyle komple bir sinemacı olan, korku-gerilim türünün lokomotif isimlerinden, Avustralyalı Leigh Whannell’in imzasını taşıyor. ‘Insidious: Chapter 3 / Ruhlar Bölgesi: Bölüm 3’ ve ‘Upgrade’in ardından üçüncü yönetmenlik denemesinde, zor bir işin altından başarıyla kalkıyor cin fikirli Whannell.
Zengin bir bilim adamı ve girişimci olan eşinden kendisine şiddet ve taciz uyguladığı için adeta kaçarak uzaklaşan Cecilia, kız kardeşi ve yakın arkadaşlarının yanına sığınır. Kısa bir süre sonra eşinin intihar ettiğini öğrenen genç kadın, bunun bir aldatmaca olduğunu ve eşinin ‘görünmeden’ kendisini hemen her yerde takip ettiğini fark eder. Bu gerçeği çevresindekilere anlatması ve onları ikna etmesi neredeyse imkânsızdır.
‘Göremediğin şey, seni incitebilir!’ mottosuyla hareket eden Whannell, H.G.Wells’in ünlü eserine, çağdaş, teknolojik ve yalın bir yorum getirmeyi başarmış aslında fakat bu teknoloji çatısı altında bir takım çekinceler oluşuyor zihinde, öykü aktıkça. Teknik bakımdan gayet iyi kotarılmış bilimkurgu içeren gizemli korku öyküsü, yetkin kamera kullanımıyla da dikkat çekiyor. Elisabeth Moss’un başrolde çok iyi olduğu karanlık öykü, oyuncu kadrosunun yıldız isimler içermemesinden ayrı bir güç alıyor! Yalın, özgün ve mütevazı senaryo, bazı anlar ‘yabancılaştırma’ efekti yaratan oyuncu kadrosuyla, yüksek teknolojinin bir şekilde karıştığı alelade, günlük bir üçüncü sayfa öyküsü izlediğimizi düşündürüyor bize. Mekân kullanımı, işçilik ve atmosfer özellikle başarılı. (3 / 5)   


KELLY ÇETESİ’NİN GERÇEK HİKÂYESİ

-Haydutluk değil, başkaldırı!-

Kolluk kuvvetleriyle girdiği son çatışmada ‘baştan ayağa dek, kurşungeçirmez bir zırh’ giymesiyle tanınan, kolay yoldan ‘haydut’ olarak nitelenen, 1854-1880 yılları arasında yaşamış Avustralyalı kanun kaçağı ve çete lideri Ned Kelly ile ailesinin gerçek hikâyesi. Henüz yirmi altı yaşındayken, polisle çatışırken sağ yakalanan ve idam cezasıyla öldürülen Avustralyalı son haydutlardan Ned Kelly’nin öyküsü, ülkesinin ‘sert ve acımasız’ geçmişini, emperyalist İngiliz baskısını, küçük ve yoksul insan üzerindeki despot mekanizmayı, yoksunluğu, ırkçılığı fon alarak işlenmiş. Avustralyalı yazar Peter Carey’in romanından, Cannes’de Altın Palmiye adayı olmuş ‘Macbeth’ ve ‘Assassin’s Creed’ ile tanınan vatandaşı Justin Kurzel’in yönettiği biyografik suç dramı, elini korkak alıştırmayan, ‘gibi’ yapmayan, sert ve hakiki bir anlatı.
Otorite ile başı dertte olan Kelly ailesinin asi ve korkusuz bireyi Ned Kelly, asla geri adım atmamaya ve haksızlığa isyan etmeye kararlıdır. ‘Captain Fantastic / Kaptan Fantastik’ ve bu yıl on dalda aday olduğu Oscar ödüllerinden üçünü kazanmayı başaran Sam Mendes filmi ‘1917’de izlediğimiz genç İngiliz aktör George MacKay’ın başrolde ‘döktürdüğü’  tempolu ve ‘sıkı’ yapımda, diğer önemli rolleri usta isimler; Russell Crowe, Charlie Hunnam ve Nicholas Hoult üstleniyorlar. Avustralyalı aktris Essie Davis ise ‘Ned Kelly’nin annesi ‘Ellen Kelly’ rolünde bir oyunculuk resitali sergiliyor adeta! 
Anlatımı, biçimi, yönetmenin kardeşi olan Avustralyalı rock grubu Mess Hall’un solisti ve gitaristi Jed Kurzel’in enfes orijinal müziği, yetenekli görüntü yönetmeni Ari Wegner’in kamerası ve titiz sanat yönetimi ile dikkat çeken film, bu yılın erken sürprizlerinden biri. Doğuştan gelen kimlik, aile, anne-oğul, bir arada kalmak, haksızlık, baskı ve adaletsizliğe direnmek, isyan etmek, dik durmak… Tarihi yazanlar, ‘tarihte’ yazanlar ve diğerleri üzerine korkusuz, duygu dolu ve epik bir şölen duruyor perdede. Mutlaka izleyiniz. (4,5 / 5)    


SONSUZLUK ÜZERİNE

-Varoluş acısı-

1970 tarihli ‘En kärlekshistoria / Bir İsveç Aşk Hikâyesi’ ile 1975 tarihli ‘Giliap’ı çekip büyük ses getiren ve İskandinavya’nın ‘yaman’ çocuğu olarak nitelenen Roy Andersson, çok ünlü bir reklamcı olarak devam etti kariyerine. Kısa metraj ve belgesel filmler çekti bu arada ama beklenen belki de beklenmeyen geri dönüşünü, 2000 yılından başlayarak ‘insanlık üçlemesi’ ile yaptı. Sırasıyla ve yedişer yıl arayla çektiği 2000 yapımı ‘Sånger från andra våningen / İkinci Kattan Şarkılar’, 2007’de ‘Du Levande / Siz Yaşayanlar’ ve nihayet 2014 tarihli ‘En duva satt på en gren och funderade på tillvaron / İnsanları Seyreden Güvercin’ ile sinema tarihinin en has ve baba isimlerinden biri oldu 1943 doğumlu İsveçli sinemacı Roy Andersson. 

Hüzünleri, dertleri, acıları, umut ve umutsuzlukları, yenilgileri, sevgileri, aşkları, beklentileri, öfkeleri, hayal kırıklıkları, mutlulukları, korktukları, sevindikleri, elemleri, özledikleri ve düşledikleriyle küçük insanın dünyasına baktı enfes üçlemesinde Roy Andersson. Hayat denen ‘aldatıcı’, çoğu zaman fazla cömert olmayan adaletsiz hali, anlık mutluluklarıyla bir çırpıda geçiveren ve içinde ‘anlamsızca’ devindiğimiz süreci öyküledi. İnsanın, hayattaki halini göstermeye çalıştı en çok. Anlam ve anlamsızlığı deşti. Yüreklerimizi de… Usta sinemacı yeni filmiyle müthiş bir yeni geri dönüşe daha imza attı. ‘Om det oändliga / Sonsuzluk Üzerine’, hayatın hayal tadındaki görkemi ve bir o kadar acımasız, zorlu taraflarını resmediyor. Hayatı ve ölümü de! Bildik Andersson planlarıyla, sabit kamera ve son derece titiz yapım tasarımıyla, bildik ölü, pudralı beyaz yüzler ve özenle yaratılmış setlerle insan zavallılığı…
Savaşın ve yıkımın harap ettiği Köln semalarında, bulutların arasında dolaşan bir çift, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında kızını doğum gününe götürmeye çalışan bir baba, bir kafenin dışında neşeyle dans eden genç kızlar, inancını kaybeden bir rahip, hiç aşık olmamış genç bir adam ve mağlup edilmiş despot bir ordunun esaret altındaki adımları… Kırılgan varoluşumuzu, hayatın banal, sıradan aynı zamanda insan hediye edilmiş şahane büyüleyiciliğiyle sarıp sarmalamamız… Peşi sıra acılarımızı sürüklediğimiz sokaklar, evler, dükkanlar, caddeler… Büyük, mavi gökyüzü altında devinip durmamız. Biz… İnsanlar. Hayata yüklediğimiz anlamlar, insan acemiliği, elimize geçenler, hiçlik, nefes almak, ölmek, kaçınılmaz son duygusu ve sonsuzluk. Beyazperdeye yazılmış has bir şiir daha Andersson’dan. Yedinci sanat adına kayıtsız kalınmamalı. (4,5 / 5)

Jon Lucas ve Scott Moore ikilisinin yazıp yönettikleri komedi türündeki ‘Jexi’, küçük yaştaki izleyiciye seslenen ‘L.O.L Surprise: On the Big Screen / L.O.L. Sürpriz: Beyazperdede’ adlı İngiliz animasyonu ile birlikte dört yerli yapım; Serdar Akar’ın yönettiği, başrolü Erdal Beşikçioğlu’nun üstlendiği ‘Acı Kiraz’, Onur Bilgin imzası taşıyan, Selahattin Taşdöğen’in başrolde yer aldığı komedi ‘Geçerken Uğradım’, Burak Çelik’in yazıp yönettiği korku-gerilim ‘Semur 2: Cinlerin Büyüsü’ ve TRT Çocuk kanalında yayınlanan ‘Su Elçileri’ adlı çizgi dizinin sinema uyarlaması olan ‘Kaptan Pengu ve Arkadaşları: Mandalina’nın Günlüğü’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar herkese iyi seyirler! MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar