28 ŞUBAT 2015
Merhaba! Yeni haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı sekiz. Oscar’lı filmler ve yerli yapımların ağırlıklı olduğu haftada, ‘En İyi Film’ dahil dört Oscar kazanan ‘Birdman’in de aralarında olduğu dört filme, notlarımızda yer verdik. René Goscinny ve Albert Uderzo’nun yarattıkları, Galyalı ölümsüz kahraman Asteriks ve arkadaşlarının üç boyutlu yeni beyazperde macerası ‘Astérix: Le domaine des dieux / Asteriks: Roma Sitesi’ ile komedi türündeki üç yerli yapım, ‘Çarşı Pazar’, ‘Karaman’ın Koyunu’ ve ‘Manda Yuvası’, notlarımız arasında yer alamıyorlar. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
BIRDMAN
Akademi Ödülleri’nde ‘En İyi Film, ‘En İyi Yönetmen, ‘En İyi Özgün Senaryo’ ve ‘En İyi Görüntü Yönetimi’ dallarında dört Oscar kazanarak, yıla ve beyazperdeye damgasını vurdu; şu ana dek, toplam yüz elli sekiz ödül elde eden ‘Birdman’. Cin fikirli ve yaratıcı Meksikalı sinemacı Alejandro González Iñárritu, ‘Amores Perros / Paramparça Aşklar Köpekler’, ’21 Gram’, ‘Babil’, ‘Biutiful’ derken, son çiviyi çaktı tabuta! Yönetmenin kuşkusuz, hünerlerini en iyi sergilediği, en ustalıklı ve dolu filmi ‘Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi’! Tiyatro sahnesine, yalın ama özlü sözcüklerin ustası Raymond Carver’ın (1938-1988) ‘What We Talk About When We Talk About Love’ adlı hikayesini uyarlama gayretinde olan ve aynı zamanda başrolü üstlenen Riggan, geçmişte bir süper kahramanı canlandırmış, son derece popüler olmuş ama zamanla gözden düşmüş, yorgun ve bezgin bir aktördür. Asistanlığını yapan problemli kızı Sam, oyuna yeni katılan hırslı ve egoist aktör Mike, eski eşi Sylvia, oyunda da yer alan sevgilisi Laura, iş bilir arkadaşı ve tiyatronun idari işler koordinatörü Jake’le birlikte, yeniden taze bir başlangıç, ciddi bir geri dönüş yapmaya hazırlanırken, bir yandan da, yaratıcılık ve varoluş sorunlarıyla, içine aldığı hemen her şeyi çirkince öğüten koca sistemle başa çıkmaya çalışmaktadır. Yıllar önce Batman’i canlandıran Michael Keaton’un olağandışı performansıyla, Iñárritu’nun yeteneğini zihne çakıp orada bırakan film, yılın kuşkusuz en iyilerinden. Bir Hollywood ikonuyken, ailesi, mesleği, sanatı ve varoluşu arasında, karanlık bir yerde kalakalan ‘çaresiz ve umutsuz’ sanatçının ‘persona’ analizi perdede duran. Değer yargıları, yanıltıcı bayağılığı, aldatıcı basit hazları ve olanca acımasızlığı ile izleyiciye, yani koca topluma ve yaşadığımız yerin düzenine sert bir bakış atıyor, kara mizahla ve bir miktar fantastik oyunla tatlandırılmış, hüzünlü dram! Adeta plan sekans biçiminde kotarılmış, üstün bir yönetmenlik dokunuşuyla noktalanmış film, aynı Raymond Carver’ın satırlarının içe işleyen gücü gibi acı acı gülümsetirken, yaşadığımız sanal hayatlar ve modern zamanlar şaklabanlığı üzerine de ciddi biçimde düşünmemizi sağlıyor hepimizin. Sahici, en iyi ve olması gerekeni ararken, dışardan gelen bir sese kulak verip, seçimimizi yapmak üzere, bizi karanlık salondan, dışarıya davet eden Alejandro González Iñárritu, hince gülümserken, cesaretimizi, hayal gücümüzü ve bilincimizi sınıyor sanki insana ait bu incelikli öyküsünde. Harikalar sirkine başvurup, ‘ben kuşum’ diyen ama kimseye dinletemeyen adamın, sonunda boynunu büküp, açık pencereden uçup gitmesi gibi… (4,5 / 5)
AŞK BAŞKADIR
Bağımsızların kalesi Sundance’da, Berlin, Tribeca ve Karlovy Vary gibi önemli film festivallerinde izleyici ile buluşan, Independent Spirit Awards’a (Bağımsız Ruh Ödülleri) birçok dalda aday olan dram, son derece hüzünbaz, romantik ve kişilikli bir yapım. 2005 tarihli ‘Forty Shades of Blue’ ile Sundance’da ‘Büyük Jüri Ödülü’ kazanan Ira Sachs’ın, yönettiği ve senaryosunu Mauricio Zacharias ile birlikte kalem aldıkları duygusal film, otuz dokuz yıldız birlikte olan Ben ve George’un düğün koşuşturmalarıyla başlıyor. Balayı sonrası, yakın çevrelerinin destek verdiği bu eşcinsel evlilik, toplum tarafından tepkiyle karşılanır. George, öğretmenlik yaptığı Katolik okulundan kovulur ve Ben’de emekli olduğu için, yeni evli çift, kiralarını ödeyemez hale gelirler. Ben, çocuğu gibi büyüttüğü ve hep destek verdiği yeğenine taşınıp, onun ergen oğluyla aynı ranzada uyumaya başlar. George ise, alt kat komşularının salonundaki kanepeye kıvrılır. Hızla yaş alan ama sevgileri ihtiyarlamayan çift, her şeye karşın, sevgilerini ve dostluklarını diri tutmak için mücadele verirler. Unutulmaz Amerikan klasiklerinden 1937 tarihli Leo McCarey filmi ‘Make Way for Tomorrow / Kurt Kocayınca’ ve bu yürek ısıtan hüzün dolu filmden esinlenen Ozu’nun enfes klasiği 1953 tarihli ‘Tokyo Monogatari / Tokyo Hikayesi’nin adeta serbest bir uyarlamasını çekmiş Ira Sachs. Korkunç kalabalığa karşı dik durmak, en yakınlarımızın bile dünyanın ucunda bir deniz feneri olduğu gerçeği, yüreğe sıcaklık salan, güçlü bir dostluk ve sevgi öyküsünde işlenmiş. Adına aşk dediğimiz, ayaklarımızı yerden kesen güzelim his, anlamak, anlaşılmak, öğretmek, öğrenmek, şefkat ve yaşam denen zorlu yolda birlikte olmak değil, birlikte kalmanın bünyeye verdiği direnç. Nüanslı, insancıl, zihne takılıp, onun küçük odacıklarında uzun süre misafirliğe kalan bir film orijinal adıyla ‘Love Is Strange’. Başrolü paylaşan iki dev aktör, John Lithgow ve Alfred Molina, adeta ‘döktürürlerken’, usta aktris Marisa Tomei ve genç oyuncu Charlie Tahan, altı çizilmesi gereken, ‘hakiki’ performanslar sergiliyorlar. Chopin’in adeta başka bir yerden gelen güzelim notaları eşliğinde, yürekli, sahici, dokunaklı, salt sevgiyi hissettiren filme kayıtsız kalmayın! (4 / 5)
HER ŞEYİN TEORİSİ
Ünlü İngiliz fizikçi, evren bilimci, astronom, teorisyen ve yazar Prof. Dr. Stephen Hawking ve eşinin ilişkileri ekseninde, romantik bir biyografi. Parlak fizikçi Stephen’a, yirmi bir yaşına geldiğinde amyotrofik lateral skloroz (ALS) hastalığı tanısı konur. Zaman kavramı üzerine sürdürdüğü bilimsel çalışmalarına yılmadan devam eden bilim adamı, en büyük desteği, büyük bir aşkla evlendiği Jane’den görmektedir. Zorluklara birlikte göğüs geren çift, ‘umulandan’ fazlası için müthiş bir mücadele verirler. Jane Hawking’in ‘Travelling to Infinity: My Life with Stephen’ adlı anı kitabından uyarlanan dramı, 2008 tarihli etkileyici belgesel ‘Man on Wire / Teldeki Adam’ ve gerilimi yüksek ‘Shadow Dancer / Gölgede Dans’ adlı kurmaca ile tanıdığımız James Marsh yönetmiş. ‘En İyi Film’ dahil beş dalda Oscar için yarışan yapım, tek Oscar heykelciğini, Stephen Hawking’i canlandıran başrol oyuncusu Eddie Redmayne ile ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında kazandı. Bu yılın en iyi film adayları arasında ‘en vasat film’ olarak duruyordu Hawking’in hikayesi. Yönetmeni Marsh’dan beklenmeyecek derecede sıradan, düz ve etkisiz bir yapım işin aslı, orijinal adıyla ‘The Theory of Everything’. Dünyaca ünlü bilim adamının evrenin sırları ve zaman üzerine çalışmalarına göz ucuyla değinip, özel hayatı üzerinden son derece yüzeysel saptamalar yaparak ilerleyen yapım, her şeyden önce bir dehanın zekasını hafife alır gibi davranıyor. ALS hastalığı ve hasta bakmanın ne denli zor olduğu üzerine, fedakarlık, şefkat ve cinsellik temalı bir TV filmine dönüşüyor bir süre sonra öykü. Duygulara karşı koymanın zorluğu ve cesaret üzerine saptamalarla ‘soylu’ biçimde kapanırken, koskoca soru işaretleri, hayal kırıklığı ve geniş bir boşluk eşlik ediyor size son jeneriklerde. Felicity Jones, Charlie Cox, Simon McBurney ve usta aktör David Thewlis, Eddie Redmayne’e eşlik ediyorlar. Redmayne’in akademinin çok sevdiği hasta adam tiplemesini çıkarınca, Stephen Hawking özelinde bildiklerimiz dışında izlediklerimiz, son derece yavan ve hafif kalıyor özetle. (2,5 / 5)
8 SANİYE
‘İçindeki gücü keşfet’ diyen kişisel gelişim dramı, genç bir kadının özgürleşme hikayesi, insanlar ve çevre ile nihai barışmasının getirdiği iç huzur üzerine, yaşanmış bir hayat deneyimini yansıtıyor perdeye. 2011 tarihli ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ ile gişede başarı yakalayan Ömer Faruk Sorak, Berlin’de geçen yeni filminde, ilk kez kamera karşısına geçen başrol oyuncusu Esra İnal’ın yaşam öyküsünü taşımış perdeye. Senaryosu da, Esra İnal’a ait olan filmin oyuncu kadrosunda, Fırat Çelik, Mehmet Kurtuluş, Fahri Yardım, Salih Kalyon ve Sema Yakut rol alıyorlar. Esra İnal, amatör bir isimden beklenmeyecek derecede, kendi öyküsünü sürüklemekte başarılı. Almanya’ya göçmüş Türkiyeli ailenin küçük kızları Esra’nın çocukluğundan beri gördüğü rüyalar, gerçeğe dönüşmektedir. Hayatı bir romanı andıran Esra, rüyalarında yer alan gizemli adamın kimliğini keşfedeceği zorlu hayat yolculuğunda, kendini bulma adına ilginç bir ‘gelişim’ süreci yaşayacaktır. ‘Senin gücünün önünde kimse duramaz’, ‘sende olan sende kalır’, ‘dünyayla ve kainatla barış’ gibi kapalı devre kişisel gelişim mesajları içeren tanıtım spotlu dram, inanç meselesine de usuldan ve usûlden değinmeyi unutmuyor. Ömer Faruk Sorak, fazlasıyla Tarsem Singh dokulu efektlerle süslediği, tanıdık, ‘hoş ama boş’ öyküyü izlettiriyor bir şekilde ama damakta yavan bir keçiboynuzu tadı kalıyor çaresiz. (1,5 / 5) MURAT ERŞAHİN