Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

25 ŞUBAT 2011

02 Nisan 2011 Cumartesi 23:08
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

25 Şubat haftasının bütün filmleri notlarımız arasında. Oscar´ın iki iddialı adayı, ´´Siyah Kuğu´´ ve ´´İz Peşinde´´ye başrolünü Russell Crowe´un üstlendiği yeniden çevirim ´´Kaçış Planı´´ ve Özcan Deniz imzalı yerli yapım ´´Ya Sonra´´ eşlik ediyorlar.

SİYAH KUĞU
Nitelikli sinemacı Darren Aronofsky, 2008 tarihli bir önceki filmi ´´The Wrestler / Şampiyon´´un kaldığı yerden devam ediyor, zorlu bir dünyanın yarattığı bedensel ve ruhsal deformasyon meselesine. Mükemmeliyetçi Thomas Leroy, ünlü klasik Kuğu Gölü´nü yenilikçi bir uyarlamayla sahneye koymaya hazırlanmaktadır. Genç yetenek Nina, baş balerin olarak ´Kraliçe Kuğu´yu canlandıracaktır. Yani aynı anda beyaz kuğu ile kötücül siyah kuğu olması gerekmektedir. Ruhen ve bedenen buna hazır mıdır Nina? Hangi kuğudur aynada gördüğü veya içindeki? Korku-gerilime yakın oluşlar, müthiş bir estetik, enfes bir oyunculuk gösterisi, mutlak bir yönetmen egemenliği ve cuk oturtulmuş bir atmosfer… Gerçeği zorlayan fantastik oluşlar, içinde olunması gerekli bir dünyanın bedeni ve tamamen ruhu deforme eden gerekleri, hastalıklı bir büyüme, erginlik öyküsü. Anneden ve anneye tutulan ayna, bir kadın modeli oluştururken, annenin ve çevredeki diğer hemcinslerin etkileri. Karanlık tarafa dönüşen, siyah olana, içte yatan ötekine evrilen bir değişim öyküsü. Belki de hep siyahı taşıyan, siyah olan bir figürün bu nihai gerçeği keşfedişinin meşakkatli öyküsü. Sanatın zorlayıcı, hükmedici, dönüştürücü yanı. Zorunluluğu belki de. Bunun acımasız tarafının yani gerçeğin öteki yüzünün soğukluğu. Beyaz tütü, beyaz puant ama içindeki kanayan tırnak, parmak ve yürek. Mükemmellik takıntısının açtığı yaralar. Bir işkenceye dönüşen mecburiyetler… Natalie Portman´ın çeyrek asırda bir yakalanacak izahı zor oyunculuğuna tanık olmak, gerçek sinemasever için unutulmaz anlar anlamına geliyor. Her zaman çok özel olan Barbara Hershey´in, De Palma´nın 76 yapımı ´´Carrie / Günah Tohumu´´nda Piper Laurie´nin canlandırdığı ´anne´yi çağrıştıran oyunu. Genel anlamda bilinçli bir ´´Carrie´´ çağrışımı Aronofsky´den… Sonra Vincent Cassel´in zorlayıcı, kuralına göre yaşayan, ´gerçek´ karakteri. Mila Kunis´in ayartıcı çekiciliği, engeli, tehdit unsurunu tanımlayıcı rahatlığı… Aronofsky, çok direkt biçimde ´gerçek bir yönetmen sineması nasıl olur´u çekmiş. Çerçeveye bu denli egemen olabilmek. Ne yaptığına, nasıl yaptığına bir an bile tereddüt etmeden, elindekini bütün tamamlayıcılara hükmederek, müthiş bir zamanlama ve hakimiyetle yansıtmak perdeye. Sanat yönetiminden diyaloglara, sekanslardan son jeneriklere dek, filmin her anına nefesini yaymak. Detaylarda, bakışlarda, bize gösterilen her şeyde karşımıza çıkan buluşlar, kanıtlar, öykü ve mesele. İzlerken, sizi kavrayıp; ne bileyim içinizde ne varsa onu uyandıran bir film bu. İçinizdeki siyah kuğu mu olur, karanlık mı, aydınlık mı, o biraz da yaşadığınız dünyanın pratik gerçeğine ve koşullarınıza bağlı. Aronofsky, yedinci sanatın hakkını veren bir isim olduğunu tekrar göstermiş.

İZ PEŞİNDE
Coen kardeşlerin en çok izlenen, gişede yüzlerini en çok güldüren filmi olmuş ´´True Grit / İz Peşinde´´. Sinema yazarı arkadaşım Mehmet Açar´ın benzer tespitine tamamen katıldığımı söylemeliyim: ´Coen´ler olmasaydı, benim için yaşamın eğlenceli yanı ve çekilirliği ciddi bir yara alırdı´… Kendi kavrayışlarından, tarzlarından ve kendi özel ´dengelerinden´ ödün vermeden klasik bir westerni yeniden hayata geçirmişler Coen´ler. 1969 tarihli Henry Hathaway imzalı aynı adlı orijinal film, başrolündeki John Wayne´e, Oscar ve Altın Küre´yi kazandırmış, çok sevilmiş ´Rooster Cogburn´ karakteri, Wayne´i 1975 tarihli karakterin adını taşıyan filmde de yansıtmıştı perdeye. Wayne´in sondan bir önceki filmiydi bu ve yıldız oyuncu tek Oscar´ını bu karakterle kazanmıştı. Dolayısıyla ´´True Grit´´ dendiğinde akla hemen John Wayne geliyordu. Bu, Coen kardeşler için bir risk değildi elbet. Onlar, ilk filmin de perdeye uyarlandığı Charles Portis´in kaleme aldığı aynı adlı romanla ilgilenmişler en çok. Bir de bir ´janr´ olarak klasik western´in mantığıyla. Romanın içindeki karakter ve oluşlarla oynamışlar. Hathaway´in filmi, romanın finali dışında fazla bir şeyi değiştirmemişti. Buna karşılık, Coen´ler, dramatik açıdan bazı değişiklikler yapmışlar. Kendi sevdikleri tarzda bir izlek tutturmuşlar. Fakat bu kez bazı anlar dışında parodiyi ve yaratmayı sevdikleri durumları minimuma indirmişler. Yakaladıkları insanlık halleri, karakterlere yaklaşımları, onların bildik imzalarını yansıtıyor yine perdeye. Zaten orijinal filmi değil, uyarlandığı eserin kendilerini etkilediğini söylüyor iki kardeş. Roger Deakins´in ne çektiğini iyi bilen usta kamerasıyla, kitabın da anlatısına denk düşen kara kış ve gece manzaraları, bazı sahneleri çok özel kılmış. Dönemin ruhu, yapısı ve karakterlerin durumları, kendine ait bir gerçeklik ve dille yansıtılmış. Bundan tabi oyuncuların büyük rolü var. Usta aktör Jeff Bridges, belki de en iyi, en olgun performanslarından biriyle, yeniden dokunmuş, ´Rooster Cogburn´ karakterine. John Wayne´inkinden daha farklı, daha başka lezzette bir yorum Bridges´ınki… On dört yaşındaki Oscar adayı aktris Hailee Steinfeld´in filme katkısı ise çok çok büyük. O pazarlık sahnesi nedir öyle… Masumiyeti, inatçılığı, yaşından önce büyümenin getirdiği zorlukları, cesareti korkuyu, sorumluluk hissini, eksiksiz üzerine giyinen Steinfeld, Coen´lerin sinemaya sunduğu bir armağan. ´LaBoeuf´ karakterine leziz detaylar eklemeyi beceren Matt Damon, ´kötü adam Tom Chaney´de Josh Brolin ve nihayet Barry Pepper müthiş oyunlarla eşlik ediyorlar Bridges ve Steinfeld´e… Kendinden ortaya çıkan bir sevginin, Cogburn´ün kollarındaki Mattie Ross´un, o gerçeğin hüznüyle sarmalanmış ´zaman bizden uzaklaşıp gidiyor´ tespitinin insancıllığı. Eski, başka şeylerin, daha düz, bizi kandırmayan insanların, dönemin, verdiği sözü yerine getirmenin filmini çekmiş Coen´ler. Aradan geçen upuzun yılların ardından dostunu aramaya gelen tek kollu yabancı kadının kararlı, ne yaptığını bilen ama bir tarafı eksik o yaralı hali… Hepimizin içinde yaşayan o çocuk, o adam. Zamanından önce büyümek zorunda kalmış Mattie Ross. En zor anda yanında olup, onu hayatta tutmak için mücadele eden Rooster Cogburn. İnsanı gayet iyi bilip tanıyan Coen kardeşler, western´in klasik sınırları içinde yine söylemişler istediklerini.

KAÇIŞ PLANI
Ülkemizde, Haziran 2009´da vizyona girmiş Fransız yapımı ´´Pour Elle / Aşk Uğruna´´nın Hollywood versiyonunu, Paul Haggis yönetmiş. ´Sevdiğiniz için neleri göze alırsınız´ sorusuna net bir yanıt vermek isteyen macera yüklü dram, cinayet suçuyla hapishaneye giren eşini, hukuksal çareler tükenince, hapishaneden kaçırma planları yapan bir erkeğin öyküsü. Russell Crowe ve Elizabeth Banks´in başrolleri paylaştığı romantik yanı güçlü yapım, meseleye yaklaşımı ve düşündüren bilinçli ´es´leriyle, ´´Crash´´ ve ´´In The Valley of Elah / Tanrının Vadisinde´´ filmleriyle tanıdığımız Oscar´lı senarist-yönetmen Paul Haggis imzası taşıdığını belli ediyor. Orijinal film ise, Fransız moda ve reklam fotoğrafçısı Fred Cavayé´nin ilk uzun metrajıydı. Başrollerini Diane Kruger ve Vincent Lindon´un üstlendikleri yapım, Fransız Oscar´ları olarak bilinen César Ödülleri´nde ´En İyi İlk Film´ dalında yarışmıştı. Hollywood için asla eskimeyecek çok cazip ´değerler´ içeren filmin, öyküye katkı ve süre olarak fark edilen eklemelerle perdeye yansıdığını söylemek gerek. Son tahlilde, ´ne kocalar var be´ dedirten ilginç bir dram.

YA SONRA
Eski ´prestij´ciler, yeni prestijler peşinde koşmaya devam ediyorlar. Arkadaşı ve meslektaşı Mahsun Kırmızıgül´ün yedinci sanata iddialı biçimde baş koymasının ardından Özcan Deniz de, yönetmenlik denemesi için ´kamera´ demiş. Deniz´in yazıp yönettiği ve başrolü üstlendiği romantik yapım; Adrian Lyne imzalı 1993 tarihli ´´Ahlaksız Teklif / Indecent Proposal´´ filmini andırıyor fena halde. Arabesk bir kolaj vaziyeti söz konusu aslında. Suya tirit durumlar… Araya serpiştirilen toplumsal gerçekçi oluşlar yüzünden kısacık bir ara, Ağrı, Doğu Beyazıt´a da misafir oluyoruz. Adem ile Didem´in evlilikle başlayan maceraları, çalkantılı duygusal durumlarla devam ederken, filmin geneline egemen olan ´maço´ bakış dikkat çekiyor. Kadının, dolayısıyla erkeğin ve ilişkilerin konumlandırılması oldukça ilginç. Hakiki, sahici olamayan gidişat, bir süre sonra mizahtan uzak; ´komik´ hallere düşürüyor kendini. İzleyicinin hissetmediği, perdeden koltuğa geçemeyen bir aşk. Filmin finalinde göğe yükselen renkli balonlar gibi her şey… Sinema bir cüret meselesi her şeyden öte. Film çekildi, bitti; ´ya sonra´ demek gerek her zaman… Bir de şu şarkı. Müzisyen kimliğiyle tanınan Özcan Deniz´in yazdığı şarkının sözlerine gösterilen özen, filmi özetliyor.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar