Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

26 HAZİRAN 2015

25 Haziran 2015 Perşembe 22:46
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Kalabalık haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı on. Bir yurtdışı gezisi sebebiyle, İstanbul dışında olduğumdan, bu hafta birçok basın gösterimine katılamadım. Notlarımızda sadece iki yeni film yer almakta. İçerik ve ağırlık anlamında, haftanın en iyi filmleri desek, iddialı ve dayanaksız bir söz sarf etmiş olmayız sanırım. Haftanın, belki de sezonun en çok merakla beklenen yapımlarından, Arnold Schwarzenegger’in ‘işte döndüm’ dediği yeni nesil Terminator filmi ‘Terminatör Genisys / Terminator: Yaratılış’, Charlize Theron’un rol aldığı gizemli gerilim ‘Dark Places / Karanlık Yerler’, Venezuela yapımı korku-gerilim ‘La Casa del fin de los tiempos / Araftaki Ev’, bir dönemin uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın hayatından bir kesit anlatan ‘Escobar: Paradise Lost / Escobar: Kayıp Cennet’, Kevin Costner’lı spor dramı ‘McFarland, USA’, yerli yapım korku örneği; ‘Alkarısı: Cinnet’ ile birlikte, haftanın iki animasyonu, İspanya- İtalya-Fransa ortak yapımı üç boyutlu ‘Black to the Moon / Kıvırık: Ay Macerası’ ve Malezya’dan çıkagelen yine üç boyutlu ‘Ribbit / Kurbağa Prens’, haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yapımları. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.

ONUR
1984 yılındayız. Ulusal Maden İşçileri Sendikası, Birleşik Krallık genelinde grev ilan etmiş durumda. Yeterince kâr getirmediklerini düşündüğü maden ocaklarını kapatma kararı almış muhafazakâr Thatcher hükümeti, grevdeki madencilere tüm gücüyle, zalimce saldırmakta. Bu dönemde madencilerle aynı muhataplara (Thatcher, polis ve hükümet yanlısı basın) karşı mücadele ettiklerinin farkına varan Londralı bir grup cesur aktivist LGBT birey, madenciler için yardım parası toplamaya karar veriyorlar. Galler’deki madenci kasabasına doğru yola çıkan grup, her şeyden önce önyargıları yıkmakla başlıyor işe. Tarihe geçmiş dayanışma öyküsünün ateşi böyle yakılıyor işte! Matthew Warchus imzalı film, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı, ne ve kim olursanız olun, omuz omuza dayanışmanın keyfini ve onurunu vurguluyor. Gerçek bir tarihi dayanışmanın öyküsü olan yapım, ‘Full Monty / Anadan Doğma’, ‘Kadının Fendi / Made in Dagenham’ ve ‘Vera Drake’ gibi İngiliz işçi sınıfı hikayelerinin izinden gidiyor. Bütün bir Ken Loach ve Mike Leigh külliyatının doğal olarak! Mizahın öne çıkarılması, müthiş bir sıcaklık oluşmasına yol açmış. Hüzünle karışık acıyla gülümseten hikaye, her şeyin ötesinde ‘insan’ olmanın önemi üzerine. LGBT hareketi aktivistleri ile maden işçileri arasındaki az bilinen dayanışma öyküsü, her duyarlı insan için ilham içeren müthiş bir insani ders öte yandan. Ben Schnetzer, George MacKay, Faye Marsay gibi genç oyunculara, Dominic West, Paddy Considine, Bill Nighy ve Imelda Staunton gibi usta isimler eşlik ediyorlar. Hemen her yaştan geniş kitlelere seslenen film, politikadan, sosyal hayata dek, çevremizde olup biten hemen her şeye duyarlı olmamız gerektiğinin altını çizerken, salondan ayaklarımız havada, keyiften uçarcasına ayrılmamızı sağlıyor. Daha ne olsun? (4)

TAKSİ TAHRAN
Tahran’daki bir taksi şoförünün sıradan bir günü… Berlin’de büyük ödül olan Altın Ayı’nın ve sinema yazarları tarafından verilen FIPRESCI ödüllerinin sahibi olan Jafar Panahi’nin ‘Taksi’si, kısa özette yer aldığı gibi ‘sıradan’ değil fakat! Tahran cadde ve sokaklarında dolaşan taksi, ülkenin yüreğine dokunuyor adeta. Taksiye inip binen farklı yolcular bizzat taksiyi kullanan ’yasaklı sinemacı’ Jafar Panahi ile söyleşmekte ve hayatın her alanında fikirlerini ifade etmekteler. Panahi, filminde kendisini de içine katarak İran toplumunun sosyal katmanları arasında geziniyor. ‘Ben bir sinemacıyım. Sinemadan başka hiçbir şey yapamam’ diyen yönetmen, bir kez daha sinema yapmasına engel olmaya çabalayan ülke otoritesiyle hesaplaşırken, toplumun ruhunu yansıtması için başrolü bu kez bir taksiye vermiş. Sinema ve hayat üzerine sohbet ettiği yolculardan biri, Panahi’nin gerçek yeğeni. Küçük kız, aynı perdedeki film gibi, ‘gerçeğin’ ta kendisinden alıntılar yapıyor. İnsanın yüreğine dokunan, düşündüren, bunun yanında, illaki sinema ve sanat diyen çağdaş bir sanatçının sınırsızlığını keşfetmek isteyenler için kaçırılmaz bir deneyim. İyi bir film çekmek için; sadece para pul, bilgisayar efekti, teknik, biçim gösterisi değil öncelikle ‘meseleniz’, yaşadığınız yerle, dünyayla, alıp veremediğiniz bir şey olması lazım diyen ve bunu kanıtlayan bir film duruyor karşımızda. Ön panele yerleştirilmiş kamera sayesinde, gerilla olanaklarıyla çektiği filminde Panahi, sadece ustalığının değil, sinema sevdasının kanıtlarını seriyor ortaya. (4) MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar