24 ŞUBAT 2017
Şubat ayının son haftası, beraberinde; biri yerli yapım olmak üzere, beş yeni film getiriyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
PATERSON
-İnsan nedir ve varoluş yarasının kabuğunu koparmak üzerine-
Günlük hayat ve insan ruhu üzerine, son derece incelikli gözlemler yapıyor yine Jim Jarmusch usta! Sıradan, küçük insanın pazartesiden pazara dek geçen yedi günü ve bir evin içine sığan ömrümüz. Tam zamanlı otobüs şoförü ve şair olan kahramanımız Paterson, New Jersey’in; kendi ismiyle aynı adı taşıyan kasabasında, Paterson’da yaşıyor. Şefkat dolu sevecen eşi ve köpeğiyle birlikte. Yirmi üç numaralı otobüsü kullanıyor her gün. Dinleyen, fazla konuşmayan biri. En büyük tutkusu ise yazmak. Şiir yazıyor. Kendisiyle sık sık ‘yalnız kalan’ Paterson, defterine dizeler karalıyor; hayat, yanı başından olanca rutini ve olağanüstü sürprizleriyle akarken.
Minimalist sinemanın babalarından Jarmusch’un on ikinci uzun metraj kurmacası, usta sinemacının hep daim yaptığı üzere; varoluş üzerine içi dolu paragraflar açmayı sürdürüyor. Varoluş yarasının kabuğunu kaldırıp tatlı tatlı kaşıyor Jarmusch. Cannes’de Altın Palmiye adayı olan yapım, sezonun en iyilerinden kesinlikle. Yalın ama o ölçüde güçlü öykü, insan ruhunun zenginliği ve önemi üzerinden, insancıl bir masal öte yandan! Adam Driver’ın müthiş performansına İran asıllı başarılı aktris Golshifteh Farahani ve sevimli köpek Nellie; aynı ‘tutkuyla’ eşlik ediyorlar.
Jarmusch’un eski bildik külliyatına, özellikle 2005 tarihli ‘Broken Flowers’a selam duran hikaye; perdeden; serin, temiz, duru bir ırmak gibi akıyor yüreğimize doğru. İnsanız işte diyor. Boş kağıtları doldurabilecek ruha sahibiz dünyanın haline rağmen. Sabahları bizi işimize götürecek olan yolu yürürken, ruhumuzla baş başa kaldığımız ender anlarda yahut asıl kendimizi anlatırız diğerlerine. Detaylarda gizlidir sihri hayatın. Her insan küçük, özel bir hediyedir, kendi kendine sunulmuş. (5 / 5)
GİZLİ SAYILAR
-Sayıların rengi olmaz! Afro-Amerikalı kadın matematikçilerin uzay düşleri.-
Bir grup Afro-Amerikalı kadın matematikçi; altmışların başında; ırkçılığın ve her türlü ayrımcılığın baskın olduğu dönemde, ABD’nin uzay programlarının emekleme yıllarında, NASA’nın yıldız isimleri olacaklardır. Theodore Melfi’nin yönettiği biyografik dram, gerçek kişi ve tarihi olayları yansıtıyor perdeye. Margot Lee Shetterly’nin kitabından uyarlanan yaşanmış öykü, Akademi Ödülleri’nde, ‘en iyi film’ dahil; üç dalda Oscar adayı.
Taraji P. Henson, Octavia Spencer ve Janelle Monáe’nin başrolleri paylaştığı yapımda, Jim Parsons, Glen Powell, Mahershala Ali, Kirsten Dunst ve Kevin Costner, oyuncu kadrosunun diğer güçlü isimlerini oluşturuyorlar. Rusya’nın, ABD’ye üstünlük sağladığı ilk uzaya çıkış denemeleri günlerinde, NASA, zor anlar yaşamaktadır. Irkçılığın tavan yaptığı zorlu zamanda, NASA’ya; günümüz bilgisayarlarının numerik görevlerini yapsın diye işe alınıp, ‘hesap makinesi’ görevi gören Afro-Amerikalı kadın çalışanlardan üçü, ABD’nin uzay zaferinde hayati rol oynayacaklardır.
Dönemin zorlu toplumsal dinamiklerini, sivil hak ve özgürlüklerle, ırkçılık üzerine verilen mücadeleyle harmanlayan, ‘hakiki kahramanlık’ öyküsü, dünyanın süper gücünün, kendi içinde verdiği akıl, bilim ve toplum kavgasını da başarıyla ele alıyor. Ayrımcılığı yok etmek, uzaya gitmekten daha güç diyor tarihsel biyografi özünde! Başarılı yapım tasarımı, dönemin en ufak ayrıntısına dek titizlikle bakmayı başarmış. Sosyal ve ahlaki değiniler, uzaya gitmenin değil belki ama uzaya gidecek bilincin oluşmasının önemine parmak basıyor. ABD, şu anda uzayda hakimiyet kurduysa, bu başarıda, Afro-Amerikalı vatandaşlarının da, en az beyazlar kadar pay sahibi olduğunu vurguluyor liberal yapım. Ana akım sinema örneği olup, bildik formüllere dayansa da, büyük prodüksiyon olma özelliğini, keyifle izlenen iki saatlik sürükleyici bir süreyle taçlandırmış. (3 / 5)
RESIDENT EVIL: SON BÖLÜM
- Milla Jovovich’li tür kırması, altıncı filmiyle ‘gürültülü’ biçimde veda ediyor (mu?)-
Japonya çıkışlı bilgisayar oyunundan beyazperdeye aktarılan bilimkurgu-aksiyon-korku-gerilim içeren tür kırması, altıncı ve ‘artık son’ denilen final bölümüyle karşımızda. ‘Resident Evil’ı, perdenin en uzun soluklu serilerinden biri haline getiren Paul W.S. Anderson, 2002’de yazıp yönettiği ilk filmden sonra dördüncü bölümle kendi yarattığı seriye geri dönmüştü.
Kahramanımız ‘Alice’i artık karakterle özdeşleşen gezegenin en hoş aktrislerinden Milla Jovovich canlandırıyor yine. Beşinci filmde, Umbrella şirketinin ölümcül T virüsünün, bütün insanları zombi kıldığını izlemiştik. İnsan ırkının gelecek umudu bağladığı Alice ise, gizemli geçmişinin sırlarıyla mücadele ederken, düşmanlarını da unutmuyordu tabii. Final bölümünde ise, kabusun başladığı yer olan Racoon Şehri’ndeki Kovan’a geri dönmek zorunda kalır kahramanımız. Bu Alice’in insanlığı ve kendi geçmişini kurtarmak için verdiği en zor mücadele olacaktır.
Tanıdık oluşlar, sırtını üç boyuta ve bilgisayar efektlerine bağlamış yine. Son jenerikler akarken, iç sesle tartışılan mesele, zanaat yanı güçlü yapımın, altıncı filmiyle ‘gürültülü’ biçimde, artık ‘kesin’ olarak veda edip, etmediği sorusu. (2,5 / 5)
Mert Dikmen’in yönettiği, gerilim türündeki yerli yapım ‘Cereyan’ ile Rusya’dan çıkagelen animasyon ‘Snezhnaya Koroleva 3. Ogon i Led / Karlar Kraliçesi 3: Ateş ve Buz’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN