23 ARALIK 2016
Beşi yerli, on filmlik kalabalık yeni vizyon, farklı beğenilere sesleniyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
ASSASSIN’S CREED
Fransız orijinli video oyun geliştiricisi ve yayımcısı Ubisoft şirketinin, piyasaya ilk kez 2007’de sürülmüş ve oldukça popüler hale gelmiş video oyunu ‘Assassin’s Creed’, aynı isimle yansımış beyazperdeye. Aksiyon-macera oyunu, fantastik soslu aynı türe ait bir film olarak, ‘Macbeth’ ile tanıdığımız Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel’e emanet edilmiş. Oyunun içeriğinden kopmadan, epik tatlar içeren, tarih ve politikadan beslenen senaryoda başrolü usta aktör Michael Fassbender üstleniyor. Marion Cotillard ve Jeremy Irons, kadronun diğer yıldızları. Brendan Gleeson ve Charlotte Rampling’i de unutmayalım tabii. 2016’da genetik hafızayı ortaya çıkaran yeni bir teknoloji ile on beşinci yüzyıl İspanya’sına atası Aguilar’ın deneyimlerine tanık olan Cal Lynch, gizem yüklü bir grup olan suikastçiler soyundan geldiğini keşfeder. Yüzyıllar arasında gidip gelen aksiyonu yüksek macera, karanlık bir bakış ve atmosfer içeriyor. Merkezi Londra’daki bulunan Masonluk benzeri organizasyonla mücadeleye giren suikastçilerin öyküsü, orijinal oyunun baş döndüren grafik ruhuyla yansımış perdeye. Aynı adlı popüler oyunu bilmeyen ve hiç video oyunu oynamamış benim gibi ‘yaşlı’ sinema yazarlarının, teknik işçilik ve yaratılan atmosfer bakımından ilgisini çeken yapım, yönetmen Justin Kurzel’in erkek kardeşi müzisyen Jed Kurzel’in orijinal film müziğine de çok şey borçlu. Avustralyalı müzik grubu Mess Hall’un gitarist ve solisti olan Jed Kurzel, beyazperde için yaptığı bestelerle de tanınıyor. Teknik ekipten üç ismi daha; görüntü yönetmeni Adam Arkapaw, kurguyu imzalayan Christopher Tellefsen ve yapım tasarımcısı Andy Nicholson’u da alkışlamak gerek. Oyun kuşağından olmayan başka türlü oluş ve hassasiyetlerden sorumlu bir kalem olarak, şunu söylemek önemli: Gişe başarısına bağlı olarak, yeni bir aksiyon serisine dönüşüp dönüşmemesi meselesinden çok, perdedeki filmin duruşu ilgiye değer fazlasıyla. (3 /5)
MEÇHUL KIZ
Dardenne biraderlerin, Cannes’de Altın Palmiye için yarışan son derece ‘duyarlı’ yeni filmleri, suçluluk duygusu ve vicdan meselesinin röntgeni. Aslında Dardenne’ler, röntgen değil, alışık olduğumuz üzere, detaylı bir ‘MR’ çekiyorlar yine. Jenny Davin, idealist bir doktordur. Hayatı, ettiği Hipokrat yemininin çerçevesinde geçen, kendini hastalara ve tıbba adamış genç kadın; mesleğini sınırlayan kurallar doğrultusunda bir klinikte çalışmakta ve muhitin alt-orta sınıf sakinlerine hizmet vermektedir. Yoğun geçen günün ardından, mesai saati bitiminde çalan kapıya bakmayan Dr. Jenny, ertesi gün kliniğe gelen polis sayesinde, gece kapısını çalanın, kaçak bir mülteci işçi olduğunu ve o gece öldüğünü öğrenir. Kapıyı açmadığı için, derin bir suçluluk hissi ve vicdan azabı duyan Jenny, hiç tanımadığı bu kadının ölümünü araştırmaya başlar. Dardenneler, ivmesini çırılçıplak gerçeklikten alan sinemalarına, yine bildik meselelerini, öykülerini yerleştirmişler. Bireyden, toplumun hemen her alanına uzanan katmanlı fakat son derece yalın ve gösterişsiz öykü, gücünü de bu noktadan alıyor zaten. Hayatın atardamarlarına karışan omuz kamerasının, belgesel gücündeki gerçekliği kavrayışı ve Avrupa’nın ortalık yerinde yaşanan trajediyi, izleyicinin vicdanına sorgulatması yine alkışı fazlasıyla hak ediyor. Fransız aktris Adèle Haenel’in gösterişsiz ama son derece güçlü performansına usta aktörler Jérémie Renier ve Olivier Gourmet aynı titizlik ve nüansla eşlik ediyorlar. Dardenne kardeşler iyi ki varlar ve iyi ki halen ‘aynı’ öyküleri anlatıyorlar diye geçiriyorsunuz içinizden, salonu; yüreğinize oturan tarifsiz bir hüzünle terk ederken. Yaşadığımız yerde asla suçluluk hissetmeyen yeni yetme ukala ve vicdansız küstahların, düşüncesiz ve ‘şımarık’ varoluşları canınızı sıkıyorsa üstelik, izlenmemesi düşünülemez bile! Sezonun en iyilerinden olan ‘Meçhul Kız’ı kesinlikle kaçırmayın! Vicdanınızı kontrol etmek için karşınıza çıkan ender fırsatlardan biri zira. (4,5 / 5)
FLORENCE
Efsanevi bir opera şarkıcısı olmak isteyen New York’lu zengin kadın Florence Foster Jenkins’in gerçek hikayesi. Usta yönetmen Stephen Frears imzalı filmde, ‘Florence’i, ustaların ustalarından Meryl Streep, alışageldik mükemmellikte canlandırmış. Altın Küre’de Müzikal-Komedi dalında en iyi film dahil dört dalda Altın Küre adayı olan trajikomik biyografide, Hugh Grant, Simon Helberg ve Nina Arianda, diğer önemli rolleri üstleniyorlar. Özellikle Altın Küre’de adaylıkları olan Hugh Grant ve Simon Helberg, son derece nüanslı performanslarıyla, Streep’e adeta başarıyla kafa tutuyorlar! Sesi çok kötü olmasına rağmen, şarkı söylemeyi ve konserler vermeyi sürdüren Florence’in bu tuhaf cüreti, kadın için neredeyse ‘parçalanan’ eşi ve çevresindekiler tarafından tolere edilmeye çalışılmakta ama aşılan sınır, hemen her şeyi işin içinden çıkılmaz bir hale koymaktadır. Dünyanın en kötü şarkıcısının, son derece iyi niyetli bir insan olarak portresi, fonda yer alan savaş ortamı ve insan acımasızlığının ruh haritası ile öykülenmiş. Sesinin kötülüğüne ve olanca yeteneksizliğine rağmen, yüreğindeki heyecan ve tutkuyla şarkılar söyleyen kadının hazin hayat öyküsü, kuşkusuz bu özel karakterin yaşadığı dönemin kırılma noktalarıyla birleşince, daha başka, daha ciddi, daha derin bir meselelere yöneltiyor izleyiciyi. Oscar’a muhtemel aday olacak müthiş oyuncu performansları, üst düzey sanat yönetimi ile birleşince, keyifle izlenen bir film çıkmış ortaya. Gülümserken, hatta usulca gülerken elde değil kapkara bir elem kaplıyor yüreği. Yaşam, büyük harfli iddialar ve acımasız, sert yargılar için fazla kısa çünkü. (3,5 / 5)
GİZLİ GÜZELLİK
New Yorklu başarılı reklamcının hayatı, yaşadığı büyük trajedinin ardından alt üst olur. İş arkadaşları, onu kendine getirmek için alışılmadık, tuhaf bir yola başvururlar. Will Smith, Edward Norton, Kate Winslet, Helen Mirren, Keira Knightley ve Michael Peña’nın oluşturduğu değerli oyuncu kadrosunu, ‘The Devil Wears Prada / Şeytan Marka Giyer’, ‘Marley & Me / Marley ve Ben’, ‘Hope Springs / Aşk Yeniden’ adlı sevimli ama orta karar filmlerin yönetmeni David Frankel yönetmiş. Duygu yüklü dram, yaklaşan Noel öncesi, barındırdığı her türlü acıya rağmen, yaşamın halen bir değer taşıdığının altını çiziyor.
Zaman zaman ağlatan, elem yüklü öykü, en kara anlarda bile yaşamın içine sokulmuş gizli güzelliğin peşinde olmamız gerektiği tavsiye ederken, kağıt mendilleri işlevsel hale sokuyor salonda. Yeri doldurulamaz bir kaybın ardından, kainata sorular soran karakterin, aşka, ölüme ve zamana yazdığı mektupların cevabını, çevresindeki insanlarla birlikte alacağı öykü, beklentileri yükseltmeden; ilgiyle izletiyor kendini pekala! (3 / 5)
Kanada yapımı sevimli animasyon ‘Snowtime! / Kartopu Savaşları’ ile yerli yapımlar; Tayfur Aydın’ın yazıp yönettiği ve başrolü Şebnem Hassanisoughi’nin üstlendiği ‘Siyah Karga’, Murat Boz, İrem Sak ve Yasemin Allen’ın rol aldıkları romantik komedi ‘Dönerse Senindir’, Kenan Kavut’un yazıp yönettiği dram ‘Kaçış’ ile ‘Hasret Bitti’ ve ‘Değiştir Bakalım’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese. MURAT ERŞAHİN