26 HAZİRAN 2020
Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde can almaya hızla devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Sosyal mesafelerimizi koruyarak ve maskelerimizi evin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bu hafta, yani 26 Haziran 2020’de vizyon yine filmsiz. Bildiğiniz üzere, sinemalar kapalı. Madem Haziran ayındayız; siz değerli okuyucularla, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş Haziran sayılarında yayınlanmış eski yazılarımı paylaşmak istedim. Bu hafta, 2013 yılının Haziran ayını ziyaret ediyoruz. O yılın Haziran’ında sinema ve vizyon gündeminde, ‘yeni’, ‘düzgün’ ve ‘iyi’ olan ne varsa yazıda yer alıyor…
Sinema salonlarına bir an evvel dönmeyi ümit ederek, koronavirüse karşı önlemlerinizi aksatmamaya ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamaya devam edin. Herkese sağlıklı günler!
Sinemadan Çıkmış İnsan (Haziran 2013)
16. UÇAN SÜPÜRGE
Uçan süpürgelerle dolmalı gökyüzü!
Ankara’daydım. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde. On altıncı festivaldi bu. Verilen mücadelede, emek ve dayanışmada yeni bir yıl. Kadın mücadelesi, özgürlük, barış, kardeşlik, dayanışma ve kültür sanatın varoluş için içerdiği anlam… Uzun yıllar içinde, ikinci kez, ‘Uçan Süpürge’de olmak mutluluk vericiydi. Bu haklı ve samimi mücadelenin, gündelik hayatın bayağılığından uzaklaştıran anlamların bir yenisine tanık olmak, paylaşmak… Bu önemli tematik festival, yeni yaşında, ‘emek sömürüsüne, kadın cinayetlerine ve hapsedilen fikirlere ‘rağmen’ direniş, devinim ve dayanışma’ ana temasıyla gerçekleşti. Herkes kendi ‘rağmen’ini sorguladı öte yandan. Film programı bir hayli zengindi. FIPRESCI yarışmasına sahne olan ve her biri ayrı değere sahip yapımların yer aldığı ‘Her Biri Ayrı Renk’, ‘Rağmen… Dayanışma-Direniş-Devinim’, ‘Olay Yeri: Aile’, ‘Türkiye’den Filmler’, ‘Kuzeyin Cadısı: Mai Zetterling’, aynı zamanda festival konukları arasında yer alan Almanyalı yönetmene ayrılmış ‘Dikkat! Monika Treut!’, ‘Aynı Çatı Altında’, ‘Ekoloji’, İran’ı terk etmek zorunda kalan kardeş sinemacıları tanıyacağınız ‘Akbari Kardeşler’, ‘Pembesiz Mavisiz’, ‘Belgeseller’, ‘Kısa Olmazsa Olmaz’, ‘Canlandırmalar’ ve ‘Gala’ adlı bölümler dışında çeşitli söyleşi ve etkinliklere sahipti ‘mesele’ sahibi bu samimi, aynı oranda ciddi ve kaliteli festival.
16. Festivalin onur ödülleri, anımsayacağınız üzere, açılış gecesi; sinemamızın iki emekçi aktrisine sunuldu; Perihan Savaş ve Zeynep Aksu’ya. Bilge Olgaç Başarı Ödülü, Suzan Kardeş’e verilirken, festivalin ilk kez bu yıl takdim ettiği tema ödülünün sahibi ise, ölüme sanatla direnen dev oyuncu Yıldız Kenter oldu. ‘Her Biri Ayrı Renk’ adı altında gerçekleşen yarışma, en renkli bölümlerindendi festivalin. Kelimenin içi dolu anlamıyla, birbirinden ilginç on iki filmin yer aldığı bölüm, çetin bir rekabete sahne oldu. Aralarında meslektaşımız Ceyda Aşar’ın da bulunduğu üç sinema eleştirmeninden oluşan FIPRESCI Jürisi, ödülü, İzlandalı yönetmen Sólveig Anspach’ın ‘Queen of Montreuil / Montrö Kraliçesi’ adlı filmine verdi. Festivalin merakla beklenen açıklaması ise yine kapanış ve ödül töreninde gerçekleşti. ‘Genç Cadı’ ödülü, bu yıl “Araf” filmindeki ‘Zehra’ karakteriyle Neslihan Atagül’e sunuldu.
Yeni keşifler demektir festivaller diğer yandan. Ben de yeni keşifler yapma imkanı buldum Uçan Süpürge’de. Yarışma filmlerinden iki tanesi özellikle ilgimi çekti. Eva Pervolovici imzalı Fransa-Rusya ortak yapımı ‘Marussia’ ile Gürcistanlı Nana Ektimishvili’nin yazıp yönettiği ‘Grzeli Nateli Dgeebi / Tomurcuk’. İki genç kadın yönetmen…’Marussia’, kocaman yürekli, asi, kendi hür, vicdanı hür bir dramdı. Bir anne ve altı yaşındaki küçük kızı. Yönetmenin, gerçek karakterlerden etkilenerek yazdığı senaryo. Rusya’dan gelip, Paris’in ortalık yerini kendilerine ev yapmak isteyen çaresiz bir anne-kız. Kapitalist Avrupa’nın soğuk ve yalnız sokaklarında; bir sıcaklık, yeni bir başlangıç arama. Birlikte olmanın yaşatıcı gücü. Süzülen tek damla yaş sonra. Bir mucize gibi, küçük oyuncu Marie-Isabelle Stheynman.
Gürcistan filmi ‘Tomurcuk’ ayrı bir dokunaklı. 1992’de Tiflis’ten insan manzaraları. Durum acıklı. Ayakta kalmak güç. Zorlu bir büyüme, olgunlaşma öyküsü. Yeni yetme iki kızın dostluğu ve fonda akıp giden acımasız hayat. Kaderlerine bırakılmış insanlar. Yeni dönemin aniden ortaya çıkan adaletsizliği. Aşık Mahzuni Şerif türküleri gibi öte yandan hissiyat. Sıcak, samimi, bilinçli ve gerçek. Hayatın her türlü haksızlığı, baskısı, zulmü ve kötücüllüğüne inat, devam edebilmek ve dayanışmayı bırakmadan sevgiyle gülümseyebilmek; dostlukla!
Bir de hoş sürpriz. 2008 tarihli ‘Home / Yuva’ adlı ilk uzun metrajıyla tanıyıp, sevdiğim Ursula Meier’in yeni filmi ‘L’enfant d’en Haut / Kız Kardeş’. Berlin Film Festivali’nden ‘Gümüş Ayı’ ile dönen duygu yüklü dram, sarsıcı, yer yer acıtıcı ve zihin açıcıydı. On iki yaşındaki Simon ve ablası! Sınıf, siyaset, ekonomi, aile, adına liberalizm denen çağdaş ahlaksızlık, eşitsizlik, adaletsizlik ve insan. Bir de başka bir şey tabii; ham sevgi! Kaçılan gerçekler ve zihne takılıp kalan müthiş final! Bünyeye dokunan, size ‘bir şey yapan’ ve son tahlilde ‘yenileyen’ film.
Bu coğrafyada yaşayan her bireyin şikayetçi olması gereken, erkek egemen toplum anlayışına karşı durmak için ‘cadı’ olmak gerekli! Ancak ‘cadı’ olarak özgürleşebilen ve tek başına ayakta kalabilenlerin toprağında, uzun soluklu kadın mücadelesinin, haklı, yürekli, çalışkan, bilgili, iyi, güzel isimlerini anmak gerek. Uçan Süpürge’nin kahramanlarını. Halime Güner, Sevna Somuncuoğlu, Selen Doğan, Özlem Kınal, Sibel Güneş ve Nazan Tekin… Diğer bütün aslan yürekli ekip üyeleri ve gönüllüler. Ankara’da bulunmak son derece keyifli ve besleyiciydi. Festivale emeği geçen herkese tekrar içten teşekkürler. 17. Uçan Süpürge’yi bekleyin pencerenizde. Gökyüzünde göreceksiniz. Sizin için uçuyorlar!
DİKKAT ÇEKİM VAR!
‘En Heyecanlı Yeri’ kitabı ve Ceylan üzerine…
‘EHY’ (En Heyecanlı Yeri), çok sevdiğim ve değerli bulduğum meslektaşım Ceylan Özçelik’in yaklaşık on sene boyunca televizyon ekranından, sinemasevere ulaşan özgün ve içi dolu sinema programının adı. Akıllı, dinamik, çok çalışkan, yerinde duramayan Ceylan’ın kıpır kıpır programında yer alan röportajlar, onun heyecanlı ve orijinal konuşma diline sadık kalınarak, Nisan ayında bir kitaba dönüştü. Kültür Mafyası Kitaplığı’nın ilk kitabı olarak raflardaki yerini aldı. Kültür Mafyası ekibinden Turgay Özçelik’in editörlüğünü üstlendiği kitap, EHY’de yayınlanan röportajların kronolojisini izliyor. İlk olarak, 2005’ye yitirdiğimiz usta sinemacı Ömer Kavur’la ‘Karşılaşma’ üzerine konuşan Özçelik’in kitapta yer alan son röportajı ise Güven Kıraç ile ‘Ortaya Karışık’ adlı sohbet. Erden Kıral, Tuncel Kurtiz, Engin Günaydın ve Sırrı Süreyya Önder röportajlarının, bir DVD içinde hediye edildiği kitap, Ceylan’ın sıcacık giriş yazısıyla başlıyor. Türkiye sinemasının önde gelen isimlerinin ve önemli filmlerinin birçoğunun yer aldığı kitap, özellikle sinema öğrencileri için bir başvuru kaynağı olarak da kullanılabilir kolaylıkla.
‘Beni sinema sevdasıyla kuşatan Beyoğlu Emek’e ve Kadıköy Süreyya’ya’ diye yazmış boş sayfaya. Artık maalesef perdelerine büyülü dünyaların yansımadığı iki sinemaya adamış ilk kitabını bizim Ceylan… Hemen her görüştüğümüzde, içten ve sevgi dolu bir ‘Murat abi!’ nidasıyla, boynuma sarılan Ceylan’ın yeri çok ayrı bende. Ona güveniyorum. Kalemi, zihni ve yüreği güçlü bir meslektaşım olarak değil sırf; üç kısa film çekmiş, ilk uzun metrajına hazırlanmakta olan bir sinemacı olarak güveniyorum. Umut veriyor bana. Onu izlemenin keyfini çıkaracağım. Ceylan’ı tanımak isterseniz, ‘Dikkat Çekim Var!’ mutlaka okunmalı.
YÜK
Yüreğidir insanın en ağır yükü!
Vizyona gireli uzun zaman geçtiği halde, üzerine yeniden bir şeyler söylemem gereken bir film olarak düşünüyorum Erden Kıral ustanın yeni çalışmasını. İlk gösterimini, 19. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapan ve ‘Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yer alan ‘Yük’, geçtiğimiz Nisan ayı içinde izleyiciyle buluşmuştu. Filmin tek eksiğini, ‘başarılı atmosfer, sanki bazı ‘önemli kırılma anları eksikmiş hissi’ veren öykünün önüne geçiyor’ diye nitelemiştim. Fazla yazı yazılmadı ‘Yük’ üzerine. Senaryo ve kurgu sorunları var dendi. Öyküdeki eksik noktalardan söz eden ben, filmin ‘başka bir ruh hali’ içerdiğini ve yine ‘başka bir ruh halinde’ çekildiğini düşünmeye başladım. Eksikler tamamlanmaya başladı. Yerli yerine oturdu, tanımlamakta zorlandığım kimi oluşlar. Boynumun borcu olduğunu hissettim bunu söylemenin. Benim için de bir çeşit ‘yüktü’ bu durum. ‘Hissiyat sineması’ örneği Erden Kıral’ın filmi. Görmekten öte duyumsamak gerekiyor! Es geçilmesini istemedim bu durum ve tespitin.
Kıral’ın; senaryosunu, gerçek bir öyküden yola çıkarak kaleme aldığı dram, işlediği cinayet sonrası madene saklanan bir adamın ve içinde yok olduğu ‘kendi gerçeğinin’ hikâyesi. Pişmanlık, korku, suç, öfke, vicdan, ceza, tutku, çaresizlik, aşk ve yoksunluk. Ayakkabılarını yan yana; geride bırakıp madene inen, gözden kaybolan adam. Kahramanlarının ruh halleri gibi, gel-gitler eşliğinde, düşler ve halisünasyonlarla vücut bulan öyküde, güçlü bir oyuncu kadrosu var. Nadir Sarıbacak, Tansu Biçer ve Tülin Özen. Üçü de hakiki, üçü de gayet iyi. Zonguldak’ta gerçek mekânlarda, maden işçileriyle çekilmiş filmin titiz görüntü yönetimi, Feza Çaldıran imzalı. Yeraltındaki gerçeğin üşüten hallerine, ruh altı yalnızlıklarına, imkânsızlığın, yoksunluk ve çaresizliğin kekremsi tadına, tutkunun doğasına, gerçeğin buğulu yanılsamalarına tanıklık etmek isteyenler için ilginç bir deneyim. Emek yoğun iş, bakarak değil, duyumsayarak izlenmeli en çok. Özdemir Asaf’ın ‘Yük’ adlı şiiri gibi: ‘Bir öykü var, sakladığın, bir öykü var, ardında duran, bırak onu, uyansın. Şimdi sen bir anı düğümü önünde, duvarcana uzanıp duran, taşlanmış yükünle uyuyansın.’
MURAT ERŞAHİN