24 ARALIK 2021
Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
L'amour fou
(Yönetmen: Jacques Rivette / 1969)
Le Boucher / Kasap
(Yönetmen: Claude Chabrol / 1970)
Il ferroviere
(Yönetmen: Pietro Germi / 1956)
L'albero degli zoccoli / Nalın Ağacı
(Yönetmen: Ermanno Olmi / 1978)
Brutti, sporchi e cattivi / Çirkinler, Kirliler ve Kötüler
(Yönetmen: Ettore Scola / 1976)
Vizyonda bu hafta (24 Aralık 2021)
Biri yerli yapım olmak üzere, toplam üç yeni filme ev sahipliği yapıyor 24 Aralık haftası!
Haftanın notlarımız arasında yer alan filmi ‘The Matrix Resurrections’… Beyazperdenin 90’lara nokta koyarken sinemaya armağan ettiği ‘Matrix’ efsanesi dördüncü filmiyle karşımızda. Yönetmen koltuğunda bu kez Lana Wachowski yalnız başına!
THE MATRIX RESURRECTIONS
-Hapların son kullanma tarihi geçince-
Meselesi, alt metinleri, anlatımı ve görsel çekim teknikleriyle yenilikçi bir filmdi 1999 tarihli ‘The Matrix’! Lana ve Lilly Wachowski kardeşlerin yarattıkları ‘mit’, 2003 tarihli iki filmle, ‘The Matrix Reloaded’ ve ‘The Matrix Revolutions’ ile devam etti. Bilimkurgu sinemasına aksiyonu başarıyla yediren popüler yapım, kısa sürede bir efsane halini aldı beyazperdede!
Neo, Trinity, Morpheus, Ajan Smith, Kâhin, mimarın odası, kâhinin mutfağındaki ‘temet nosce / kendini bil’ yazısı, kırmızı hap-mavi hap, Keanu Reeves, Carrie-Anne Moss, Laurence Fishburne, Hugo Weaving… ‘Ne yazık ki Matrix’in ne olduğunu kimse anlatamaz, onu kendin görmek zorundasın’ yanıtı… Seçilmiş kişinin insanları Matrix’ten kurtarma çabası ve makinelerle insanlar arasındaki savaşı sona erdirme gayreti… Derin ve gizemli bir ‘Alice Harikalar Diyarında’ öyküsüdür bir tarafıyla Matrix! Gerçekliğin fiziksel veya zihinsel bir kurgu olması durumunu kavramak için beyaz tavşanı izleme gerekliliği…
En İyi Kurgu, En İyi Ses, En İyi Görsel Efekt ve En İyi Ses Efekti Kurgusu dallarında elde ettiği dört Oscar ödülünün yanı sıra toplam kırk iki ödül kazanmış, üzerine kitaplar ve tezler yazılmış efsane, dördüncü filmiyle yirmi iki yıl sonra yeniden izleyiciyle buluşuyor. Hayranları ve yeni nesil için bir ‘hatırlatma dozu’ olarak öte yandan.
Yeni filmin yönetmen koltuğunda bu kez solo çalışmasıyla Lana Wachoswski oturmakta. ‘The Matrix Resurrections’ efsaneyi bir şekilde sürdürme gayretinde! Neo’nun Matrix’e dahil olup, dışarı çıkmanın bir seçim olduğunu hatırlaması. Bir kere daha beyaz tavşanı izlemesi gerektiği gerçeği… Ayrıca Neo ile Trinity arasındaki bitimsiz aşk… Geriye en son duygular kalır gerçeği! Keanu Reeves ve Carrie-Anne Moss ‘olgun’ halleriyle yeniden bizimleler. Yahya Abdul-Mateen II, Jonathan Groff, Neil Patrick Harris, Jessica Henwick, Priyanka Chopra Jonas, yeni ‘Matrix’in yeni yüzleri…
Yeni film, yarattığı ‘mit’i yeni öyküsünde ‘yeni’ bir bakışla pek ciddiye almıyor gibi. Siyah-yeşil renk paletine ve yirmi bir yıl önce karşımıza çıkan yenilikçi aksiyon sahnelerine veda edilmiş. Aslında bu doğal bir süreç. Zaman içinde gelişen teknolojik efektlerle birlikte pek çok ‘şey’ izlediğimizden, bizim için ‘özel’ olan anlara geri dönüp onları bulamayınca hayal kırıklığı oluşuyor bünyede. Yeni filmin, bildik hikâyeye yeni yaklaşımlarla ve başka bir bakışla değinmesi gayet doğal bir durum aslında yönetmen acısından. Sorun izleyicinin ezberi ve algısında yatıyor. Örneğin, yeni filmde his tonu fazla yüksek. Aksiyon sahnelerinde göze çarpan değişiklikler… Bu da Lana Wachowski’nin öznel seçimi. Doğal olarak, izleyicinin öznel bakışıyla mavi ve kırmızı hapların son kullanım tarihinin geçtiği hissi siniyor bünyeye. Başka bir ‘şey’, başka bir ‘ton’ ve görsellik ve mesafe duruyor çünkü bildik hikâyenin devam halkasında. İyi veya kötü demeden önce bütün bunları düşünmek önem arz ediyor. ‘Merhaba’ diyor Neo… ‘Tanışmış mıydık?’ diye cevaplıyor Trinity ve halen Kung Fu biliyor olması gayet hoş Neo’nun… (2,5 / 5)
Haftanın diğer yenileri ise;
Yaman Fransız auteur François Ozon imzalı ‘Tout s'est bien passé / Her Şey Yolunda’ adlı dramı. Bir kez daha Altın Palmiye için yarıştığı yirmi ikinci uzun metraj kurmacasında başrolleri Sophie Marceau ve André Dussollier arasında paylaştırmış usta yönetmen. Seksen beş yaşında, kıpırtısız yattığı hasta yatağında kızı Emmanuelle’den hayatına son vermesi için kendisine yardım etmesini ister André! Emmanuèle Bernheim’ın aynı adlı romanından perdeye yansıyan senaryo da Ozon imzalı. Géraldine Pailhas ve iki büyük yıldız Charlotte Rampling ile Hanna Schygulla da oyuncu kadrosunun diğer önemli isimleri.
Emre Kavuk imzası taşıyan yerli dram ‘Dalgalar ve İzler’, bir başlarına hayatta kalma mücadelesi veren Suna ve kızı Funda’nın hikâyesi… Pelin Karahan, Cem Zeynel Kılıç, Goncagül Sunar ve Meral Çetinkaya, oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.
TARİHTE BU HAFTA
On bir yıl önceye, 2010 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (24 Aralık 2010)
Bu hafta üç film var vizyonda. Ben Affleck’in ikinci yönetmenlik denemesi olan sürükleyici suç filmi ‘Hırsızlar Şehri’, Robert De Niro’lu ve Ben Stiller’lı komedi serisinin üçüncü filmi ‘Zor Baba 3’ ve bu yıl adını sıkça duyacağımız enfes animasyon ‘Karmakarışık’. İyi seyirler herkese!
HIRSIZLAR ŞEHRİ
Ben Affleck, ‘Gone Baby Gone / Kızımı Kurtarın’ın ardından yine Boston’da geçen bir suç filmini imzalamış. Yönetmen olarak, oyunculuğunun kat be kat üzerinde başarılı olduğunu düşündüğüm – bu genel bir yargı sanırım- Affleck, doğup büyüdüğü Boston’un, gayet iyi bildiği bir semtini, ‘bozuk düzen kaldırımlarıyla’ ünlü Charlestown bölgesini fon almış filminde. Yoğun banka soygunların yaşandığı Charlestown’da geçen öykü aslında bir edebiyat uyarlaması. Amerikalı genç kalemlerden Chuck Hogan’ın ‘Prince of Thieves’ adlı romanından perdeye aktarılan öyküde Affleck, başrolü de üstlenmiş. Afflek oyuncu olarak vasat. Ama kadronun diğer isimleri çok iyi performanslarla kapıyorlar bu ‘ufak’ açığı. ‘The Hurt Locker’da şov yapan Jeremy Renner, filmin en iyisi. Rebecca Hall, FBI ajanı rolündeki Jon Hamm, “Gossip Girl” ile tanından Blake Lively ile usta aktör Pete Postlethwaite çok lezzetli anlar yaratmışlar perdede. Aksiyonun tam içinden görüntü alan kamera, an be an yükselen gerilimli tempoyu ve filmin duygusunu başarıyla geçiriyor izleyiciye. Yeniden başlamak, kader, aşk, suç, görev, geçmiş, arayış, bugün, dostluk, nefret ve yaşam kavgası… Hayata ilk düdükle birlikte yenik başlayan karakterlerin öyküsü, yüreğe çöken derin bir hüzünle yansımış perdeye. Kapkara bir suçun, çıkışsız bir batağın içinde doğup büyümüş sert adamların hikâyesi, bir şekilde kaderini değiştirmek için çırpınan bir anti kahramanınkiyle kesişiyor. Affleck, sinema tarihinde çok sevdiği yapımlara yaptığı göndermelerle örmüş filmini. Araba takip ve sokak çatışması sahneleri de gerçekten çok iyi çekilmiş. Karanlığın koynunda nefes alıp veren, yine de inadına umut yüklü suç öyküsü başarılı…
ZOR BABA 3
Gücünü gündelik dilden, özellikle ‘argo sözcüklerden’ alan komedinin üçüncü bölümü, ilk filmdeki gibi yine Greg ‘Focker’ ve kayınperderi Jack Brynes’ın çekişmeleri üzerine kurulu. Zıt kutupların soğuk savaşında Ben Stiller ve Robert De Niro’ya, önceki iki filmden tanıdık ünlü yıldızlar eşlik ediyorlar. İlk iki filmin yönetmeni Jay Roach, bu kez koltuğunu ‘American Pie’ı yaratan Paul Weitz’e bırakmış. Amerikan aile filmi geleneğini, durum komedisiyle besleyen yapım, aynı zamanda yapımcı kadrosunda yer alan De Niro’nun yüksek eforuyla izlenir olmayı başarıyor. Ben Stiller’ın iyi bir aktör olduğu gerçeğine, perdede son derece ‘sevimsiz’ gözükmesi meselesini eklemeyi unutmadan kapatalım konuyu. ‘İzle, gülümse ve unut’, bu film için en doğrusu zaten.
KARMAKARIŞIK
Walt Disney’in yeni serbest masal uyarlaması, özenle çalışılmış, miniklerin yanında yetişkinlere de seslenen çok hoş bir film. Hemen herkesin gayet iyi bildiği Grimm Kardeşler’in ‘Rapunzel’ adlı masalından uyarlanmış yapım, zenginleştirilmiş öyküsü, incelikli değinileri, teknik kalitesi, güzel müzikleri ve yaratıcı buluşlarıyla dikkat çekiyor. Üç boyutlu olarak izlenecek filmin Türkçe seslendirmesinin gayet iyi olduğunu not düşelim. Orijinali tartışmasız her zaman daha iyi tabii ama özenle gerçekleştirilmiş dublaj, gözle görünür bir ‘yabancılaştırma’ efekti yaratmıyor.
MURAT ERŞAHİN