Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

28 OCAK 2011

02 Nisan 2011 Cumartesi 23:00
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta vizyona üç yeni film giriyor. Adına, sinema yazarlarının ve basın mensuplarının geneli için resmi bir basın gösterimi ve gala düzenlenmeyen ´´Kurtlar Vadisi Filistin´´ haricindeki diğer iki yapım notlarımız arasında. Herkese iyi seyirler!

BIUTIFUL
´Güzel´ olan ne kaldı yaşadığımız dünyada? Bu sorunun cevabını vermek zor. ´Biutiful´ olan şeylerse ne denli az… Meksikalı sinemacı Alejandro González Iñárritu´nun yeni filmi, kahramanı Uxbal´ın kızının ´ingilizcesinden´ alıyor adını. İspanya´nın Katalan kanadı Barselona´dayız. Messi´nin değil ama Etoo´nun Barselona´sında… Barselona´nın yoksul, kirli arka sokaklarında, bozuk düzen kaldırımlarında geziyoruz. Turistik, steril bir gezi değil bu. Yaşamın tam içinden bir öyküdeyiz. Uxbal´ın önünde iki ay var. Sonra ölecek. Kan işiyor. Karaciğerine sıçramış, prostattan yola çıkan kanser. İki küçük çocuğu var. Git-geller yaşayan problemli bir eşi. Duyarsız, ´uzak´ bir kardeşi. Kaçak göçmenleri inşaatlarda çalıştırıyor, işlek caddelerde satıcılık yaptırıyor onlara. Elinden geldiğince, olanakları ölçüsünde kolluyor onları. Kaçak göçmenlerin hamisi Uxbal, yasadışı işlerle sağlıyor geçimini. Her şey zorlaşıyor. Avantacı polisler, çıkarcı iş ortakları, doymaz dünya… Vahşet saçan kapitalizmin ´insan´ı yok saydığı yerde ne kadar güç ayakta kalmak, çocuk büyütmek, herkese, her şeye karşı tek başına olmak… Üstelik gözü arkada kalmak var bir de… Bir de kimselerde olmayan bir yeteneği var Uxbal´ın. Ölülerle konuşuyor. Ayrılmak üzere olan ruhlarla. Onların ´huzur´la ayrılıp ayrılmadığını söylüyor arkada kalanlara. Biriktirdiği bütün paralar çocukları için. En azından evin bir yıllık kirası için. Hiç tanımadığı babasını görüyor bir de… Ondan kalan yüzüğü kızına veriyor. Sonra, eski günlerden radyoda duyduğu o dalga sesi, rüzgâr sesi, bütün güzel sesler… Başka bir yere gitmek kolay değil. Sahi ne sesler var kulaklarımızda. Örneğin bir şeyler çalardı gerçekten radyoda. Bütün sevdiklerimle dinlerdim. Kimse yok şimdi. Son nefesimde belki yine duyacağım… Bu kez yanında sıkı dostu, ortağı yok Iñárritu´nun. Tek tabanca diyelim. ´´Paramparça Aşklar Köpekler´´, ´´21 Gram´´ ve ´´Babil´´in kesişen hikâyeleriyle sevilen ve imza haline ikiliden senaryo kanadı Guillermo Arriaga´sız bu kez Iñárritu. Fakat Javier Bardem var kameranın önünde. Dev aktör için yazılmış ´Uxbal´ rolü. Ona dair söyleyecek bir şey yok. Kelimeler ötesi bir performans. Uzakdoğulu, Afrikalı göçmenler, yoksunluk, tabii ki yoksulluk, sefalet, sorumluluk, suçluluk duyguları, affedebilmek, tutku, baba olmak, sevmek, insan olmanın asgari zorunlulukları… Yürek kanatan acı tablolar. Sıfır taviz. Gerçekliğin röntgeni. Gel de ağlama sonra, gel de isyan etme, gel de yaşa…

TRON EFSANESİ
1982´nin ´´Matrix´´iydi ´´Tron´´… Siberuzay, sanal gerçeklik gibi teknolojik konseptleri görselleştiren önemli bir bilimkurguydu. ´´Tron´´un Kevin Flynn adındaki kahramanı, günümüz ´hacker´larının atalarındandı. Genç bilgisayar dâhisi, dev bir bilgisayar şirketinin ana bilgisayar sistemine girmeyi başarıyor ve şirketin kendi yazdığı programı çaldığını ispat etmeye çalışıyordu. Ama devreye giren ana kontrol programı, kahramanımızı, kendi sisteminin içine, sanal dünyaya hapsediyordu. Artık, bir bilgisayar oyununun içindeydi Kevin Flynn. Tron adındaki bir güvenlik programı sayesinde kendini kontrol eden sistemi yok edip gerçek dünyaya geri dönebilmek için verdiği heyecan dolu mücadele, izleyiciyi koltuğuna çiviliyordu adeta. Bilgisayar teknolojilerinin gündelik hayatın her alanına girdiği günümüz dünyasında ´´Tron´´un değeri daha fazla anlaşılmış olacak ki, ikinci film çıktı ortaya. ´´Tron Efsanesi´´, Kevin Flynn´ın; babasının kayboluşunun sırrını çözmeye çalışan Sam Flynn´ın öyküsü üzerine kurulu. Günümüz teknolojisinin desteklediği hikâye, aynı ilk film gibi soluksuz izletiyor kendisini. İlk filmin kahramanı Jeff Bridges, gençlik hali ve bugünüyle yine beyazperdede. Garrett Hudlend ve güzel aktris Olivia Wilde, ona eşlik eden isimler. Teknik, görsel ve mesele anlamında içi dopdolu olan ve 80´ler sineması için devrimsel bir ivme olarak adlandırılan ´´Tron´´un yeni filmi, günün penceresinden bakılınca ´hafif´ gözükse de, teknolojik etik ve iktidar-kitle-erk meseleleri üzerine anlamlı cümleler kurmayı başarıyor. Teknolojisi ve biçimi ise gayet düzgün. ´Gem´ rolündeki Beau Garrett ise dikkat çekici bir ışıltıya sahip. İlk ´´Tron´´, Steven Lisberger´in yönettiği ilk uzun metraj kurgusuydu. Yeni filmin yönetmen koltuğundaki Joseph Kosinski´de yönetmenliğe ilk adımı ´´Tron Legacy´´ ile atıyor. Bir önemli not da filmin müziği üzerine. Elektronik dans müziğinin başarılı temsilcisi Fransız grup Daft Punk, yapımın fütüristik dünyasını soundtrack çalışmalarıyla zenginleştirmiş. Son tahlilde, üç boyutlu izlenecek aksiyonu yüksek bilimkurgu, ´banal´ olmayan bir sanallık sunuyor…

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar