Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

27 ARALIK 2013

26 Aralık 2013 Perşembe 22:02
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Evet! Öncelikle, on dokuz yıldır yayım hayatını sürdüren ve birçok sinema yazarı için bir okul olarak nitelenebilecek Sinema Dergisi, on dokuz yıl sonra kapatıldı! Hem de Sabah grubunu satın alan şirketin ilk gün icraatı olarak! Benim için de çok ayrıdır anlamı derginin. On yıldan fazladır birçok röportajımın, yazımın, eleştirimin yer aldığı dergide, sekiz yıldan bu yana ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşeyi de hazırlıyordum. İkinci çocuğum gibiydi bu köşe. Öykü ve o… Şimdi artık dergimiz yok. Bir okul, sıcak, samimi bir yuvaydı. Bir gün yine aynı isim altında, bütün meslektaşlarım ve dostlarımla, yeni bir başlangıç fikrini hep canlı tutuyorum; tutacağım! O güne dek, yine benim yuvam olan, hayata gözlerini açtığı ilk anda yanında olduğum ve uzun seneler süresince bir hafta bile aksatmadığım köşeme yeni bir isim eklemek istedim: Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan… Yine her hafta, eskisi gibi, vizyon filmlerinin tanıtımıyla birlikte olacağız.

Vizyona merhaba diyen yeni film sayısı beş, bu hafta! Notlarımız arasında yer almayan tek yapımsa, adına ön gösterim düzenlenmeyen yerli korku örneği, ‘İblisin Oğlu 13. Vahşet’. İçinizde yaşayan, ‘sinemadan çıkmış insana’ sıkı sıkıya sarılmayı sakın ihmal etmeyin. Hatta daha sıkı sarılın. Tarih öncesi bir canlı gibi bakılıyor sinemadan çıkmış insanlara günümüzde… Hepinizi ve sinemayı çok seviyorum. Herkese iyi seyirler!

DİRENİŞ GÜNLERİNDE AŞK
Özellikle ‘L´heure d´été / Yaz Saati’ ile gönülleri fetheden Fransız sinemacı Olivier Assayas imzalı dram, 70’lerin başında Paris’te geçiyor. Venedik Film Festivali’nde ‘en iyi senaryo’ ödülünü kazanan yapım, ilk gençliğini sürdüğü yılların, radikal düşünceleriyle kişisel tutkuları arasında kalan genç lise öğrencisi özelinde bir kuşağın öyküsü. Gezegende birçok şeyi değiştiren 68 hareketini izleyen 1970’lerin hemen başında, Paris’te geçiyor film. Genç lise öğrencisi Gilles, dönemin yaratıcı isyanına ve coşkusuna kaptırmıştır kendini. Radikal devrimci düşünceleri, duygusal gelgitlerle ve anlık tutkularla köşe kapmaca oynamaktadır. İtalya’ya, oradan Londra’ya sürüklenir Gilles; aynı onun gibi ‘kendi yolunu’ bulmak istediği arkadaşlarıyla birlikte. Kavgalar, idealler, dünyayı değiştirme isteği, romantik yakınlaşmalar, dostluk, aşk, cinsellik, birlikte kalmak, sanatsal ve dünyevi keşifler. Tarafını seçmek üzerine Paris, İtalya ve İngiltere’ye uzanan bir yolculuk. 68 ruhunun peşinden koşan bir gençliğin coşkulu, aynı zamanda hüzünlü hikayesi. Yetmişli yılların yer altı kültürü, devrimin ve şiirin yaşatıcı, besleyici gücü, hayal kırıklıkları, aşk, cinsellik ve gerçekler. Zamanın ruhu, birey olmak, yer altı kültürü, düşünmek, sevmek ve mücadele etmek. Clément Métayer, ilk oyunculuk deneyiminde oldukça başarılı. ‘Un Amour de Jeunesse / Elveda İlk Aşk’ filminden anımsayacağınız genç aktris Lola Créton ise, yine çok hoş. Assayas, kurduğu şiirsel evrene, dönemin sosyal çalkantılarını ve tarihsel gelişimini başarıyla yedirmiş. Orijinal adı ‘Après Mai’ olan romantik dram, 32. İstanbul Film Festivali’nin programında ‘Aşk Kokusu’ adı altında izleyiciyle buluşmuştu. Assayas’ın filmini ıskalamayın. (3,5 / 5)

SENİN HİKAYEN
Otuzlu yaşların ortalarındaki, yedi yıllık evli bir çiftin, çocuk sahibi olma sürecini ve çekirdek ailenin üzerindeki, kansere yakalanmış sevgi dolu babaannenin şefkatli elini öykülüyor Tolga Örnek’in yeni filmi. ‘Devrim Arabaları’, ‘Kaybedenler Kulübü’, ‘Labirent’ gibi farklı tellerden çalan kalburüstü örneklerle yetkin bir yönetmen olduğunun kanıtlarını sunan Örnek, Hollywood formüllerini birebir uygulamaya çalıştığı yeni işinde sınıfı geçemiyor bana kalırsa. Hollywood’un gayet başarıyla kotardığı romantik komedi türündeki yapım, uygulandığı lokal alanda, sadece duygu sömürüsüne soyunmuş. Evlendikten sonra süren aşk, anne-oğul ilişkisi başta olmak üzere, çocuklar ve ebeveynleri, aile olmak, hep birlikte kalabilmek, fedakarlık, içtenlik ve gerçek sevginin gücü üzerine naif bir film, senaryosunu da Tolga Örnek’in yazdığı romantik komedi. Timuçin Esen, Selma Ergeç, usta oyuncu Nevra Serezli ve Sait Genay’ın oyuncu kadrosunu oluşturduğu filmin, Cem Adrian imzalı şarkıları dikkat çekiyor. Kişisel noktaları da var Örnek’in filminin. Yönetmenin üç yaşındaki oğlu Derin, kendi adıyla yer/rol alıyor filmde. ‘Evimiz Hollywood’da tadında, plazalarda çalışan beyaz yakalı, üst gelir grubuna ait insanları ilgilendiriyor ‘Senin Hikayen’ özünde. Bu bakımdan, ‘kimilerinin hikayesi’ daha uygun kaçabilirdi filmin adına. Gündemi oluşturan politik, sosyo-ekeonomik, kültürel meselelere değinmeden geçiştirilen bir öykü sonuç olarak, büyük resmi oluşturan. Alacalı, renkli, konforlu bir dünyadan insan halleri. İncir çekirdeğini doldurmayan ‘dertleri’, ciddi varoluş sorunlarına dönüştüren genç çift ve hayatın doğal ama acıtıcı yanını vurgulayıp, sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda ‘benzer’ orta/üst sınıf aileleri daha çok ağlatsın diye öykünün neredeyse orta yerine eklemlenen, kansere yakalanmış fedakar, sevecen anne figürü! Hollywood, türün kalıp ve formüllerini gayet iyi biliyor. Ülkemiz sinemasına uyarlanan aynı haller ve durumlar ise, oldukça sırıtıyor, perdede iğreti, yapay, soğuk ve duyarsız duruyor. Annesine gerçekten sarılmalı o genç adam. Yahut ta, yitirdiği annesinin yerine, annesinin bıraktığı yerden ona sarılacak olan sevgili eşi, bu duyguyu bize geçirmeli perdeden. Direkt gözyaşına değil, gerçekten yürekte kalacağı yere gitmeli, duyguları filmin. Çoğu suni sahne ve plan, böyle bir öyküde, çok fazla sırıtıyor. Yan karakterler de öyle. Hepsinin gerçekten akılda kalıcılığı, sıcaklığı, nüansı olmalı. Birer vitrin mankeni gibiler oysa bütün yan rolleri üstlenenler. Üstelik birçok izleyicinin evi Hollywood’da değil, Ümraniye’de, Üsküdar’da, Kadıköy’de, Merter’de, Bakırköy’de… Filmde geçtiği üzere, pek ‘takdir’ edilecek yeri yok ortadaki işin! (1,5 / 5)

47 RONIN
Samuray kültürü üzerine, bilgi dağarcığımıza pek çok detay ekleyebileceğimiz fantastik aksiyon, Japon tarihinde yer eden bir efsaneyi taşıyor perdeye. Ülkesi Japonya’da pek çok kez sinemaya ve televizyona uyarlanan bu efsane, Ronin kavramı üzerine. Efendisiz kalmış samuray anlamı taşıyor, ‘Ronin’ kelimesi. Bir şekilde, düşmüş, ‘yevmiyeli’ olmuş samuray durumu yani. Onur ve gururlarında ise, yitirdikleri en ufak bir detay yok Ronin’lerin. Ronin’lik kolay değil anlayacağınız; zor zanaat. Ridley Scott ustanın rahle-i tedrisatından geçmiş reklam yönetmeni Carl Rinsch’in ilk sinema filmi, tarihi ve efsanevi bir olaya, fantastik tatlar ekleyip, son derece dinamik bir aksiyonla buluşturmayı başarmış. İşin içinde, yoğun bir romantizm ve sahici bir duygusallık da var. Senaryoda ise, ‘The Wings of Dove / Güvercinin Kanatları’ ile Oscar adayı olmuş Hüseyin Amini ve ‘Fast & Furious / Hızlı ve Öfkeli’ serisinin yaratıcılarından Chris Morgan’ın imzaları bulunmakta. Başrolü Keanu Reeves’in üstlendiği sürükleyici yapımda, usta Japon aktör Hiroyuki Sanada ve ‘Babel / Babil’deki performansıyla Oscar adayı olmuş Rinko Kikuchi, diğer önemli rolleri üstleniyorlar. Birçok Hollywood yapımında boy gösteren emektar Japon aktör Cary-Hiroyuki Tagawa ise, efendi Shogun rolünde çıkıyor karşımıza. İyi yazılmış, iyi tasarlanmış, kendini izleten bir film ‘47 Ronin’. (3 / 5)

GENÇ VE GÜZEL
Cannes’de, ‘Altın Palmiye’ için yarışan üretken sinemacı François Ozon’un yeni filmi, ergenlik ve cinselliğin, netameli, gizemli sularında yüzüyor! Ozon bildiğiniz gibi yine. Maddi krizlere, en önemlisi yaratıcılıktaki olası tıkanmalara aldırmadan yılda bir veya iki film çekmeyi sürdürüyor. Yaman yönetmen, anlattığı kışkırtıcı ergenlik, işin aslı; cinsellik öyküsüne o derece hakim ki, gözlem gücüne ve hayat algısına şaşmamak elde değil! ‘La vie d´Adèle / Mavi En Sıcak Renktir’ ile yakın akraba Ozon’un filmi. Burada da, ergenliğini süren on yedi yaşındaki Isabelle’i tanıyoruz. Karşı cinsle olan ilk cinsel ilişkisinde aradığı hazzı bulamayan genç kız, farklı ve ‘çeşitli’ hazlara, özgürlüğe yelken açmak ve netameli bir hazzın pençesinde devinmek adına, fahişelik yapmaya başlar. Orta-üst sınıftan genç bir kızın, kazandığı helal paradan tutun, kapitalizmin belirleyici, ikiyüzlü ahlak anlayışına dek hemen her sözü sarf etmekten imtina etmeyen Ozon, 1990 doğumlu Marine Vacth’ı da, sinema dünyasına takdim ediyor sarsıcı dramında. Géraldine Pailhas, Frédéric Pierrot, Belçikalı usta aktör Johan Leysen ve yıllar geçtikçe değer kazanan büyük oyuncu Charlotte Rampling, duru güzelliği hemen her sahnede dikkat çeken Marine Vacth’a eşlik ediyorlar. Provokatif, dürüst, net, film! Bir Rimbaud şiiri gibi örneğin. Bu nokta önemli! Arthur Rimbaud’un (1854-1891) şiiri üzerinden, ivmelenen metin, Rimbaud’un temalarını akla getiriyor ve Ozon’un tematiğinde, büyük şairin yeri çok önemli. Yılın iyilerinden biri. Kaçırmayın! (4 / 5) MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar