27 OCAK 2023
Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz üç yıldır süren bu beladan çok yakında tamamen kurtulacağız!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, ‘o tarihe ait eski vizyonda bu hafta’ ve ‘sinemadan çıkmış insan’ köşelerini sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden beş klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler yeni yılda da devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Vivre pour vivre / Yaşamak İçin
(Yönetmen: Claude Lelouch / 1967)
L'aile ou la cuisse / Eti Benim Kemiği Senin
(Yönetmen: Claude Zidi / 1976)
Préparez vos mouchoirs
(Yönetmen: Bertrand Blier / 1978)
Un mauvais fils
(Yönetmen: Claude Sautet / 1980)
Coup de torchon / Sil Baştan
(Yönetmen: Bertrand Tavernier / 1981)
Vizyonda bu hafta (27 Ocak 2023)
Ocak ayının son vizyon haftası, ikisi yerli yapım olmak üzere toplam altı yeni filme ev sahipliği yapıyor!
UÇAK
-Kaptan da kaptanmış ha!-
‘Uçağını uçuran kaptan’ dışında elini taşın altına sokup sorumluluk alan ve günü kurtarıp, uçağını en son terk eden kaptanın kahramanlık öyküsü öncelikle gayet iyi çekilmiş!
Olağanüstü kötü hava koşulları sebebiyle görevli olduğu uçağı bir adaya indirmek zorunda kalır usta pilot Brodie Torrance. Uçağa yıldırım düşmüş ve bütün elektronik devreler çalışmaz hale gelmiştir. Fakat bu zorlu iniş, hayatta kalma mücadelesinin sadece başlangıcıdır. Düştükleri adanın kontrolü, ayrılıkçı gerillaların oluşturduğu suç örgütünün elindedir. Yolcular rehin alındığında, Torrance’in yardım isteyeceği tek kişi, uçağa son anda dahil olan sürpriz yolcu, cinayetle suçlanan ve FBI tarafından başka bir yere transfer edilen Louis Gaspare’dır.
‘Assault on Precinct 13 / Baskın’, ‘L'instinct de mort / Ölümcül İçgüdü’, ‘L'ennemi public n°1’, ‘Blood Father / Kan Bağı’, ‘ L'Empereur de Paris / İmparator: Yeraltı Dünyasının Hükümdarı’ gibi tür filmleriyle tanınan Fransız yönetmen Jean-François Richet imzalı gerilimi yüksek aksiyonun başrolünde Gerard Butler yer alıyor. Kendi gibi İskoçyalı bir pilotu canlandıran Butler’ın rol arkadaşları Mike Colter ve Tony Goldwyn.
Kesintisiz başlayıp süren aksiyonu, gayet titiz görüntülenmiş, sahici anlar yaratan kamera kullanımı, oyuncuları, meseleyi ekonomik biçimde halleden öyküsüyle oldukça sürükleyici, rahatlıkla izlenen keyifli bir seyirlik olmuş ‘Plane / Uçak’! Dayanışma, dostluk, güven, fedakârlık, görev, baba-kız öyküsü fonunda sıkı bir hayatta kalma mücadelesi duruyor perdede. Havada ve karada süren bir ‘John McClane / Die Hard’ esintisi de cabası! (3,5 / 5)
MASKELİ BALO
-Kremini Sür!-
Yazıp yönettiği 2019 tarihli ‘La Belle Époque / Yeni Baştan’ ile epey ses getiren Nicolas Bedos’un karşımızdaki yeni filmi, henüz yayımlanmamış kendi romanından uyarlayarak 35 mm. filme çektiği romantik suç dramı ‘Mascarade / Maskeli Balo’. Entrikalı, romantik, sürükleyici bir suç öyküsü işin aslı, prömiyerini yarışma dışı gösterildiği Cannes’de gerçekleştiren yapım.
Talihsiz bir motosiklet kazası sonrası kariyeri sona eren karizmatik dansçı Adrien, günlerini Côte d'Azur olarak da bilinen Fransız Rivierası’nda geçirmektedir. Kendisinden yaşça epey büyük eski sinema yıldızı Martha’ya sevgili rolü oynayarak, güneş altında salınmaktadır genç adam! Adrien, son derece çekici Margot ile tanışınca sıradan hayatı tümden değişir ve kısa sürede sevgili olan ikili, daha parlak bir yaşantı hayaliyle şeytani bir komplo, duygusal bir maskeli balo düzenlemek için kolları sıvarlar. Yöreyi gayet iyi bilen ve eserlerinde fon olarak kullanan Somerset Maugham’ın deyişiyle ‘Fransız Rivierası güneşi altında karanlık ruhlar gezinmektedir’. Filmin açılışında yazan bu sözün üzerine kurmuş adeta öyküsünü Nicolas Bedos! Genel anlamda bir intikam öyküsü öte yandan. Bedenini ve ruhunu satanlar, çağdaş köleler, aşk, tutku, aldatanlar, aldatılanlar, oyalananlar, değerler, suçlar, cezalar, yalanlar, gerçekler, düşler, sınıfsal durumlar ve feminist bir damar.
Pierre Niney, Marine Vacht, Isabelle Adjani ve François Cluzet’in başlıca rolleri üstlendikleri tempolu hikâyede Emmanuelle Devos, Laura Morante ve Charles Berling gibi usta isimler de yer alıyorlar. Başrollerden birini üstlenen Marine Vacth’ın filme kattığı hava apayrı! Şu an 68 yaşında olan Isabelle Adjani’yi en son Ozon’un ‘Peter Von Kant’ında izlemiştik. Zulawski’nin ‘Possession’u ve Jean Becker filmi ‘L'été meurtrier / Öldüren Yaz’ın fetiş ismi Adjani’yi yeniden izlemek hoş bir sürpriz oldu ayrıca. Laura Morante’nin varlığı ise yine artı değer katıyor oyuncu kadrosuna. İşin aslı ‘art house’ bir filmin uzağında, bir parça daha hafif, popüler ve sürükleyici bir seyirlik olarak kotarılmış yapım. Bu yönüyle Jacques Deray filmlerini anımsatıyor ilk başta. Claude Sautet imzalı ‘Les Choses de la Vie / Hayat Bağları’ tonu ve atmosferi. Marie-France Pisier ve John Beck’li Charles Jarrott filmi ‘The Other Side of Midnight / Gece Yarısının Ötesi’ ruhu ve hissiyatı… İki saat on beş dakikalık süre kısalsaymış keşke! (3 / 5)
ÇİZMELİ KEDİ: SON DİLEK
-Son bir dilek için!-
Ana karakterlerin arasından sıyrılan ve kendi filmini yaratan animasyon kahramanları kervanının üyelerinden biri de ‘Shrek’ serisinin çizmeli kedisi olmuştu 2011’de. Ünlü masal kahramanı, ‘Shrek’ serisindeki melül melül bakışlarıyla hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinmişti kendine. Charles Perrault tarafından 1697’de derlenen ‘Anne Kazın Hikâyeleri’nde ve 1634’te Giambattista Basile tarafından toplanan Avrupa halk öykülerinde yer almıştı ilk olarak şövalye ruhlu kahraman Çizmeli Kedi. Yapımcılar, yönetmen koltuğuna, ‘Shrek 3’ ile tanıdığımız Chris Miller’ı oturtup yola çıkmışlardı. Bu arada yapımcılar arasında; Meksikalı usta sinemacı Guillermo del Toro’da yer alıyordu. Del Toro, bu kez birçok ünlü oyuncuyla birlikte seslendirme kadrosunda da yer almış, ‘Çizmeli Kedi’yi orijinal dilinde Antonio Banderas seslendirmişti. ‘Jack ve Fasulye Sırığı’ başta olmak üzere birçok kuzey ve batı Avrupa masalından oluşturulmuş öyküyle, şipşirin kahramanlar sayesinde; ciddi bir bütünlüğe sahip, orijinal bir film çıkmıştı ortaya. Çizmeli Kedi, yetimhane günlerinden arkadaşı yumurta Humpty Dumpty ve güzel dişi kedi Kitty Yumuşakpati, ana kahramanlar olarak öne çıkıyordu sevimli animasyonda.
Dreamworks, öyküsünü Tom Wheeler’ın yazdığı, yönetmenliğini Joel Crawford ve Januel Mercado’nun üstlendikleri Çizmeli Kedi’nin yeni macerasını buluşturuyor bizlerle! ‘Puss in Boots: The Last Wish / Çizmeli Kedi: Son Dilek’, 95. Akademi Ödülleri’nde ‘En İyi Animasyon’ dalında Oscar adayı olarak gösterildi üstelik! Kahramanımızı, yine Antonio Banderas konuşuyor. Salma Hayek, Olivia Colman, Ray Winston ve Florence Pugh, seslendirme kadrosunun diğer önemli isimleri.
Cesur kanun kaçağı Çizmeli Kedi, tehlike tutkusunun ve gözü pek yaşamının artık sona gelip dayandığını acı biçimde fark eder. Hesabını şaşırsa da dokuz canından sekizini kullanmıştır ve en önemlisi artık ‘ölümden’ korkmaktadır! Efsanevi ‘dilek yıldızı’nı bulmak için Kara Orman’a doğru yanındaki sıkı ekiple birlikte destansı bir yolculuğa çıkan kahramanımız, en büyük korkusunu yenmek için amansız bir mücadele verecektir!
Arkadaşlık, yoldaşlık, koşulsuz dostluk, aşk, sevgi, bir arada kalmak, fedakârlık, vicdan, korku, cesaret, iyilik, kötülük, yaşam ve ölüm… Hayata dair hemen her oluş ve duyguya yer vermeyi başarmış tutarlı öyküsünde sevimli animasyon. Üstelik ajitasyondan uzak dozunda bir mizah ve hüzünle! Dublajın filmin orijinal nüanslarını yok edeceği ise kesin! Keşke orijinal olarak da buluşsaydı film izleyiciyle! (3,5 / 5)
Haftanın notlarımız arasında olmayan yenilerine bakacak olursak…
‘AINBO: Spirit of the Amazon / Ainbo: Amazon’da Büyük Macera’, ABD-Peru-Hollanda ortak yapımı bir animasyon! Jose Zelada ve Richard Claus’un birlikte yönettikleri macerada, Amazon’un kalbinde yaşayan genç ve cesur bir kız olan Ainbo ile tanışıyoruz. Ainbo’nun yaşadığı cennet gibi orman, yeraltı kaynakları için yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ainbo, en yakın arkadaşı olan prensesi ikna edemeyince, hayvan dostlarıyla birlikte yağmur ormanlarını ve yuvasını korumak için büyük bir maceraya atılacaktır!
Senaryosunu Nalan Merter Savaş’ın kaleme aldığı, Özgür Bakar’ın yönettiği biyografik dram ‘Demir Kadın: Neslican’, üç kez kanseri atlatan, verdiği üstün yaşam mücadelesiyle birçoklarına ilham olan Neslican Tay’ın öyküsü! Naz Çağla Irmak, İlker Aksum, Deniz Uğur, Zeynep Elçin, Mesut Akusta, Yurdaer Okur, Meral Çetinkaya oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.
Epilepsi hastası Aziz çocukken babası tarafından şiddet görmüş ve bu durum onun hayatında bitmek bilmeyen kâbuslara yol açmıştır. Aziz aracıyla hamile bir kadına çarpar. Kadın ve karnındaki çocuk ölürler. Aziz olay yerinden kaçar ve izini kaybettirir. Kadının eşi bir büyücü bulup kazaya neden olan kişiye bir ölüm büyüsü yaptırır. Ertuğrul Yüreklikul’un yazıp yönettiği korku filmi ‘İfrit-i Cin’in başlıca rollerini Burak Ergün, Canan Çalışkan ve yine Ertuğrul Yüreklikul üstleniyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On bir ve altı yıl öncesine, 2012 ve 2017 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (27 Ocak 2012)
Haftanın üç yenisi de notlarımız arasında. Oscar’ın iddialı adayı ‘Artist’, Guillermo del Toro’nun elinin değdiği korku-gerilim ‘Karanlıktan Korkma’ ve Ata Demirer’in yeni filmi ‘Berlin Kaplanı’, izleyicisiyle buluşmayı bekleyen yeni yapımlar. Her hafta üstüne basarak anımsattığımız gibi; içinizdeki sinemadan çıkmış insana büyük özen gösterin. Sokaklar, sinemadan çıkmayanlarla dolu çünkü. Herkese iyi seyirler!
ARTİST
Kuşkusuz yılın en popüler filmlerinden biri ‘Artist / The Artist’. Aynı zamanda, izleyiciyi ve büyük oranda eleştirmenleri tavlamayı başarmış bir iş. Fransa-Belçika ortak yapımı dramatik ve aynı oranda eğlenceli film; sessiz sinema estetiğini; günümüz izleyicisinin de zevk alabileceği bir seyirlik haline getirmeyi başarmış. Siyah-beyaz ve sessiz film; yarattığı nostalji duygusuyla da uzun süren bir etki bırakıyor insanda. Hüzünlü, yürek ısıtan, aynı anda yürek burkan, gülümseten, salondan ıslık çalarak çıkmanıza neden olan hoş bir film özünde… 1920’li yılların sonunda; sessiz filmlerin ünlü oyuncusu, Hollywood yıldızı George Valentin’in kariyeri, sesli teknolojinin beğenilip; kabul görmesinin ardından büyük bir hızla düşüşe geçer. Valentin’in eski bir hayranı olan ve ünlü aktörün elinden tutup; sektöre kazandırdığı güzel oyuncu adayı Peppy Miller’ın yıldızı ise gün geçtikçe parlamaktadır… ‘Bir yıldız doğuyor’ durumlarının yaşandığı ve hızla başka bir ‘şeye’ dönüşen, ‘büyüsü bozulan dünyanın’ tam ortasında kalan eski bir Hollywood yıldızının trajedisinin yansıdığı film, yediden yetmişe herkesin keyifle izleyeceği bir iş olmuş olmasına ama yapımı; ‘yarattığı suni nostalji duygusuyla izleyiciyi etki altına çalıştığı’ savıyla eleştirenler de var. Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nden bu yana birçok festival ve ödülün gözdesi olan yapımın yönetmeni Fransız Michel Hazanavicius. Komedi-Müzikal dalında ‘En İyi Film’in de aralarında olduğu üç Altın Küre kazanan sevimli filmin başrolünü, Cannes’de elde ettiği ‘En İyi Aktör’ dahil şimdiden birçok ödül kazanan Jean Dujardin üstleniyor. Aynı zamanda yönetmenin eşi olan Arjantinli aktris Bérénice Bejo, John Goodman, James Cromwell, Penelope Ann Miller, Ed Lauter, Malcolm McDowell ve belki de filmin en çok ilgi toplayan, en popüler ismi; sevimli köpek Uggie; zengin kadroyu oluşturuyorlar. Oscar gecesi de sıklıkla adı geçeceği konuşulan – 10 dalda Oscar adayı- bol ödüllü yapım; öyle mesele sahibi bir film olmasa da, sanat yönetimi ve genel anlamda yapım tasarımıyla; özgün bir atmosfer kurmayı başaran, epey şık ve sıcacık öyküsünü, etkileyici biçimde anlatıp; hafızada kalacağı su götürmez ‘zeki’ bir proje olmayı başarıyor son tahlilde!
KARANLIKTAN KORKMA
1973 tarihli aynı adlı televizyon filminden perdeye uyarlanan fantastik korku-gerilimin senaristi ve yapımcısı, usta Meksikalı sinemacı Guillermo del Toro. Yönetmen koltuğunda ilk uzun metrajını yöneten Kanadalı Troy Nixey’in oturduğu filmin başrollerini; Katie Holmes, Guy Pearce ve 1999 doğumlu müthiş oyuncu Bailee Madison paylaşıyorlar. Geleceğin önemli aktrisleri arasında anacağımız küçük yıldız Madison; filmin belki de en akılda kalıcı noktasını oluşturuyor. Babası ve onun sevgilisiyle birlikte yaşamaya başlayan küçük Sally, babasının restore ettiği eski görkemli köşkte bulur kendini. Evin bodrum katında, upuzun yıllar boyunca kilit altında kalmış tehlikeli yaratıklar yaşamaktadır. Sally, diş ve kemikle beslenen bu korkunç canavarların varlığına kimseyi inandıramaz. Bazı anlar gerçekten ürkütücü olmayı başaran tür kırmasının; olay örgüsünün içine sürükleyici bir tempo katamadığını belirtelim. Öykünün kıvraklığı ve tansiyonunda bir problem var gibi. Öte yandan, yaratık tasarımları ise gayet iyi. Orijinal adıyla ‘Don’t Be Afraid of the Dark’, bir tarafıyla; büyük animasyon ustası Hayao Miyazaki’nin stüdyosu Ghibli’den çıkma ‘Aşırıcılar / Kari-gurashi no Arietti’yi düşürüyor akla. Oradaki iyi kalpli küçük insanların yerini; burada kana susamış canavarlar almış. Fakat gözlerden uzak, yer altındaki yaşamlarına ve insanlardan saklanarak yaşamak zorunda oldukları gerçeğine bakarak; ciddi bir öteki olgusundan ve garibanlıktan söz edilebilir. Onlar da medarı maişet derdinde deyip; canavarlıklarını görmeyebiliriz bir açıdan. Dünya ve insanın bu açgözlü, doymak bilmez, güç düşkünü, hain doğası sürdükçe; yer altındaki gariban yaratıklara başka nasıl bir gözle bakılabilir ki?
BERLİN KAPLANI
Ata Demirer’in senaryosunu yazıp başrolünü üstlendiği, Hakan Algül’ün yönettiği BKM yapımı komedi; ‘Eyvah Eyvah’ serisinin üzerinde değil. Ata Demirer’in ‘Almancı boksör Ayhan Kaplan’ tiplemesi ise gayet başarılı. Karaktere dair hemen bütün nüansları yakalamış yetenekli komedyen. Senaryo ve diğer karakterler ise aceleye gelmiş gibi. İçi boş diyaloglar dikkat çekiyor. Oysa öykü farklı yerlere gitmeye ve üzerine birçok detay inşa etmeye elverişli. Bir ‘oldubitti’ havası, sürprize ve ani gelişmelere izin vermiyor anlayacağınız. Yine de özellikle Ata Demirer’den yayılan sevimli ve sıcak elektrik, kopmamanızı sağlıyor filmden. Son tahlilde; beklentilerinizi yüksek tutmadan izleyebileceğiniz hoş bir seyirlik diyelim.
Vizyonda bu hafta (27 Ocak 2017)
Beş yeni filmle merhaba diyor yeni vizyon. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
SATICI
-İnsanın ruh haritası ve ahlak üzerine-
Öykü anlatmayı çok iyi bilen bir yönetmen İranlı usta Asghar Farhadi. Kendisini, 2011 tarihli ‘Jodaeiye Nader az Simin / Bir Ayrılık’ ile tanımış ve hayran kalmıştık. Her dinleyişte yüreği kanatan o türkü gibiydi; ‘bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm’! Ardından 2013 yapımı ‘Le Passé / Geçmiş’ çıkageldi. Yaman sinemacı Farhadi, sınıf, adalet, ahlak, inanç, vicdan, sevgi temalarını, belgeseli andıran çırılçıplak bir gerçeklik ve doğallıkla yansıtıyordu perdeye. Son tahlilde, insanlık vardı öykülerinde. Her şeyin ötesinde, doğru olanı yapabilmekle ilgiliydi meselesi. Gidebilme seçeneğine karşılık, kalmanın ahlaki zorunluluğu örneğin! İnsanı hiçe sayan yerde insan kalma mecburiyeti. Rahat anlatım, her şeye ‘içerden’ tanıklık eden kamera, gerçeğe bürünmüş unutulmaz oyunculuklar ve izleyeni sarıp sarmalayan o insani atmosfer… Söz konusu insansa, her şey son derece teferruatlıdır diyor Farhadi. Bir yanı olabildiğince karanlık, netameli, bol bilinmezli büyük resimde, herkesin kendine göre haklı-haksız veya suçlu-suçsuz olduğu hikâyeler anlatıyor. İnsan denen karmaşık bilinmezi, olanca sadelik ve yalınlıkla çıkarıyor karşımıza. Bağırmadan, yüksek sesli, iddialı diyaloglarla değil, tam tersine küçük harfli önemlerle. Bir mutfağa sığdırıyor söz gelimi ömrümüzü!
Bu kez, temeli zarar görmüş, çatlamış, yarılmış, zemininden kaymış bir apartman dairesinde açıyor filmini anlatı ustası. Cannes’de ‘Altın Palmiye’ için yarışan ve prestijli festivalden ‘en iyi senaryo’ ile ‘en iyi erkek oyuncu’ (Shahab Hosseini) ödülleriyle ayrılan yeni filmi ‘Forushande / Satıcı’ da, ülkesinin sarsılan dinamiklerini, insanın ruh altıyla birlikte anlatmış yine. Günümüz İran’ında, Arthur Miller’ın ünlü eseri ‘Satıcının Ölümü’nü sahneleyen tiyatrocu çift Rana ve Emad, temelinden sarsılan ve duvarları çatlayan dairelerinden, başka bir daireye taşınırlar. Rana, bu evde, beklenmeyen bir saldırıya uğrar. Yaşadığı travmayı sakin ve sessiz biçimde içine atan ve bu kötü kâbustan kurtulmaya çalışan kadının aksine eşi Emad, intikam almak için her türlü sınırı aşmayı göze alır. İran toplumunun analizi ve ahlaki değerler haritası, insan doğasının çetrefilli labirentinde işlenmiş. Umutsuz ve kapkara resim, tıkır rıkır işleyen bir senaryo ile yansıyor perdeye. Tırmanan gerilim, Eric Rohmer’in ‘ahlak öykülerine’ ve Dardenne kardeşlerin ayrıntılı toplumsal ruh analizlerine denk düşen, müthiş bir sosyal değini ve eleştiriye varıyor. Ingmer Bergman ustanın başyapıtlarından 1968 tarihli ‘Skammen / Utanç’a, birden fazla karede yer alan orijinal afişleriyle saygı duruşunda bulunulması, öykünün ‘sahici’ ruhunu da seriyor ortaya. Başrol oyuncuları Shahab Hosseini ve Taraneh Alidoosti’yle birlikte, onlara eşlik eden diğer isimler birinci sınıf performanslar sergiliyorlar. Trajik bir olayın çevresinde şekillenen insan davranışları, yargılamadan yapılan tespitler, ahlak, vicdan ve insana ait hemen her şey! Sadece usta bir sinemacı değil Farhadi, toplumsal ve bireysel tarihin adaletli not düşücüsü. (4 / 5)
İÇERİDE
-Sürprize yer vermeyen sorumsuz öykü-
ABD’nin kuzeydoğusunda yer alan New England taşrasında yaşayan klinik psikolog Mary Portman, daha çok çocuklar üzerine uzmanlaşmıştır. Eşi ve problemli üvey oğlu ile birlikte yaşayan Mary, üvey oğlu Stephen’ın okuldaki problemleri ve uyum sorunlarıyla başa çıkamamaktadır. Portman çifti, Stephen’ı, yatılı bir okula göndermeye karar verirler. Baba-oğul bu yolculuk sırasında bir trafik kazası geçirirler ve felaketle sonuçlanan kazada baba can verir, Stephen ise ağır yaralı biçimde kurtulup; yatağa mahkum olur. Hiç hesapta olmayan bu felaket sonucu Mary, yatalak üvey oğlu ile bir başına kalakalır. Son derece sert bir fırtınanın yaklaştığı kara kışın ortasında, Mary, kabus dolu bir gerçekle yüzleşecektir.
Naomi Watts’ın başrolü üstlendiği gerilimde, ünlü yıldıza; genç İngiliz aktör Charlie Heaton ile usta karakter oyuncusu Oliver Platt eşlik ediyorlar. Farren Blackburn imzalı film, vaat ettiği gerilimi yansıtamıyor perdeye. Son derece özensiz yazılmış senaryo, birçok mantık hatası ve boşluğa sahip. Ayakları yere basamayan öyküyü, kısmen başarılı çoğu tek mekana sığdırılmış atmosfer de kurtaramıyor. Hemen her oluşu; henüz ilk dakikalarda fark ettirip; sürprizleri yok eden öykü, Naomi Watts hatırına çekilebilir sadece. (1,5 / 5)
25 Ocak Çarşamba günü vizyona giren Mahsun Kırmızıgül imzalı ‘Vezir Parmağı’ ile birlikte; Vin Diesel’in yeni nesil ajan serisine dönüş yaptığı aksiyon ‘xXx: Return of Xander Cage / Yeni Nesil Ajan: Xander Cage’in Dönüşü’ ve Ukrayna’dan çıkagelen animasyon ‘The Dragon Spell / Cesur Kahraman Ejderha Büyüsü’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese.
MURAT ERŞAHİN