Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

28 ŞUBAT 2014

27 Şubat 2014 Perşembe 21:04
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın film sayısı, yedi. Notlarımızda yer alamayan iki yerli yapımsa, Orçun Benli’nin yönettiği, sinemamızın fantastik korku-komedi türündeki üretimi ‘Gulyabani’ ile Ayhan Özen imzalı, toplumsal bir öyküyü, komediyle buluşturan ‘Sürgün İnek’. Hemen her beğeniye seslenen haftada, ilginç ve değerli seçenekler var kuşkusuz. İçinizde yaşayan ‘sinemadan çıkmış insanın’ elini sıkı sıkıya tutun, sakın bırakmayın. Sokaklar, sinemadan çıkmayanlarla dolu çünkü. Herkese iyi seyirler.

MEYDAN
‘En iyi belgesel’ dalında Oscar adayı olan Mısır-ABD ortak yapımı, 2011’de Mısır’da başlayan ayaklanmayı, protestocuların gözünden anlatıyor. Uluslararası Belgesel Derneği (IDA) tarafından da, en iyi belgesel olarak seçilen ‘yaman’ yapım, Mısır’da yaşananlara, direkt ‘içerden’ ve müthiş bir çıplaklıkla bakıyor. Çözüm için ihtiyaç olan tek şey ‘vicdan’dır diyor emek ve sabır dolu film. Ocak 2011’de, Mısır’da otoriter, baskıcı yönetimi protesto etmek amacıyla yüzbinler, Kahire’nin ünü meydanı Tahrir’de toplanır. Hüsnü Mübarek, baskılara dayanamaz ve devrilir. Devrim, ne getirecek sorusu, ara rejimde yönetime el koyan ordunun seçime izin vermesiyle, radikal İslamcı olan Müslüman kardeşlerin desteklediği Mursi yönetimiyle cevaplanır. İlk günlerde, muhalif devrimcilerin yanında yer alan ordu, devrim talep eden halka saldırır ve meydanda can pazarı yaşanır. Meydan tekrar dolar. Yön değiştirmeler, ülkenin makus talihi ve şiddet sürer. Devrim beklentisi, ‘vicdan’larda sorgulanarak, insana yakışır biçimde bir çözüm bulacaktır kendine ama ne zaman? Tahrir meydanında yaşananlar, gezi direnişini getiriyor akla direk. Tek dileği, daha iyi, daha özgür, daha eşit, daha mutlu bir hayat olan, haksızlıklara karşı çıkan, evrensel anlamda doğru ve haklı olanı savunan sıradan insanın, vatanını seven ve etrafta sahici vicdanlar görmek, onlara dokunmak isteyen, devrimin umuduna, saflığına ve temizliğine inanmış bireyin öyküsü ‘Meydan’. Jehane Noujaim imzalı, güçlü belgeselde, Tahrir meydanını dolduran gerçek karakterleri izliyoruz. Aralarından biri de, uluslararası bir aktör olup, ‘Kite Runner / Uçurtma Avcısı’, ‘United 93 / Uçuş 93’ gibi kalburüstü filmlerde rol almış Mısırlı Khalid Abdalla. Khalid’in, Tahrir’in ilk gününden itibaren, meydanda olan vatanperver devrimcilerden biri olduğunu görüyoruz. Son derece samimi ve iyi çekilmiş, insancıl, mesele odaklı, net ve doğru bir yapım ‘Meydan’. Yılın en iyilerinden biri. (5 / 5)

AİLE SIRLARI
Oyun yazarı, senarist ve aktör Tracy Letts’i, William Friedkin imzalı “Bug / Böcek” ve “Killer Joe / Katil Joe” filmlerinden tanıyoruz. Bütün maneviyatını, saflığını, içindeki iyi şeylerin tamamını yitirmiş; çaresizlik, imkânsızlık ve ‘pislik’ içinde yaşayan yoksun insanların fiziki ve siyasi haritası üzerine uzman biri Letts. Sisteme çomak sokan, ABD’nin ruh durumunu, özellikle derin Amerika’nın insan psikolojisini didik didik eden, paranoya, aşk, acı, kötülük ve korkuyla bezenmiş ‘gidişat’ eleştirilerinin usta kalemi, yine kendi yazdığı sahne oyununu, beyazperde için senaryolaştırmış. Yönetmen koltuğunda bu kez, TV için yaptığı, popüler ama kaliteden asla ödün vermeyen işlerle tanınan John Wells oturuyor. “August: Osage County / Aile Sırları”, yılın en iyi filmlerinden biri kuşkusuz! Kanser hastası anneleri, babalarının kaybolduğu haberini verince, aralarına mesafe girmiş üç kız kardeş, çocukluklarının geçtiği Oklahoma’daki evlerine dönerler. Weston ailesinin kadınları arasında yaşanan sorunlar, geçmişin ve bugünün krizlerini, üstü örtülmüş karanlık sırlarını bir bir ortaya çıkarırken, aile içi çözülmeler hızlanacaktır. ABD’nin güneyine, ‘derin’ boşluğa, ülkenin gerçek sahipleri olan Kızılderililerin uğradıkları haksızlıklara, yok edilen yerel bilinç ve kültüre, yeni kıtayı mahveden beyaz adama, ülkeye gelip, yerleşmiş yabancı göçmenlerin oluşturdukları düzene, aslında ülkenin getirildiği yere, acımasız ve son derece gerçek bir bakış atıyor film. Dibe vurmuş karakterlerin sevgisiz, kapkara resmi; küçük insanlara sunulmuş, aslında dayatılmış zalim ‘yaşamın’ bir kesiti. Sıradan, on binlercesi gibi bir ailenin öyküsünden yola çıkıp, bütün ‘güneyin’ gerçek hikayesini, ‘sert’, ‘acımasız’, ‘yok edici’ bir mirası, hatta geleneği keşfediyoruz. Anne-baba arasındaki sevginin bittiği nokta, aile içi çürümüş ilişkiler, zorlu ve kötü koşullarda büyümüş iki kadının, çocuklarına bıraktığı hastalıklı miras ve bütün bu mutlak kopuşta rol alan küçük, sıradan insanlar. Vizyon adıyla ‘Aile Sırları’nın neden ‘en iyi film’ ve ‘en iyi uyarlama senaryo’ dallarında Oscar adayı olmadığını anlamak mümkün değil gerçekten. Meryl Streep ise gerçekten başka bir gezegenden olduğunu ‘yeniden’ kanıtlıyor. Dev aktris, kelimeler ötesi bir övgüyle canlandırıyor, evin hasta annesi ‘Violet Weston’ karakterini. Julia Roberts’da büyük kız kardeş ‘Barbara’ rolünde, Streep’ten aşağı kalmıyor. Aslında bütün oyuncu kadrosu kusursuza yakın. Teyze ‘Mattie Fae Aiken’ karakterinde Margo Martindale unutulmaz! Chris Cooper, Sam Shepard, Juliette Lewis, Ewan McGregor, Dermot Mulroney, Julianne Nicholson, Abigail Breslin, Benedict Cumberbatch ve Misty Upham, hafızaya kazınıyorlar. ‘En İyi kadın oyuncu’ ve ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’ dallarında Oscar için yarışacak yapım, incelikle kaleme alınmış, son derece ‘politik’ metniyle ışıl ışıl parıldıyor! Kaçırılmaz. (4,5 / 5)

KAPİTAL
Costa-Gavras, her daim ‘zımba’ gibi olduğunu ‘Le Capital / Kapital’ ile kanıtlıyor. 69 yapımı ‘Z / Ölümsüz’ ve 82 tarihli ‘Missing / Kayıp’ gibi politik sinemanın başyapıtlarına imza atmış usta yönetmen, yeni filminde, 2008 finansal krizinden yola çıkarak, çıldırmış vahşi kapitalizmin röntgenini ve bozuk düzenin, gözleri dönmüş, bütün değerlerini yitirmiş, elemanlarını/piyonlarını yansıtıyor perdeye. Büyük bir Avrupa bankasının hayatını yitiren genel müdürünün yerine, hırslı bir iş adamı getirilir. İktidardayken yaptıkları bütün insani sınırların ötesindedir. Başrolü Gad Elmaleh’in üstlendiği sosyo-politik dramda, Gabriel Byrne, Natacha Régnier, Hippolyte Girardot ve Céline Sallette diğer önemli rolleri paylaşıyorlar. 2012’de San Sebastian Film Festivali’nde ‘dayanışma’ ödülü kazanan kalburüstü yapım, ülkemiz izleyicisi ile ilk kez, 32. İstanbul Film Festivali’nde buluşmuştu. Kapitalist sistemin ‘kokuşmuş’ iç yüzünü sergiliyor; bilinç ve formundan en ufak parça kaybetmemiş usta yönetmenin filmi. ‘Yoksullardan çalıp, zenginlere vermeye devam edeceğiz, Yeni Robin Hood benim’, diyen filmin ‘kötücül ve zalim’ kahramanının öyküsü üzerinden Costa-Gavras, ‘sermayenin’ kölesiyken, bizi kimin özgür kılacağını soruyor. Hüzün ve acıyla gülümsetip, ‘yaşanacak yer değil burası’, dedirten yapım, ‘başka bir gezegenin cehenneminde’, şuursuzca nefes alıp verirken izlenmesi gereken zeki, yürekli ve soylu bir çaba. (4 / 5)

SON KALAN
En iyi ses kurgusu ve en iyi ses miksajı dallarında Oscar için yarışacak aksiyon, yaşanmış bir olaydan aktarılmış perdeye. 2005 yılında ABD’nin, Afganistan’da gerçekleştirdiği gizli bir operasyonda görev alan Marcus Luttrell’in başından geçenleri yazdığı kitaptan uyarlanmış film. Deniz piyadesi Marcus Luttrell ve ekibi, El Kaide’nin lider kadrosundan Ahmet Şah ve önde gelen adamlarını yok etmek üzere, harekete geçerler. Tamamen yabancı oldukları bir coğrafyada işler ters gidince, Talibanlar tarafından kuşatılırlar ve bir ölüm kalım savaşı başlar. Dört yakın arkadaş ve eğitimli asker, görevlerinin ötesinde, hayatta kalma mücadelesinde bulurlar kendilerini. Amerikan milliyetçiliğinin pompalandığı, aşırı militarist bir film özünde, Peter Berg’in yönettiği ‘pentagon’ katkılı yapım. Gerçi bunu asla inkar etmiyor. Filmin afişinde, yer alan, ‘gerçek kahramanlık hikayesi’ ibaresi, ne izleyeceğimiz konusunda, direkt ortaya koyuyor meselesini. Duyarlı izleyiciyi rahatsız edecek dozda milliyetçilik ve hamasi sahne içeren filmin yönetmen koltuğunda en son ‘Battleship’ filmini izlediğimiz, büyük bütçeli stüdyo filmleriyle tanıdığımız, yönetmen-aktör-yapımcı-senarist Peter Berg oturuyor. Jon ve Erich Hoeber’in yazdıkları öykünün oyuncu kadrosunda ise, birbirinden iyi oyuncular rol almış. Aynı zamanda yapımcılar arasında yer alan Mark Wahlberg’e, Ben Foster, Eric Bana, Taylor Kitsch ve Emile Hirsch gibi yıldız aktörler eşlik ediyorlar. Alman görüntü yönetmeni Tobias A. Schliessler’in özenli kamerasıyla, kayalık tepelerde geçen ‘çatışma anları’ gerçekten ‘oradaymışsınız’ hissi doğuruyor. Ne olduğu belli olan, ‘numarasız ve net’ meselesinin ve öykünün ötesinde, filmin zanaat tarafı kusursuza yakın kotarılmış. Şık teknik yönü ve heyecanı ayakta tutan temposuyla, türün müdavimlerini hoşnut edecek bir ‘Tanrı ABD’yi korusun senfonisi’. (2,5 / 5)

KIŞ MASALI
2001 tarihli ‘A Beautiful Mind / Akıl Oyunları’ ile ‘en iyi uyarlama senaryo’ Oscar’ını kazanmış, ‘The Da Vinci Code / Da Vinci Şifresi’, ‘I Am Legend / Ben Efsaneyim’ filmlerinin usta senaristi, yapımcı kimliğiyle de tanınan Akiva Goldsman’ın ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi, fantastik unsurlar içeren romantik bir dram. Günümüzden yaklaşık yüz yıl önce New York’ta, İrlanda göçmeni Peter Lake adlı genç adam, soygun için girdiği malikanede, genç ve güzel bir kadınla karşılaşır. Veremle boğuşan genç kadının önünde az zaman vardır ve ölüm döşeğindeki Beverly ile Peter birbirlerine delicesine aşık olurlar. Beverly kollarında öldükten yüz yıl sonra, Peter, yine New York sokaklarında bulur kendini. Peşinde, şeytana hizmet eden kötücül Pearly Soames de vardır. Romantizmi, kader mahkumuyuz ve hepimiz birer yıldızız şeklinde bir söylemle yoğuran film, aksiyona göz kırpan, uçan beyaz atlar ve şeytani yaratıklarla dolu fantastik oluşlara da bolca yer vermiş öyküsünde. Başrolde Colin Farrell var. Russell Crowe, Jennifer Connelly, William Hurt, Will Smith, ‘North by Northwest / Gizli Teşkilat’, ‘On The Waterfront / Rıhtımlar Üstünde’ filmleriyle anımsayacağınız efsane aktris Eva Marie Saint, filmin müthiş oyuncu kadrosunu oluşturan isimler. Genç İngiliz aktris, Jessica Brown Findlay’de, filme ayrı bir renk katıyor. Bu renkli ve zengin oyuncu kadrosuyla dikkat çeken ‘A Winter’s Tale / Kış Masalı’, senarist yönetmeni Akiva Goldsman’dan beklenmeyecek denli boşlukta salınan, dağınık bir senaryoya sahip. Mark Helprin’in aynı adlı romanı, perdede fazla zorlama duruyor. Bunda tabii, Goldman’ın bir yönetmen olarak ‘hazır’ olmamasının da payı büyük. Sonuçta, büyük bir hayal kırıklığı oluyor, ‘gökyüzünde herkes bir yıldız’ diyen kader-kısmet soslu film. Değerli isimlerden oluşmuş oyuncu kadrosu, planlanmış ama uygulamada ‘sırıtan’ yapım tasarımı, her şey, güme gidiyor bir anda. Bir de, romantik ve duygusal olmak adına, ‘ısıtılmış’ bildik anların, ilk kez karşımıza çıkıyor gibi, yeniden servisi yok mu! (2 / 5)
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar