28 ARALIK 2018
2018’i uğurluyoruz bu hafta! Yılın son vizyon haftası, dördü yerli, toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor. Bu yıl vizyon bir hayli hareketliydi. 254’ü yabancı, 172’si yerli yapım olmak üzere toplam 426 film yansıdı perdeye. Haftaya yeni vizyonu karşılayacağız. Yeni yıl, 2019, beraberinde birçok yeni film getirecek yine! Siz, her daim, içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler ve umut, iyilik, huzur, sağlık, barış, mutluluk, sanat ve tabii ki sinema dolu bir yeni yıl!
MARY POPPINS: SİHİRLİ DADI
-Umuda ve iyiliğe ihtiyacımız var hepimizin-
Avustralyalı yazar P. L. Travers’ın (1899-1996), ilkin 1934 yılında kaleme aldığı sekiz ciltlik kitap serisinden, beyazperdeye ilk olarak 1964 yılında uyarlanan ünlü müzikal, yeni filmiyle karşımızda! Fantastik müzikal ‘Mary Poppins Returns / Mary Poppins Dönüyor’, Hollywood’un belki de son müzikal dehası Rob Marshall’ın imzasını taşıyor. ‘Chicago’ ve ‘Nine’ gibi çağdaş müzikallerin yaratıcısı Marshall, ‘Finding Neverland / Düşler Ülkesi’ ve ‘Life of Pi / Pi’nin Yaşamı’ filmleriyle iki kez Oscar adayı olmuş senarist David Magee’nin senaryosunu, sıkı bir kadroyla birlikte; unutulmaz bir müzikale dönüştürmeyi başarmış.
1930’larda, Londra’da da yaşanan büyük buhran döneminde geçiyor öykü. İnsanların en çok umuda ihtiyacı olduğu zamanlarda yani! 1964 tarihli Robert Stevenson imzası taşıyan, beş Oscar’lı ilk uyarlama ‘Mary Poppins / Gökten İnen Melek’de yer alan Jane ve Michael büyümüşlerdir. Eşini kaybetmiş Michael Banks, kız kardeşi Jane, üç küçük çocuğu ve artık ailenin ferdi olmuş emektar kahya Ellen ile birlikte yaşamaktadır. Evlerini bankaya kaptırma durumunda olan Banks ailesi, esrarengiz dadı Mary Poppins’in kapıyı tekrar çalmasıyla, yeniden umutlanır. İyimser sokak lambacısı, iyi kalpli emektar Jack ile birlikte, eşsiz sihir becerilerini kullanan Mary Poppins, evde eksik olan bütün duyguları yeniden canlandırmayı başaracaktır.
Esrarengiz, prensip sahibi, ciddi, yalnız ve iyi yürekli dadı Mary Poppins, duygusallığı ve mantığı aynı bedende eritip, hem tavizsiz cesareti, hem de sevgi dolu anaçlığıyla, ‘ben yanınızdayım, merak etmeyin, ümidinizi yitirmeyin der’ bize, hiç beklemediğimiz ama ona en fazla ihtiyacımız olduğu anlarda, omuz başımızda aniden belirerek! Disney’in klasik kahramanı, unutulmaz bir müzikali daha yaratıyor yeniden! 1964’de Julie Andrews’in Oscar’lık unutulmaz performansının ardından, bu kez ‘Mary Poppins’i Emily Blunt canlandırıyor. Yaman İngiliz aktrise, şarkıcı-dansçı-müzisyen kimliğiyle de tanınan Lin-Manuel Miranda, Ben Whishaw, Emily Mortimer, Julie Walters ile Pixie Davies, Nathanael Saleh ve Joel Dawson adlarında kendileri küçük, oyunları büyük üç yetenek eşlik ediyorlar. Dev aktris Meryl Streep ile birlikte, Colin Firth de kadronun misafir yıldızları! Tabii, dört önemli emektarı unutmamalı. 64 yapımı filmde de rol almış efsane aktör Dick Van Dyke, Angela Lansbury (ki ikisi de 1925 doğumlular), David Warner ve Jim Norton, unutulmaz nüanslarla renk katıyorlar enfes ve incelikli müzikale!
Müthiş koreografisi, yaman teknik ekibi ve üzerine hüzünden bir elbise giymiş atmosferiyle, günümüzün nobran ve hızla tüketen vahşi, acımasız, duyarsız çağına dışardan bakan bir film olmuş yeni Mary Poppins macerası! Danslar, şarkılar, öykü, oyuncular, renk paleti, kamera, kostümler, dekor, makyaj, hemen her şey birinci sınıf. Bizi gökyüzüne, daha iyi, daha güzel, daha başka bir yere doğru taşıyacak bir balon veya şemsiye arıyor insan gözü son jeneriklerin ardından! (4 / 5)
EŞİTLİK SAVAŞÇISI
-Uzun mesafe koşucusu bir kahraman-
ABD Yüksek Mahkemesi yüksek yargıcı ve insan hakları savunucusu Ruth Bader Ginsburg’un, eşit haklar ve hukukun üstünlüğü ilkesi için verdiği müthiş mücadelenin hikayesi.
Kadın hakları için verdiği mücadele ve girişimlerle ün salmış müthiş bir hukukçu, cesaretli bir uzun mesafe koşucusu olan 1933 doğumlu Ruth Ginsburg’un, gençlik ve onu bugüne hazırlayan olgunluk dönemlerini mercek altına alan biyografik dramı, TV için yönettiği diziler yanında; özellikle 90’lı yıllarda çektiği filmlerle tanınan Mimi Leder yönetmiş. Başrolde, günümüzün aranan yıldızlarından İngiliz aktris Felicity Jones var! ‘Call Me by Your Name / Beni Adınla Çağır’ın ‘Oliver’i Armie Hammer, Justin Theroux, Sam Waterston, Kathy Bates ve genç aktris Cailee Spaeny, kadronun diğer isimleri.
Kendisini, ABD yüksek mahkemesine taşıyan yolda genç bir kadının, erkekler dünyasında verdiği çetin mücadele! Harvard Hukuk Fakültesi’nin sayılı kadın öğrencilerinden olan Ginsburg’un öğrencilik dönemi detayları. Zorlu mücadelede ona en büyük desteği veren, kendi gibi başarılı bir hukukçu olan eşi, hayat arkadaşı Martin’le ve kızı Jane’le olan ilişkisi. Hayatı boyunca kadın hakları ve cinsiyet eşitliği üzerine verdiği savaş, yaptıkları ve fonda bütün bir 60’lı, 70’li yılların dünyası. ABD’de ve geri kalan dünyada esen değişim rüzgarları karşısında, genç, cesur, çalışkan ve idealist bir kadının ‘ben de varım çığlığı’ perdede duran!
Bazen bazılarımızın hikayesi, tarihi oluşturur. Filmin son jeneriklerinin ardından, ben de bu ve benzer mücadeleleri, ailemde veren iki cesur kadını düşünüp, hüzünlendim. İkisi de aynı Ginsburg gibi iki iyi hukukçu! Annem Avukat Göksel Erşahin ve artık aramızda olmayan teyzem Avukat Necla Fertan. ‘Minnacık bir dev’ derdi dostları teyzem için. Vefatında, altında dostları yazan bir ölüm ilanıydı belki de onu en iyi anlatan: “En zor zamanlarda hukuku ve bizi savundu!” Öyle bir ağladım ki filmin ardından… Güçlü, iyi anlatılmış ve iyi oynanmış biyografi izlenmeli. Selam olsun bütün cesur, özgürlük aşığı, emekçi kadınlara! (3,5 / 5)
AQUAMAN
-Cousteau’nın ‘Sessiz Dünyası’nda gürültülü kaos-
Su altı krallığı Atlantis’ten sürülmüş kraliçe Atlanna ile dünyalı fener bekçisi Tom Curry’nin oğlu olan ‘Aquaman’ Arthur, ‘Justice League’ mensubu bir DC Comics karakteri öncelikle! En güçlü silahı olan mızrağı ve su altındaki hızıyla, su canlılarıyla iletişim kurup, hükmedebilmesiyle öne çıkan süper kahramanın ‘solo’ beyazperde macerası, tehditler karşısında, anayurdu Atlantis’i savunmak için verdiği amansız mücadeleyi öykülüyor!
Cesaretli ve güçlü ‘Aquaman’’in, verdiği mücadele sırasında, gerçekte kim olduğunu keşfetme süreci ve doğuştan kazandığı ‘kral’ sıfatına layık olmaya çabalamasının hikayesini, James Wan yönetmiş. Seriye dönüşmüş popüler korku-gerilimler ‘Saw / Testere’, Insidious / Ruhlar Bölgesi’ ve ‘The Conjuring / Korku Seansı’nın ardından bir süper kahraman filminde ‘maestro’luğu üstleniyor James Wan. Paul Norris ve Mort Weisenger’in 1941 yılında yarattıkları karakterin beyazperde öyküsünü, James Wan’la birlikte Geoff Johns ve Will Beall kaleme almışlar.
Gelişmiş efektleri, ezber ettiğimiz süper kahraman reflekslerini, su altı cümbüşünü filan bir kenara bırakırsak; ‘Aquaman’i canlandıran Hawaii’li Jason Momoa, tın tın ses çıkaran içi boş öyküyü doldurmakta yetersiz kalıyor. Sadece o mu? Ana karakterin yanı sıra, Amber Heard, Patrick Wilson, Willem Dafoe, Nicole Kidman, Dolph Lundgren’den oluşan yıldızlar, 143 dakikalık fantastik aksiyona fazla bir albeni katamıyorlar. Beyazperdede zaten artık ezber halini alan süper kahraman maceralarının başlangıçlarından düğüm noktalarına, nihayet finallere uzanan yolda yeni bir ‘numara’ yapamıyor James Wan! Yeni nesli bilmem de, ‘Denizler Altında 20.000 Fersah’ı bünyeye sindirmiş biz Jules Verne aşıklarını, denizin dibinde süregelen vahşi mücadeleye tanık etme gayreti, boş bir uğraş. Kahramanı da, hafif serseri, iri kıyım, nobran bir yarı dünyalı-yarı su altı yaratığı olunca, bize; ‘denizin dibinde hatçam demirden evler’i mırıldanıp, ötelemek kalıyor zihinden bu DC Comics karakterini. Jacques Cousteau sayesinde daha çok sevip, merak ettiğimiz ‘sessiz dünya’yı, okyanusların dibini, gürültülü bir kaosa dönüştürmüş günümüzün vahşi karmaşası! (2 / 5)
Küçük izleyicilere seslenen animasyon ‘Trolled / Troller ve Dinozorlar’ ile birlikte dört yerli yapım; senaryosunu ‘Dağ’ serisi le tanınan Alper Çağlar’ın kaleme aldığı aksiyon-savaş türündeki ‘Börü’, Emre Altuğ’un rol aldığı, bütün aile üyelerine seslenen ‘Müsaadenizle Büyükler’, Ahmet Sönmez imzası taşıyan dram ‘Trileçe’, Mehmet Gün’ün yönettiği romantik komedi ‘Chef’, yılın son vizyon haftasının notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler ve mutlu bir yeni yıl! MURAT ERŞAHİN