26 KASIM 2021
Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
The Third Man / Üçüncü Adam Kim?
(Yönetmen: Carol Reed / 1949)
Judgment at Nuremberg / Nürnberg Duruşması
(Yönetmen: Stanley Kramer / 1961)
Ådalen 31
(Yönetmen: Bo Widerberg / 1969)
Stranger Than Paradise / Cennetten de Garip
(Yönetmen: Jim Jarmusch / 1984)
Love Streams / Aşk Irmakları
(Yönetmen: John Cassavetes / 1984)
Vizyonda bu hafta (26 Kasım 2021)
Üçü yerli yapım olmak üzere toplam on yeni filme ev sahipliği yapıyor sonbaharın son haftası!
Guy Ritchie imzalı, başrolünü Jason Statham’ın üstlendiği aksiyon ‘Wrath of Man / İntikam Vakti’ ve yerli dram ‘Sen Ben Lenin’, haftanın notlarımız arasında yer alan iki filmi…
İNTİKAM VAKTİ
-Özetle karaciğer, akciğerler, dalak ve kalp!-
Nicholas Boukhrief imzalı 2004 tarihli Fransa yapımı aksiyonu yüksek suç dramı ‘Le Convoyeur’ adlı filmden uyarlanmış, aksiyon ve gerilimin yüksek doz seyrettiği suç öyküsünü yaman yaratıcı Guy Ritchie yönetmiş! Başrolde aksiyon türünün ve Ritchie’nin sabık oyuncularından Jason Statham yer alıyor. Josh Hartnett, Holt McCallany, Scott Eastwood, Rocci Williams, Jeffrey Donovan, Eddie Marsan, İrlandalı aktris Niamh Algar ve usta aktör Andy Garcia, zengin oyuncu kadrosunda yer alan diğer isimler.
Hayatındaki en değerli insanı bir saldırı sonucu yitiren yeraltı dünyasının gizemli kişiliği, cinayete karışanları bulabilmek için büyük meblağlarda nakit para taşımacılığı yapan bir firmada güvenlik elemanı olarak işe başlar. Guy Ritchie, kişisel intikam öyküsünü ince ince, sabırla örmüş. Hem de meselenin hemen her yerinde yer alan karakterlerin hikâyelerini de işin içine katarak… Sert sahnelerle bezeli aksiyon anları, ince bir dramın ve hüznün kol gezdiği hikâyede fazla öne çıkmadan, şık ve zeki bir suç dramı yaratma yolunda katkıda bulunmuş mevzuya!
Milyonlarca doların döndüğü para taşımacılığında Los Angeles sokaklarını fon alan suç-intikam öyküsü, türün içinde, tavizsiz anlatımı ve titiz kurgusuyla öne çıkıyor. Sürprizli diyebileceğimiz anlık gelişmeler, büyük resme hizmet ederken, ‘bütünde’ göze çarpan gizemli ve soru işaretli karakter-örgüt yapısı, öykünün derinliğinin de var olduğunu söylüyor. Oyuncu yönetimi, Guy Ritchie’nin iyi kotardığı şıklar arasında. Bu kez yine kalabalık ve çetrefilli karakterleri, hak ettikleri ağırlıklarla yedirmeyi başarmış öyküsüne. Filmin müzik albümünde yer alan Johnny Cash’in seslendirdiği ‘Folsom Prison Blues’ ve efsane isimlerden Lonnie Johnson’dan dinlediğimiz ‘Tomorrow Night’ adlı şarkılar, artı değer katıyorlar filme! Türü ve yönetmeni sevenler için ayrıca keyifli ve oldukça sürükleyici iki saat anlamı taşıyor orijinal adıyla ‘Wrath of Man’. (3,5 / 5)
SEN BEN LENİN
-Bir kaybın peşinde-
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu denize atılıp, Akçakoca’da sahile vuran ahşap Lenin heykelinin, Akçakoca kasaba meydanına dikilmesi istenmiş, fakat bürokratik izinlerin çıkmaması sonucu heykel bir depoda çürümeye bırakılmıştı. Lenin’in büstünün hikâyesi, alternatif bir gerçeklikle yansımış perdeye.
Senaryosunu yazar Barış Bıçakçı ile Tufan Taştan’ın kaleme aldıkları kara mizah türündeki yapımın yönetmeni, ilk uzun metrajına imza atan Tufan Taştan. Kendi halinde bir sahil kasabasına günün birinde dalgalar ahşap bir Lenin heykeli getirir. Heykel, turistlerin ilgisini çeker düşüncesiyle belediye tarafından meydana dikilir, böylece kasabanın günlük rutini aniden değişir. Haber ülke gündemine yerleşir. Başbakan ve beraberindeki Rus heyetinin katılımıyla yapılacak görkemli açılıştan hemen önce Lenin heykeli çalınır. Lenin’i bulmak için Ankara’dan özel olarak görevlendirilen farklı karakterlere sahip, tecrübeli komiser Erol ve genç komiser Ufuk’un önlerinde sadece on iki saatleri vardır. Heykelin çalındığı geceye dair deliller kasabanın geçmişine uzanırken, polislerin ‘Lenin nerede?’ sorusuna kasabalılar ilginç yanıtlar vereceklerdir.
Kara komedi, ‘Romanya Yeni Dalga’sının izinde, özellikle akımın mimarlarından Corneliu Porumboiu evreninde ilerliyor. Fakat içindeki ‘yerel ve öznel duygu’ içeren anlar -özellikle elem yüklü olanlar- bir süre sonra kendi matematiğini yaratıyor filmin. İstanbul Film Festivali’nde ‘Jüri Özel Ödülü’, Adana Altın Koza’da ‘İzleyici Ödülü’ ve Ankara Film Festivali’nde ‘Onat Kutlar En İyi Senaryo Ödülü’ kazanan yapımın son jeneriklerinde, Lenin heykelinin bulunduğu 90’lı yılların perdeye yansıyan gerçek görüntüleri eşliğinde çalan o şarkı, alıp götürüyor izleyiciyi ve zihne kazıyor meseleyi! Orijinal müziğin Barış Diri’ye ait olduğu filmin şarkısını Seyyal Taner seslendiriyor. Şarkı, Edip Cansever’in ‘Mendilimde Kan Sesleri’ adlı ünlü şiirinden bestelenmiş.
Barış Falay ve Saygın Soysal’ın başı çektikleri tecrübeli, ünlü ve zengin oyuncu kadrosunda Nur Sürer, Salih Kalyon, Serdar Orçin, Melis Birkan, Serkan Keskin, Hasibe Eren, Binnur Kaya, Murat Kılıç, Sarp Akkaya, Necip Memili, Özgür Çevik, Barış Yıldız, Şerif Erol, Nazlı Bulum gibi isimler rol alıyorlar. Konuk oyuncu kadrosunda da sinemamızın ünlü ve yaman yönetmenlerinden sürpriz bir ekip yer alıyor! İyi yazılmış, titiz çekilmiş, absürt bir gerçek ve masalsı rüya halinin oyuncu yönetimi de başarılı. Tufan Taştan, Zeynep Ünal ve Ali Bayraktar’ın yapımcılığında çekilmiş, bir yanı oldukça hüzünlü kara komedi, ‘şiirimiz karadır’ın ötesine geçerek, memleket halinin, otoritenin, tarihsel kaderin, ‘Ahmet Abi’nin içli öyküsünü taşımış perdeye. Öğretmeni, eski devrimcisi, balıkçısı, çaycısı, bakkalı, polisi, dertleri, çıkmazları, genci, yaşlısı, mizahı, olanca hüznü ve bir odanın sahile bakan penceresinden görülen yanıltan hakikiliğiyle memleket halleri…
Samimi, gerçek, numarasız, bağırmayan, kendine önem yüklemeyen, gönlü geniş, buna karşın sınırları belli bir ilk film duruyor karşımızda! Var olan, göze çarpan eksileri, artılarından çok değil bu ilk filmin. Tufan Taştan’ın beyazperde yolculuğunu izlemekte yarar var! (3 / 5)
Kalabalık haftanın izleyemediğimiz diğer yeni filmlerine bakalım…
Ridley Scott ustanın yönettiği ‘House of Gucci / Gucci Ailesi’, 1980’lerde aile içi anlaşmazlıkları iyice ayyuka çıkan moda devi Gucci ailesini ve 1995 yılında Maurizio Gucci’nin öldürülmesine dek uzanan skandalları taşımış perdeye. Lady Gaga, Adam Driver, Al Pacino, Jeremy Irons, Salma Hayek, Jared Leto ve Jack Huston’a uzanan çok önemli oyuncu kadrosu dikkat çekiyor!
Disney imzalı animasyon ‘Encanto / Enkanto: Sihirli Dünya’, göz kamaştırıcı ve büyüleyici bir yerde yaşayan olağanüstü bir ailenin, Madrigallerin, hikâyesi! Bu sihirli yerde, Mirabel dışında her çocuk kendine özgü sihirli bir hediye ile kutsanmıştır. Ancak işler karışıp, ailenin yuvası tehdit edilmeye başlandığında, tek umut Mirabel olacaktır. Jared Bush, Byron Howard ve Charise Castro Smith, yönetmen koltuğunu paylaşan üç isim.
Korku-gerilim türünde kalem aldığı başarılı senaryolarla dikkat çeken senarist Simon Barrett’in yazıp yönettiği gizemli korku öyküsü ‘Seance / Seans’, sadece kız öğrencilerin okuduğu elit bir okula gelen Camille’nin yaşadığı ürkütücü olayları taşıyor perdeye. Başrolde İngiliz aktris Suki Waterhouse var!
Aksiyon ve korku türüne mizahi unsurlar ekleyen ‘The Good Things Devils Do / Şeytanın Bilinmeyen Hikâyesi’, Cadılar Bayramı’nda araların kilometreler olan iki farklı karakterin yollarının kesişmesini ve asırlık bir kötülüğe karşı birlikte verdikleri mücadeleyi öykülüyor.
‘Es gilt das gesprochene Wort / Söz Senettir’ adlı romantik dramıylaanımsayacağınız İlker Çatak’ın yönettiği Almanya yapımı ‘Räuberhände / İstanbul Bahçesi’, Janik ve Samuel adlı iki arkadaşın, İstanbul’a yaptıkları yolculuk sırasında değişen hayatlarının hikâyesi!
Ludovic Colbeau-Justin’in yönettiği Fransa-Belçika ortak yapımı komedi ‘Le Lion / Aslan Yürek’, psikiyatri kliniğinde hasta numarası yapan gizemli bir adam ile ilgilenmek zorunda kalan tıbbi görevlinin yaşadıkları… Başrolü üstlenen Dany Boon ve Philippe Katerine ikilisine, Anne Sera eşlik ediyor.
‘My Hero Academia The Movie: World Heroes’ Mission’, ‘My Hero Academia’ isimli popüler anime dizisinin üçüncü sinema filmi olan animasyon, şehri ve insanları tehlikeye atan yeni ve gizemli bir tehditle mücadele içerisindeki Deku ve profesyonel süper kahraman ekibinin hikâyesini perdeye yansıtıyor. Yönetmen, Kenji Ngasaki.
Haftanın yerli yapımlarına gelirsek…
Yönetmenliğini Can Sarcan’ın üstlendiği komedi türündeki ‘Aylak Takımı’, bir kampüste yanlış giden bir deney sonucu ortaya çıkan zombi salgınını anlatıyor. Tuna Arman, Zeynep Batur, Mert Topuz ve Yıldız Asyalı, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Beyza Şenel imzası taşıyan korku türündeki ‘Azra’, birkaç günlük sakin bir tatile çıkan Azra ve Burak çiftinin başından geçen paranormal olayları konu alıyor. Aşela Demir, Suada Şen ve Burak Küçük, filmin oyuncuları.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.
TARİHTE BU HAFTA
On bir yıl önceye, 2010 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (26 Kasım 2010)
Vizyondaki film sayısı altı. İzleme fırsatı bulamadığım ‘İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları’adlı belgesel ve adlarına basın gösterimi düzenlenmeyen iki yapım, Türkiye’nin ilk dans filmi olarak sunulan ‘Uçan Melekler’ ile ‘Twilight / Alacakaranlık’ serisini tiye alan komedi ‘Biri Beni Isırdı / Vampires Suck’ dışındaki filmler notlarımız arasında. Herkese iyi seyirler!
GİT BAŞIMDAN!
‘The Hangover / Felekten Bir Gece’ ile ‘ben asla gülmem’ diyenleri bile güldüren Todd Philips, yeni filminde yine yollarda geçen mizah dolu bir öykü anlatıyor. Sempatik yol komedisi, iki başrol oyuncusundan alıyor itici gücünü. Usta aktör Robert Downey Jr. ve ‘The Hangover’ ile geç gelen bir üne kavuşan Zach Galifianakis. Birbirinden tamamen farklı iki karakter ve kat edilmesi gereken uzun bir yol… Senaryosu, ‘The Hangover’ örüntüsünden uzak olsa da, duygusal, ince detaylar öyküye zenginlik katıyor. Downey ve Galifianakis’in doğaçlama içeren etkili oyunculukları, perdedeki iki ana karakteri benimseyip, ısınmamamızı kolaylaştırıyor. Bizi biz yapan farklılıklar, hoşgörü, sevgi, içimizdeki doymak bilmez ‘ben’, sadakat ve en önemlisi dostluk... ‘Geride arkadaşını bırakmayacaksın’ diyen yol komedisi, ‘ben’den değil, ‘biz’den aldığı güçle öyküsünü anlatırken, son tahlilde birlikte olmanın değil hep birlikte kalmanın önemini vurgulamaktan geri durmuyor. Michelle Monaghan, Jamie Foxx, Juliette Lewis gibi yıldızların konuk oyuncu olarak renk kattıkları komedi, kendini kolaylıkla izlettiriyor anlayacağınız. Bir de şu nokta tabii; ‘uzağa değil, öteye gittiği için yalnız olanların dudaklarına’ umut dolu bir gülümseme de konduruyor yönetmen.
YİNE Mİ SEN?
Orta sınıf Amerikalıların da başka dertleri var; bu filmleri kimler için çekiyorlar sorusunu, ‘upuzun hissedilen süresi boyunca’ zihinde dolaştıran komedi, Jamie Lee Curtis ile Sigourney Weaver’ı bir araya getirmenin dışında hiçbir şey yapmamış. Antipatik aktris Kristen Bell’in, güzel ve çekici Odette Yustman’a karşı sürdürdüğü soğuk savaşta, son derece vahşi değer yargıları resmigeçit yapıyor sanki. Eften püften dertlerle, dostluk, arkadaşlık ve varoluş problemlerini eşeleyen öykü, bomboş karakterleriyle zihinde yer etmiyor. İki ünlü aktrisin ve onlara dair eski güzel anların hatırına…
JOENJOY
İzleyiciyle ilk kez, 12 - 22 Nisan 2007 tarihleri arasında düzenlenen 18. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde buluşmuştu Nur Akalın’ın filmi. Festivalin, Ulusal Uzun Film Yarışması’nda yer alan yapım, pek çok kısa filmi olan Akalın’ın ilk uzun metrajıydı. 2007 tarihli yapımda karşımıza çıkan; İstanbul’un zorlu hayat mücadelesinde tutunmaya çalışan yabancı uyruklu insanların, ülkede karşılaştıkları sorunlar ve fonda yer alan sevgi dolu bir aşk hikâyesi. Bir Türk kadın ile Afrikalı bir erkeğin birbirlerinin içinde bulunduğu koşulları tam kavrayamadan yaşamaya çalıştıkları ama bu zorlu koşulların birbirlerini anlamalarını kolaylaştırdığı gerçek bir aşk… Sevginin gücünün dünyanın neresinde, hangi koşulda olursa olsun, iki aşığın karşılarına çıkan bütün sorunlar karşısında dik durmalarına ve beraberlik hissinin bütün problemlere bir çözüm yolu bulmasına olanak verdiğini söyleyen film, etnik bir Afrika müziği eşliğinde anlatıyor öyküsünü. Meşakkatli, fakat emek yüklü romantik bir aşk perdedeki. Alışık olunan anlatım ve atmosferden oldukça farklı bir yapıma imza atmış Akalın. Yönetmenin tavizsiz, özgür anlatımı, filmi oldukça kişisel kılıyor. Sürüden ayrılan bir deneme.
MURAT ERŞAHİN