27 EKİM 2017
Üçü yerli, dört yeni filmle merhaba diyor yeni vizyon. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese!
AYLA
-Düzgün ve gözyaşlı o kadar -
Türkiye’nin, ‘yabancı dilde en iyi film’ dalında Oscar aday adayı olan ‘Ayla’, yaşanmış bir ‘sevginin bağladıkları’ öyküsü. Kore Savaşı’na katılmış Türk askerlerinden olan Astsubay Süleyman Dilbirliği ile onun; savaş sırasında bulup, babalık yaptığı beş yaşındaki kimsesiz kız çocuğu Ayla’nın hikayesi, dokunaklı bir dram.
1950’de Güney ve Kuzey Kore arasında başlayan savaşa, ABD’nin girişimiyle; Birleşmiş Milletler’in yardım çağrısı üzerine katılan ülkelerden olan Türkiye, Kore’ye bir tugay gönderir. Bu askerlerden biri olan Astsubay Süleyman Dilbirliği, kimsesiz halde bulduğu Koreli küçük kız çocuğuna, ay gibi yüzü sebebiyle Ayla ismini verir ve himayesine alır. On beş ay boyunca Süleyman ve diğer bütün askerler, küçük kızın ailesi olurlar adeta. Ayla ise, Türkiye’ye dönmesi gereken Süleyman’a artık ‘baba’ demektedir ve ayrılık gerçeği, Süleyman’ı derinden üzmektedir. Sevginin, en kötü koşullarda birbirine bağladığı bu iki insan, bu baba-kız, ayrılığın üstesinden gelmek için yarım yüzyılı aşkın süre beklemek zorunda kalırlar.
Yönetmenliğini Can Ulkay’ın üstlendiği ve senaryosunu Yiğit Güralp’ın kaleme aldığı filmin müzikleri Fahir Atakoğlu imzalı. Süleyman Astsubay’ı İsmail Hacıoğlu, küçük Ayla’yı ise sevimli minik aktris Kim Seol’ün canlandırdıkları tarihi dramda, Ali Atay, Taner Birsel, Murat Yıldırım, Çetin Tekindor, Mehmet Esen, Damla Sönmez, Meral Çetinkaya, Altan Erkekli, Büşra Develi ve Eric Roberts kadronun öne çıkan diğer isimlerini oluşturuyorlar. Filmin senaristi Yiğit Güralp’in adının açılış jeneriklerinde yer almamasının ise neye dayandığı belirsiz.
Savaşın zorlu koşullarında temiz kalmış olan insan, karşılıksız sevgi, baba-kız sevgisi, vicdan, dayanışma, sorumluluk, fedakarlık, cesaret, arkadaşlık, dostluk gibi son derece önemli kavram ve duyguları perdeden yeniden hatırlattığı için naif ve olumlu bir film ‘Ayla’. Temiz çekilmiş, emek harcanmış, eli yüzü düzgün, ana akım bir sinema örneği. Fakat ürün yerleştirmeye gidilmiş (THY, Ziraat Bankası, Hyundai) ve televizyon için çekilmiş titiz bir film olarak da bakılabilir öte yandan; milliyetçi damarı öne çıkarılmış, duygu yüklü tarihi drama. ‘Sinema’, içinde çok başka sanatsal ve estetik nüanslar barındırıyor çünkü. Mesele ve biçim, ‘neyi, nasıl’ anlattığın anlamında yedinci sanatın karşılığı oluyor.
‘Ayla’, ‘en iyi yabancı dilde film’ dalında ülkenin Oscar aday adayı olarak gösterilince, bu noktada biraz takılıyor insan. Geriye dönüp, 1929 yılından bu yana, ABD’nin kendi sinema endüstrisini ödüllendirdiği, diğer deyişle Hollywood’u kutsadığı, Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarafından verilen ve Oscar olarak bilinen Akademi Ödüllerinin, son yıllarda ‘en iyi yabancı dilde film’ dalında Oscar kazananlarına şöyle bir bakmak önem arz ediyor. 2012’de Asghar Farhadi imzalı ‘Jodaeiye Nader az Simin / Bir Ayrılık’ (İran), 2013’de Michael Haneke filmi ‘Amour / Aşk’ (Avusturya), 2014’de Paolo Sorrentino’nun yönettiği ‘La Grande Bellezza / Muhteşem Güzellik’ (İtalya), 2015’de Pawel Pawlikowski imzası taşıyan ‘İda’ (Polonya), 2016’da yönetmenliğini László Nemes’in üstlendiği ‘Saul fia / Saul’un Oğlu’ (Macaristan) ve 2017’de ise yine Asghar Farhadi imzalı ‘Forushande / Satıcı’ (İran). Akademi tarafından 1947’de verilmeye başlanmış ‘en iyi yabancı dilde film’ kazananlarının listesine bakınca farkı fark ediyor insan. Yedinci sanat kıstasının en dikkat çekici biçimde öne çıkarıldığı dal bu, akademi ödülleri arasında… Bir nevi prestij sağlıyor popülist Hollywood’un endüstri tarafına bu ödül. Gönül ister ki, ülkemizin aday adayı gösterdiği filmler de her yıl adaylar içine girsin hatta her yıl biz kazanalım bu daldaki Oscar heykelciğini. ‘Ayla’, işte mesele ‘yedinci sanat’ olunca, gereken özellikleri barındırmıyor içinde. Mesele bu! Bir ülkenin tanıtımı için çekilen iyi niyetli, temiz filmler ödüllendirilmiyor bu kategoride. Neyi ve nasılıyla yedinci sanatın vaat ettiği bütünselliği karşılayan art house tarafı törpülenmiş filmleri ödüllendiriyor Akademi.
‘Ayla’, bütün bu sebeplerden ötürü, temiz bir ana akım örneği olarak duruyor perdede. O kadar. Keşke bütün türdeşleri onun gibi olsa fakat mesele, vicdani bir sinema sorumluluğuyla bakmaya gelince, yedinci sanatta karşılığı çok daha fazla olmalı perdede ‘Ayla’nın. (2 / 5)
İŞE YARAR BİR ŞEY
-Bir gece yolculuğu hayat-
‘Oyun’, ‘11’e 10 Kala’, ‘Gözetleme Kulesi’ filmlerinin yönetmeni Pelin Esmer, beş yıl aradan sonra çektiği yeni filminde, duyarlılığı yüksek bir dram izletiyor bizlere. Trendeki gece yolculuğunda, raylar üzerinde yolları kesişen birbirlerinden tamamen farklı iki kadının ve pencere kenarındaki yatağında ölümü gözleyen bir adamın öyküsü. Evler, sokaklar, insanlar, öyküler, düşler, hayal kırıklıkları, geri dönüşler, dönemeyişler, beklentiler, gece yolculukları, hayat, ölüm ve şiir geçer raylar üzerinden.
Galasını yaptığı 36. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünden FIPRESCI (Uluslararası Sinema Yazarları Birliği Ödülü) ile ayrılan, 24. Adana Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde, ‘en iyi kadın oyuncu’ (Başak Köklükaya), ‘en iyi senaryo’ (Pelin Esmer ve Barış Bıçakçı) ve ‘en iyi görüntü yönetmeni’ (Gökhan Tiryaki) ödüllerini kazanan yapımın başlıca rollerini, Başak Köklükaya, Öykü Karayel ve Yiğit Özşener paylaşıyorlar.
Hayatla yoğrulmuş naif satırların yazarı Barış Bıçakçı’nın senaryo ortağı olduğu film, son derece iyi çekilmiş bir tren yolculuğu bölümü ile başlıyor. İzlediğiniz hikayenin nasıl gelişeceğini merak ederken, Pelin Esmer’in karakterlerini, trenden indirmemesini diliyorsunuz içinizden. Tren duruyor. Ardından başka bir film başlıyor sanki. Trendeki gece yolculuğunda oluşan atmosfer birdenbire dağılıveriyor. O gizem, o burukluk, o çaresizlik, o yoksunluk, o gariplik, o tek başınalık… Yirmi beş yıl aradan sonra buluşulan lise arkadaşları yemeği ve o kesintisiz plan sekans, hiçbir şey katmıyor, eksiltiyor büyük resimden. Çalıyor adeta. Şıklık ve gereksiz gösteriş, filmin ruhundan çok uzaktayken üstelik.
Fazla rastlanmayan bir dram sinemamızda. Fazla rastlanmayan bir söylem ve atmosferle desteklenmiş, enfes bir ilk bölüm… Sonrası kan kaybı. Olsun, o kan kaybına rağmen değerini teslim etmek gerek, duyarlıklı yapımın. Genel gidişatta önemli oyuncu performansları ayrıca. Şiirsiz kalmışlığımız geliyor aklımıza son tahlilde! (3 / 5)
THOR: RAGNAROK
-Dinmeyen kakafoni-
Marvel’in süper kahraman ekibi ‘Avengers / Yenilmezler’in sıkı elemanlarından çekiçli Thor, beyazperdeye yansıyan üçüncü filmi ‘Thor: Ragnarok ile yeniden karşımızda! Öncelikle, Thor ile ilk kez tanışacaklar için kısa bir özet sunalım: İskandinav mitolojisinde baba tanrı Odin’in oğlu olan Thor, yıldırım ve şimşeklerin tanrısı olarak bilinir. Elindeki kocaman çekiç ve bitmez, tükenmez gücüyle insanlığı koruyup kollamaktır görevi. Aynı zamanda Marvel Comics’in ünlü kahramanlarından birine de ilham kaynağı olmuştur mitolojik kahraman. Stan Lee, Jack Kirby ve Lary Lieber üçlüsünün ürünü Thor, ilk kez 1962’de buluşmuştur okuyucuyla.
2011’de beyazperdeye uyarlandı Thor, Shakespeare uzmanı Kenneth Branagh ve Joss Whedon, yönetmen koltuğunu paylaştılar. Branagh, Shakespeare eserlerinde yer alan iyi-kötü çatışmasının, iktidar, güç, siyaset, meydan okuma temalarının ve birbirine karışmış duyguların, Thor’un öyküsünde fazlasıyla yer aldığını söylemişti. Genç, atletik, kaslı ve yakışıklı aktör Chris Hemsworth, ‘Thor’ rolünde çok sevildi! Yeryüzüne sürgüne gönderilen Thor ile uzay ve gök bilimleri uzmanı Jane’in duygusal öyküsü, kötü güçlerin dünyayı ele geçirme planları odaklı aksiyonu bol fantastik bir macerada işlenmişti. Sonuç olarak sevilen bir seriye dönüşüverdi mitolojik kahraman. TV çalışmalarıyla tanınan Alan Taylor oturuyordu ikinci filmin yönetmen koltuğunda. 2013 tarihli ‘Thor: The Dark World / Thor: Karanlık Dünya’da, karanlık Elf’lerle mücadele ediyordu bu kez Thor. Kainatı ve dolayısıyla sevdiği kadının yaşadığı dünyanın yok olmaması için elinden geleni yapıyordu yine. Natalie Portman, ‘Jane’ rolündeydi. ‘Baba Odin’e Sir Anthony Hopkins, karanlık ve kötü kardeş Loki’ye yine Tom Hiddleston hayat veriyorlardı.
Thor’un yeni macerasının adı ‘Thor: Ragnarok’. Yönetmen koltuğunda bu kez Yeni Zelandalı aktör-yönetmen-senarist Taika Waititi oturuyor. Ülkesi Asgard’ı, acımasız kız kardeşi Hela’nın elinden kurtarmak için mücadele ediyor bu kez, eli çekiçli kahramanımız Thor! Yenilmezler ekibinden müttefiki Hulk’u da yanına almayı ihmal etmez Odin’in oğlu. Chris Hemsworth’a eski kadrodan Tom Hiddlestone, Idris Elba ve Anthony Hopkins eşlik ediyorlar yine. Yeni maceraya eklenen ünlü yıldızlar ise Cate Blanchett, Jeff Goldblum, Mark Ruffalo, Karl Urban ve Tessa Thompson. Mark Mothersbaugh’un orijinal müziği, yeni maceranın lokomotifi adeta.
Teknik işçilik üst düzey yine. Öykü ise, belirli bir tekrara sırtını dayayan cinsten. Yavan bir tat, üç boyutlu IMAX bir karmaşa, devamı gelecek ani bir oldubittiye evriliyor adeta. Uyumsuzluk, tekrarlama, boğulma anlamı taşıyan bir kakafoni duruyor hemen her filmde perdede. Hangi ekipten, hangi süper kahraman olursa olsun; çözümlemeler, göndermeler, gürültüler ve karmaşa aynı neredeyse. Hemen her Avengers ve Adalet Ligi filminde olduğu gibi, belirli kurallar ve gidişat giriyor devreye; bu nokta da; heyecansız bir boşluk hali oluşturuyor elde değil. Özetle, ‘Yenilmezler’ evreninde yeni bir şey yok! Thor, tanıdık kakafoniye eşlik ediyor. (2 / 5)
Bedran Güzel’in yönettiği, başrollerini Oğuzhan Koç ile İbrahim Büyükak’ın üstlendikleri komedi türündeki ‘Yol Arkadaşım’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan bir diğer yenisi. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN