Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

24 KASIM 2017

23 Kasım 2017 Perşembe 19:14
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Biri ortak yapım, ikisi yerli olmak üzere toplam beş yeni film merhaba diyor yeni vizyona. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.


MUCİZE

-İnsan olmak üzerine-

Yazıp yönettiği ‘The Perks of Being a Wallflower / Saksı Olmanın Faydaları’ adlı romantik dram ile tanıdığımız Stephen Chbosky’nin beş yıl aradan sonra çektiği yeni dramı, yürek ısıtan bir insanlık öyküsü. Orijinal adıyla ‘Wonder’, R.J. Palacio imzalı bir romandan, New York Times’ın çok satanlarından uyarlanmış perdeye. Yüz farklılığı ile dünyaya gelen ve geçirdiği bir dizi ameliyat sonrası ‘normal gözükenden farklı’ yüzüyle, beşinci sınıfta ilk kez ‘normal’ bir okula başlayan August ‘Auggie’ Pullman’ın ilham verici öyküsü izlediğimiz.

Annesi, babası ve ablasının koruyucu şefkatinden, beşinci sınıfa geldiğinde ayrılan ve annesinin evde verdiği özel derslerin ardından oldukça donanımlı halde, kendini ‘diğerlerinin’ arasında bulan zeki ve insancıl ‘Auggie’nin farklı bir yüz olarak yaşadıkları, hepimize tutulan bir ayna işin aslı. Farklılıklarımız, benzerliklerimiz, kötü huylarımız, iyiliklerimiz, vicdanımız, fedakarlıklarımız, düşmanlıklarımız, yalanlarımız ve olanca defomuzla, yani küçük ve sıradan insanlığımızla kendi kendimize bakmamızı sağlıyor sıcacık dram. Karşımızdakini yargılamadan önce herkesin ‘içinde neler yaşadığını’ ve ne tür dertleri olduğunu hesaba katmamız gerektiğini, herkesin bir ‘nedeni’ olduğunu, bütün canlılarıyla birlikte evrende bir bütün olarak yaşadığımız gerçeğini unutmamamız gerektiğini anımsatıyor ‘Auggie’ odaklı öykü. Fedakar anne Julia Roberts ile sevecen baba Owen Wilson ve bilge öğretmen Mandy Patinkin’e eşlik eden genç isimler, başta yoğun makyaj altında rol yapan ve karşımıza ilk olarak ‘Room / Gizli Dünya’ da çıkmış on bir yaşını süren aktör Jacob Tremblay ve on altı yaşındaki aktris Izabela Vidovic, ‘parıldıyorlar’!

Karşımızdakinin kim, ne ve özellikle ‘nasıl’ olduğuna bakmadan öncelikle insan olduğu gerçeğinden hareket ederek, empatiyi unutmadan, yüce gönüllülük, dürüstlük, iyilik ve dostluk penceresinden bakmamızın bizi ‘insan’ kıldığını yeniden ve yüksek sesle söyleyen son derece iyi yazılmış, yönetilmiş, oynanmış film, koca koca şeyleri söylemeyi beceremeyen iddialı isimlere gelsin! Yaşsız ve zamansız öykü, rahat, sade, yalın ve en gerçek biçimde, insan hallerini ve doğru olanı yapmayı öğütlüyor perdede. Didaktik ve snop biçimde değil üstelik, oldukça yalın, dürüst, arkadaşça ve içten. Aniden sıcacık, hesapsız bir dost eli omuzumuzda. (4 / 5)



BUĞDAY

-İnanç ve distopya-

‘Herkes Kendi Evinde’, ‘Meleğin Düşüşü’, ‘Yumurta’, ‘Süt’ ve ‘Bal’ın ardından Semih Kaplanoğlu, distopik bir evrende çıkılan ‘anlam’ yolculuğunu öykülediği yeni filmi ‘Buğday’ ile Tokyo Film Festivali’nde büyük ödülün sahibi olmayı başarmıştı. Yakın gelecekte dünyada hiç hesapta olmayan iklim değişiklikleri ve kıtlık yaşanınca, ayrıcalıklı bölgeler ve ölü topraklar adı verilen kurak, ıssız bir alan kalmıştır geride. Parlak kariyerini ve bildiği medeniyeti terk eden bilim adamı Cemil Akman’ı aramak ve hakkındaki gizemli gerçeği keşfetmek için yollara düşen tohum genetiği uzmanı Profesör Erol Erin kendini ölü topraklarda bulur.

Bildiklerimiz, ezber ettiklerimiz, bilim, genetik, tohumlar, sürdürülebilirlik, sınırlar, kaos, medeniyet, elitler, yoksullar, modern hayat, inanç ve anlam üzerine Semih Kaplanoğlu, ‘inandıkları’nı odağa oturtarak bir öykü anlatmış. ‘Stalker, ölü topraklarda’ şeklinde gayet titiz ve ‘yerinde’ bir sinema ile başlayan yapım, iki saati aşkın süresinin ilk seksen dakikasında her düşünce ve anlamlandırmaya göre bir anlatı benimserken, son bölümde İslami pencereden bir bakış ve toplu referanslarla nokta koyuyor önemli meselesine. Kaplanoğlu’nun bakışı ve yorumu tartışmaya açık tabii. Filmin tartışılmayacak yanı ise, Kaplanoğlu’nun şiire yakın ‘öz’ arayışını sürdürmesi. Bunu yine ‘sağlam’ bir biçimle yapıyor ayrıca. Görüntü yönetiminden sanat yönetimine, kurgudan orijinal film müziğine dek özenli bir ekip işi ‘Buğday’. İngilizce olarak çekilmiş Türkiye-Almanya-İsveç-Fransa-Katar ortak yapımı, Jean-Marc Barr, Ermin Bravo ve Grigoriy Dobrygin’den oluşan uluslararası oyuncu kadrosuna sahip.

Son derece evrensel dert, acı ve tespitler üzerine, geniş ‘meseleyi’, neticede sadece inanç açısından derleyip toparlamak, Kaplanoğlu’nun tercihi olmuş. Aslında yaratılan distopya, yaşadığımız günlere işaret ediyor ve tedavi, insanın içinde bulunan parçacığın farkında olmakla ilgili. Saygıyla karşılamakla birlikte, öykünün gideceği ve değineceği farklı nokta ve doneleri yok ettiğini öngörmek de mümkün bu tercihin. Farklı bakış, inanış ve değer bütünlüğü üzerinden incelemek ve eleştirmek de olası filmi. Tinsel, deneyüstücü ve parametrik öykünün odağına olan mesafeniz, yakınlığınız, fikriniz ve kalbi bakışınız bambaşka olsa da, ‘Buğday’ın; saygın, çalışılmış ve ciddi bir film olduğunun hakkını teslim etmek gerek. (3 / 5)

İlkini 2014 yılında izlediğimiz ve yönetmen koltuğunda yine Paul King’in oturduğu sevimli aile komedisi ‘Paddington / Ayı Peddington’un ikinci filmi, ‘Paddington 2 / Ayı Peddington 2’ile birlikte iki yerli yapım; Tuncer Gürbüz’ün yönettiği korku-gerilim türündeki ‘Morg’ ve Burak Özçivit ile Murat Boz’un yeniden bir araya geldiği komedi-dram türündeki devam filmi ‘Kardeşim Benim 2’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar