24 NİSAN 2015
23 Nisan Perşembe günü, ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ dolayısıyla, küçük izleyicilere seslenen iki çizgi film, bir gün önce vizyon görüyor: Üç boyutlu ‘Monkey Prince / Maymun Prens’ ve ünlü masal ‘Pinokyo’. 24 Nisan Cuma günü ise, vizyona merhaba diyen film sayısı on. Kalabalık haftada, notlarımız arasında toplam altı film yer alıyor. Diğer dört film, şarkıları ile de dikkat çeken aile komedisi ‘Annie’ ile üç yerli örnek; ‘Limonata’ ve ‘Öğrenci İşleri’ adlı komedilerle ‘Kendin Ol’ adlı gerilim. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
CITIZENFOUR
Sezonun kuşkusuz en önemli filmlerinden biri, bu yıl ‘en iyi belgesel’ dalında Oscar ödülünü kazanan ‘Citizenfour’. Aralarında BAFTA da olmak üzere toplam 42 heykelcik kazanan ‘ciddi’ dokümanteri Laura Poitras yönetmiş. Eski CIA çalışanı Edward Snowden’ın, bütün dünyayı sarsan açıklamasının öncesinden başlayıp, onu Hong Komg ve nihayetinde Rusya’ya kadar takip eden belgesel, adeta kurmaca bir politik gerilim gibi işleyen enfes kurgusuyla nefes almadan izleniyor. Ocak 2013’te Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) yasadışı izleme yaptığına dair elinde belgeler olduğunu söyleyen ‘Citizenfour’ kod adlı birinden şifreli e-postalar almaya başlayan Poitras, beş ay sonra adının Edward Snowden olduğunu öğrendiği adamla Hong Kong’un sıradan bir otelinin sıradan bir odasında bir araya gelir. Amerikan hükümetinin karanlık ve hukuk dışı sırlarının ifşa edilme süreci böylelikle başlar. ‘Dünya yaşanacak yer değil’ dedirten belgesel, günümüzde, yirmi iki milyar insanın dinlenip, takip edilmesi için hazırlanan mekanizmaya parmak basarak, gelinen nokta üzerine kara kara düşündürüyor. 34. İstanbul Film Festivali programında da yer alan, ilginç ve kayda değer belgeselin, Amerika’nın kirli çamaşırlarını açıkça ortaya saçmasının ardından, yine Amerikan Film Akademisi tarafından en iyi belgesel Oscar’ı ile ödüllendirilmesi, Amerikan demokrasisi ve toleransının cilalanıp, sistemin ‘kendini’ usulca okşaması olarak da algılanabilir tabii. Ama belgeselin hastalıklı bir ‘iç güvenlik’ korkusu adına, neredeyse bütün dünyayı mikroskop altına alan ‘big brother’ı açıkça ortaya koyması, son derece önemli ve cesur bir çaba. (4 / 5)
KARA DENİZ
Özel bir batık arama ve denizcilik şirketinde denizaltı kaptanlığı yapan Robinson, işinden çıkarılır. Tecrübeli denizaltıcı, bir arkadaşı vasıtasıyla, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma kayıp bir Alman denizaltısının varlığını öğrendiğinin hemen ertesinde, arkadaşının vasıtasıyla, bu işin peşindeki yatırımcıyla bir araya gelir. Beş ton altın gibi büyük bir hazineyle, Karadeniz’in derinlerinde yatan Alman denizaltısını bulma teklifinden sonra, mürettebat aramaya soyunan Robinson, yarı Rus yarı İngiliz, kalabalık bir ekip kurar ve Karadeniz’deki kaçak dalış gezisine çıkar. Fakat en büyük tehlike, ne denizin dibinde ne de denizin üstünde değil, denizaltının içinde, ekibin ta kendisindedir. Para hırsı ve kötülüğün denizin dibinde de süren egemenliği. Fedakarlık, dayanışma ve iyilikle, kötücüllüğün sona ermez savaşında taraf tutma zorunluluğu. Klostrofobik atmosfere, son derece güçlü bir gerilim ve incelikli bir dramı başarıyla yediren macerayı, 1999 tarihli One Day In September adlı belgeseliyle Oscar ödülü kazandıktan sonra, ‘The Last King of Scotland / İskoçya’nın Son Kralı’ ve ‘State of Play / Devlet Oyunları’, ‘The Eagle / Kartal’ ve ‘How I Live Now / Senine Yaşıyorum’ gibi kaliteli yapımları imzalamış İskoçyalı sinemacı Kevin MacDonald yönetmiş. Usta aktör Jude Law’u, başrolde izleyeceğimiz denizaltı macerasında diğer önemli rolleri, Ben Mendelsohn, Scott McNairy, Karl Davies ve Rus aktör Konstantin Khabenskiy üstlenmişler. Erkek egemen, sıkışmış ve kolstrofobik bir dünyada, hayatta ve en önemlisi insan kalma çabası, Christopher Ross’un başarılı görüntü yönetmenliğinden de güç alıyor. Fazla bağırmadan ve yalın bir aksiyon dozuyla, nefes almanın güç olduğu dar mekanlarda çekilen film, etkili, heyecan verici ve son derece duygusal olmayı başarıyor son tahlilde. (3,5 / 5)
CAKE
Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapan duygusal dram, çok yakınını, adeta ‘canını’ kaybeden trajik biçimde kaybeden karakterler üzerine. Birbirine tutunmak ve devam etmenin sözlükte yer almayan zorluğu üzerine gerçekçi bir öykü de diyebiliriz film için. Başrolü üstlenen Jennifer Aniston’un belki de kariyerindeki en iyi performansı diyebiliriz rahatlıkla. Kendisine, Altın Küre’de ve Oyuncular Sendikası Ödülleri’nde en iyi kadın oyuncu adaylığı getiren filmde diğer öne çıkan rolleri, Sam Worthington, Anna Kendrick, Felicity Huffman, Chris Messina ve Adriana Barraza üstleniyorlar. Usta aktör William H. Macy’de kadronun sürprizi. Meksikalı tecrübeli aktris Adriana Barraza’da ‘fedakar yardımcı’ rolünde tek kelimeyle döktürüyor. Geçirdiği kazada, küçük oğlunu yitiren Claire, son derece aksi, sivri dilli, geçimsiz birine dönüşmüştür. Kazadan arda kalan arazlar, onu, kronik ağrılarla bir başına bırakmıştır. Katıldığı destek grubu dahil, hemen herkesi yanından uzaklaştıran talihsiz kadının tutunduğu tek insan, evin hemen her işine koşan, emektar yardımcı Silvana’dır. Destek grubundan tanıdığı genç bir kadının intiharı üzerine, ölen kadının eşiyle samimi bir ilişki geliştiren Claire, trajedisiyle yüzleşecek cesareti aramaya başlar. Kayıplar, acılar, vicdan azabı, fedakarlık, affedebilmek, hayata bir şekilde tutunma yöntemleri ve omuz başımızdan son hız akıp giden acımasız gündelik hayat. Bir doğum günü pastasıyla edilen teşekkür. İhtiyaçlar ve diğerleri üzerine gerçekçi bir tahlil, Daniel Barnz imzalı incelikli ve son derece duyarlı, insancıl film. (3,5 / 5)
MARİGOLD OTELİ’NDE HAYATIMIN TATİLİ 2
Yedi Oscar ödüllü ‘Shakespeare in Love / Aşık Shakespeare’ adlı romantik yapımın yönetmeni usta sinemacı John Madden’in 2011’de yönettiği ‘The Best Exotic Marigold Hotel / Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili’ yeni filmi, oldukça beğenilmiş, 31. İstanbul Film Festivali’nde bile kendine yer bulmuştu. Kaliteli bir romantik komedi olarak yaklaşabileceğimiz yapımda, dev oyuncular vardı. Judi Dench, Maggie Smith, Tom Wilkinson, Bill Nighy ve Celia Imrie gibi usta isimlere, Danny Boyle’un sekiz Oscar’lı filmi ‘Slumdog Millionaire / Milyoner’in sempatik başrol oyuncusu Dev Patel eşlik ediyordu. Emekliliklerini egzotik bir tatil beldesinde geçirmek isteyen bir grup İngiliz, reklamının gördükleri Hindistan’daki lüks otele vardıklarında, aldatıldıklarını anlıyorlar, fakat kısa bir süre sonra, bu garip mekân, onlar için farklı anlamlar oluşturuyordu. Her biri, hayatlarının son dönemecinde, müthiş bir heyecan ve keyif yaşıyorlardı. Yeni başlangıçlar için asla geç kalmış sayılmazdık ne de olsa! Deborah Moggach’ın ‘These Foolish Things’ adlı romanından perdeye uyarlanan sevimli, sıcak film, incelikli nüansları, kültürel göndermeleri, tatlı sataşmaları ve oyuncu kadrosunun müthiş performansıyla ilgiyle izleniyordu. Bu öyküden bir devam filmi zor çıkar diye düşünülse de, usta yönetmen John Madden’ın koltuğu kaptırmadığı ikinci Marigold Oteli, beyazperdeye yansıdı bile. Kıdemli yıldız kadrosu yine aynı fakat iki sürpriz isim var bu kez otelimizde: Richard Gere ve David Strathairn. Becerikli müteşebbis Hintli gencimiz Sonny Kapoor, bir yandan büyük aşkı Sunaina ile evlilik hazırlıkları yaparken, en büyük projesi olan ikinci Marigold Oteli için kredi çalışmalarına başlamıştır bile. Otelin müdavimleri, artık birer otel çalışanıyken, herkes, kredi kararını onaylamak için otele geleceği duyurulan bir ajanı beklemeye başlar. Kendini iyi hisset filminin ikinci bölümü, ilki kadar keyifli ve orijinal olmasa da; yine de incelikli değinileri ve usta oyuncu kadrosunun lezzetiyle, tebessümle izletiyor kendini. Dev Patel ise, kendi ayakları üzerine rahatlıkla duruyor artık! (2,5 / 5)
GECE YARISI SOKAKTA TEK BAŞINA BİR KIZ
İran asıllı Ana Lily Amirpour’un yazıp yönettiği romantik vampir öyküsü, İran özlü bir Amerikan filmi. Sürgünde veya memlekette uzakta olmanın yarattığı ruh haliyle yazılmış hikaye. Bad City adlı muhtemelen İran’daki bir hayalet kasabada yaşanıyor olaylar. Geceleri sokaklarda avını arayan yalnız bir genç kız vampirimiz. Uyuşturucu babasına bakan Arash’ın yolu, çarşaf giyen vampirle kesiştiğinde, romantizm de katılmış oluyor, stilize korku gerilime. Prömiyerini, bağımsızların kalesi Sundance Film Festivali’nde yapan Amirpour’un yazıp yönettiği bu ilk uzun metraj, ‘ilk İran Vampir Spagetti Westerni’ olarak tanıtılmış! Siyah beyaz çekilmiş film, içerdiği egzotik havayla, farklı bir estetik ve atmosfer arayışına soyunmuş. Yoğun müzik kullanımıyla, bir hayli iddialı bir Tarantino & Rodriguez atmosferine bürünen yapım, yeni nesil bir kibir barındırsa da, öyküdeki ‘kedi’nin de katkısıyla, rahatlıkla izlenebilir bir film olarak duruyor perdede. (2,5 / 5)
İNTİKAM KAPANI
Grafik şiddetten gore kıvamına dönüşen aksiyon, özellikle yeni neslin çok sevdiği bilgisayar oyunları modunda hazırlanmış. 2014’de devam filmi de çekilen Gareth Evans imzalı 2011 tarihli Endonezya sürprizi ‘The Raid / Baskın’a öykünen, bir binada yaşanan gerilimli ve bol cesetli aksiyon sahneleri içeren filmin başrolünde, ‘Frida’lı günlerinden; aksiyon yıldızlığına soyunan Salma Hayek rol alıyor. Japon aktör Hiroyuki Watanabe’nin Hayek’e eşlik ettiği hareketli ve bol kanlı film, bir köle olarak dört yıl önce hapsedildiği binadan kurtulmaya ve küçük kızına kavuşmaya kararlı bir kadının hayatta kalma mücadelesini öykülüyor. Güçlü ve acımasız patronu ile onun her biri sadist birer katil olan adamlarıyla mücadele eden Everly karakteri, filme, orijinal adını da vermiş. ‘Kill Bill’ esintisi de içeren aksiyon, türün ve kanın gövdeyi götürdüğü intikam öykülerinin müdavimleri için keyifli olabilir. (2 / 5)
MURAT ERŞAHİN