24 ŞUBAT 2012
Bu hafta, ‘vizyonda tek başına’ durumu yaşanıyor. ‘En İyi Film’ dahil 5 dalda Oscar adayı olan Alexander Payne imzalı “Senden Bana Kalan / The Descendants” haftanın yegâne seçeneği. Başrolünü George Clooney’nin üstlendiği dram, bütün Payne filmleri gibi hüzünlü ve gerçek. İçinde gülümseme ve umut da barındırıyor. Hayat gibi… 27 Şubat Pazartesi sabahı uyandığınızda, Oscar heykelciğiyle vücut bulan Akademi Ödülleri, 84. kez sahiplerine dağıtılmış olacak. Oscar’a en yakın film olarak duran “Artist / The Artist” benimki dahil bütün tahminlerde öne çıkıyor ama şahsen gönlümde yatan en iyi film adayları; Scorsese imzalı “Hugo”, Terrence Malick ustanın son şaheseri “Hayat Ağacı / The Tree of Life” ya da bu haftaya da ev sahipliği yapan “Senden Bana Kalan / The Descendants”… Neyse sonuçta, ‘her Oscar bana uzak; her Oscar biraz tuzak…’ Biz, emeğimizle üretmeye ve içimizdeki sinemadan çıkmış insana iyi bakmaya devam edelim. Neydi? ‘Çünkü sokak, sinemadan çıkmayanlarla dolu!’ Herkese iyi seyirler ve anlam yüklü, mutlu bir hafta!
SENDEN BANA KALAN
Alexander Payne, hayata, insana dair güzel, dokunaklı, içi dolu hikâyeleri, iyi ve keyifli anlatan bir zat. Yakın bir dost gibi. Uzun süredir görmediğiniz ama nerede bıraktıysanız, oradan başlayacağınız eski bir dost. Masada karşılıklı oturuyorsunuz. İlk kadehler geçmişe kalkıyor. O anlatıyor siz dinliyorsunuz… Orijinal adıyla “The Descendants”, bir roman uyarlaması. Kaui Hart Hemmings adlı yazarın eserinde, kısmen otobiyografik bir öykü anlatılmış sanki. Kitap, merak uyandırıyor filmin ardından. Anakıtada yaşayanlar tarafından enfes bir tatil beldesi, desenli renkli gömlekler, müzik, egzotik içkilerle bezeli bir cennet olarak düşünülen Hawaii’de yaşayan üst orta sınıf bir avukat ve ailesi… Halbuki her yer gibi bir yer Hawaii de. Cennet de cehennem de bir arada yaşanıyor. Avukat Matt King’in deniz kazası geçiren eşi komada. Doktorlar, uyanmasının imkânsız olduğunu söylüyorlar. Makinenin fişi çekilecek yani. İki kızı var King ailesinin. Biri yedi, diğeri on yedi yaşında. Bir anda karşılaşmadığı bir sürü gerçekle yüz yüze kalıyor Matt. İhmal ettiği sevdiklerini, duyarlılıkları fark ediyor. Ardından eşinin, kendisini başka bir adamla aldattığını öğreniyor. Bu ‘öteki’ adamla karşılaşmak ve eşinin ölüm döşeğinde olduğunu onun yüzüne söylemek için iki kızını alıp, komşu adaya bir yolculuğa çıkıyor. Yanlarında büyük kızın ‘zekiyim’ diyen ama aptal görünümlü erkek arkadaşı Sid’de var... Hikâyede kimseye kızamıyorsunuz. Ne Matt’e, ne ölüm döşeğindeki kadına, ne kızlara, ne Sid’e, ne emlakçı sevgiliye, ne cumhuriyetçi kayınpedere, ne Matt’in satılacak araziden para bekleyen kuzenlerine… Kimseye kızamıyorsunuz. ‘Ne yapsın?’ diyorsunuz herkes için… ‘Ne yapsınlar?’ Herkesin derdi içerisinde durur… Hayat zordur yeteri kadar. Adamın kızı ölmüş; ‘bir tanesi’. Kore’de savaşmış, Alzheimer’dan tükenmiş eşiyle yaşayan yaşlı bir adam. Bütün rüyalarını tüketmiş. ‘Çok güçlüdür o’ dediği kızı ölmüş. Kızıyor tabii. Onu ihmal ettiğini, onu mutsuz ettiğini düşünen damadına, ilgisiz torunlarına kızıyor. Herkes haklı. Matt’de öyle… Ciğeri acıyor Matt’in. Hemen herkesin ciğeri acıyor. Yalnızlık, para uğruna satılan her şey, iletişimsizlik. Yıllar boşa geçmiş sanki. Her şey ıskalanmış. Zaman ayrılmamış en çok sevilenlere. Gündelik uğraşlar, tekdüze oluşlar, suni sorumluluklar yüzünden yaşanan koyu bir pişmanlığı var Matt’in. Amerika denen doymak bilmez canavarın gelenek ve alışkanlıklardan beslenen konformizmi, onun hemen yanı başındaki eşitsizlikler. İnsanın insanı anlayamaması… En zor olanı. Ve o son veda… Bir arada olmanın değil, bir arada kalmanın önemi. Bir çocuğa açıklanan ölüm. Üstelik ilk ölümse karşılaştığı. Üstelik o ölüm annesininkiyse… Sonra bir battaniyenin altında iki kızıyla televizyon izleyen bir baba. Üçü birlikte öylece bakıyorlar. Hayat devam ediyor yanı başlarında. Olanca hüznü, adaletsizliği, getirdiği neşe, aşk, sevgi, nefret, pişmanlık, öfke, her neyse; bütün hızıyla sürüyor gündelik hayat. İnsana kalanlar ise; bir kavanoz kül, kötü veya iyi anılar, tuhaf bir sıcaklık hissi, öldüresiye pişmanlık, duvarları süsleyen bir aile albümü, miras kalan koca bir arazi. Emek harcanmadan kalanlarla; bir sürü emeğin sonucu. Sonu aynı ama. Kalanların, sona erenlerin ve devam edenlerin bıraktığı anlam… George Clooney’e eşlik eden iki genç aktris Shailene Woodley ve Amara Miller’ın çok iyi oyunları, sıcak ama epey hüzünlü öyküden geri kalan. Gerçekçi bir tespit Payne’in anlatısı. İnsanın içine bakan bir sinemacının bize gösterdiği; yaşadığımız acı dolu yerin anlam atlası…
MURAT ERŞAHİN