22 TEMMUZ 2022
Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Pickpocket / Yankesici
(Yönetmen: Robert Bresson / 1959)
Viskningar och rop / Çığlıklar ve Fısıltılar
(Yönetmen: Ingmar Bergman / 1972)
Il vangelo secondo Matteo / Aziz Matyas’a Göre İncil
(Yönetmen: Pier Paolo Pasolini / 1964)
Offret / Kurban
(Yönetmen: Andrei Tarkovsky / 1986)
September / Eylül
(Yönetmen: Woody Allen / 1987)
Vizyonda bu hafta (22 Temmuz 2022)
Dördü yerli yapım olmak üzere toplam altı yeni film ağırlıyor yeni hafta!
Sophia Banks imzalı gerilimli aksiyon ‘Black Site / Çıkış Yok’, haftanın notlarımız arasında yer alan tek yeni filmi!
ÇIKIŞ YOK
-Düşman içerde-
Aksiyonu yüksek gerilim öyküsünü, ilginç kısa metraj kurmacalarıyla isim yapmış ve bu projeyle ilk uzun metraj sinema filmini imzalayan Sophia Banks yönetmiş. Usta aktris Michelle Monaghan’ın yanı sıra Jai Courtney ve Jason Clarke, dikkat çekici oyuncu kadrosunda başı çeken isimler.
Hemen her yerde aranan çok tehlikeli uluslararası bir terörist, üst düzey terör suçlularının bulunduğu labirenti andıran gizli bir CIA üssüne getirilir. Bulunduğu sorgu hücresinden kaçarak üssün kontrolünü ele geçiren ve ‘Hatchet’ adıyla bilinen azılı suçlu ile mücadele etmek, eşini ve çocuğunu bir terör saldırısında kaybetmiş olan ajan Abby Trent’e düşecektir. Gizli üsteki yetkililer, içine düştükleri kedi-fare oyununda hayatta kalmak için amansız bir uğraş vereceklerdir.
Uluslararası terörizm, aktörleri ve kurbanlar üzerinden ‘ilginç’ ve aksiyonu yüksek bir hikâye olsa da perdede duran, bir yerde tıkanıp, tür benzerlerine dönüşmekten kurtulamıyor. Politik söylem içeren cesur öyküsüyle 70’li yılların muhalif ABD yapımlarına özense de, sarkmalar eşliğinde bir güç kaybı yaşıyor film. İyi niyetli fakat keçiboynuzu tadında bir gidişata teslim olmadan önce beliren ümit, ilerleyen dakikalarda ‘şüphe’yi yerle bir edip, acele bir ‘oldu-bitti’ye bırakıyor kendini. ‘İzle-unut’ tarzı yaz seyirliklerinden biri daha! (2,5 / 5)
Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Jorgen Kluiben ve Cindy Robinson’un birlikte yazıp yönettikleri fantastik animasyon ‘The Academy of Magic / Sihirbazlar Akademisi’, özel sihirli yeteneklere sahip olan Aura’nın öyküsü. Gizemli özel güçleri olan çocuklara yönelik sihirbazlar akademisine götürülen Aura, burada kendisi gibi özel yeteneklere sahip olan arkadaşları ile tanışır. Okul ile ilgili karanlık bir sırrı keşfettiğinde, kendisini heyecanlı bir maceranın içinde bulan Aura, arkadaşlarını koruyup gerçeğe ulaşmak için çetin bir mücadeleye girecektir.
Senaryosunu Mustafa Fırat’ın kaleme aldığı, Fatih Hasanoğlu’nun yönettiği ve başrolü üstlendiği gerilimli macera ‘Kehanet Ayasofya’, bir gece eş zamanlı olarak evlerine gizemli bir kutunun bırakılmasıyla bu olayın ardındaki sır perdesini aralamaya çalışan Fatih ve Muhammed’in hikâyesi.
Mert Can Kesim’in yönettiği korku-gerilim ‘Tanah’, yaşadığı ayrılıktan derinden etkilenen Ebru’nun şehri terk edip üniversiteden arkadaşı Leyla’nın vasıtasıyla küçük bir sahil kasabasına yerleştikten sonra yaşadıklarına odaklanıyor. Ömercan Yemişçioğlu, Asi Güner, Almina Kahraman, Rüya Hepşen ve Halil İbrahim Sayar, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
İlker Tunçay’ın yazıp yönettiği korku türündeki, ‘Zehşin Cin-i Musallat’, uzun yıllar önce ayrıldığı köyüne, babasının ölümü sonrası geri dönen Esra’nın öyküsü. Engin Kahya, Gökçen Derbeder, Berk Güldoğan ve Gürkan Erduvan, filmin oyuncuları.
‘Öksüz Kız: Bir Türk Masalı’, yerli bir animasyon örneği! Ekrem Bektaş’ın yazdığı, Ali Osman Emirosmanoğlu’nun yönettiği animasyon, dünyanın birçok yöresinde anlatılagelen ‘Külkedisi’ hikâyesini yeniden yorumluyor.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On bir, altı ve beş yıl önceye, 2011, 2016 ve 2017 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (22 Temmuz 2011)
ÖLÜMÜNE KAÇIŞ
Politik dram, hüzünle anımsatıyor, yaşanacak yer olmaktan çıktığını dünyamızın. Polonyalı usta Jerzy Skolimowski’nin yeni filmi, başrol oyuncusu Vincent Gallo’ya Venedik’te ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü kazandırmıştı. Çölde ABD askerleri tarafından yakalanıp, sorgulanmak üzere Avrupa’ya, gizli bir üsse götürülen; bir tesadüf eseri kaçarak, kendini adını bile bilmediği, karla kaplı bir ormanda bulan bir adamın öyküsü. Koca bir ordu tarafından amansızca takip edilen adam, hayatta kalmak için hemen her şeyi yapmaya mecbur kalacaktır. Av ve avcı arasındaki ilkel mücadeleden, ‘ötekine’ karşı kurulan empatinin sınırlarına dek birçok meseleye değinen yapım, izleyiciyi bir ölüm-kalım yolculuğunun tam ortasına yerleştirip, netameli ve bembeyaz bir sessizlik içindeki çaresiz kaçışı izletiyor. Dünya düzeninde tamamen yalnız bırakılmış insanın çırpınışını. (2,5 / 5)
ÜÇ
Tom Tykwer’ın yeni filmi, sezonun heyecan verici sürprizlerinden biri. Edip Cansever dizeleri gibi oluşlar: ‘Sevda bir ateş buldu sende, eğilip öptü seni. Artık kimse denizi bilmiyor. Dirseklerini masaya koyuşundan belli. Gelip geçen bir günü bitirmek istemediğin. Sevda bir umut buldu sende…’ Hanna ve Simon… Yirmi yıldır birlikte olan bir çift. Modern, olgun, kültürlü insanlar. Çocukları yok. İç sesleri, Berlin’in kozmopolit sesine karışıyor. Evi terk edip, geri dönmeler, çocuk sahibi olma isteği, düşükler, geçen yıllar, varoluş kaygıları, soru işaretleri, hastalıklar, tümör, aile, ölüm ve hayat… Derken, bütün iç sesler kesiliyor. Birbirlerinden habersiz aynı erkeğe aşık oluyorlar; Adam’a. Adam’ın ‘o özel ten kokusu’ ilahi biçimde soru işaretlerini cevaplara dönüştürüyor. Her şey belirginleşiyor. Usta Alman’ın, Berlin’e önemli bir rol verdiği yeni filmi, üçlü bir aşk eşliğinde, varoluşa, hiçliğe, cinselliğe, anlam arayışa ve bilimin ışığında asıl olan ‘sevgiye’ değiniyor. Stanley Kubrick’in çoğu imgenin ‘abc’si sayılan ‘2001 A Space Odyssey’ye müziğinden yola çıkarak göndermeler yapan romantik dramı, planları, biçimi, atmosferi ve Sophie Rois’un başı çektiği oyunculuklarıyla cesur ve özel bir yapıt olarak kazınıyor belleğe. (4 / 5)
Vizyonda bu hafta (22 Temmuz 2016)
Yeni haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı altı. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
HATIRLA
Atom Egoyan’ın Venedik’te ‘Altın Aslan’ için yarışan filmi, prestijli festivalden ‘Vittorio Veneto Genç Jüri Ödülü’ ile dönmüştü. Gerilimi yüksek dram, hafızası ile sorunlar yaşayan yaşlı Zev’in, Auschwitz’de katledilen ailesinin intikamını almak üzere, yetmiş yıl sonrasında çıktığı intikam yolculuğunu yansıtıyor perdeye. Eşini yakın zamanda kaybeden Zev, bakımevinden arkadaşı Max’in yönlendirici ve her okuyuşta; kendisine intikam almasının nedenlerini anımsatan mektubuyla birlikte, ailesinin katilini aramak üzere yollara düşer. Nazi katil, kendisine tahsis edilen yeni kimlikle; Rudy Kurlander adıyla ABD’de yaşamaktadır. Zev’in çıktığı karanlık ve pek çok bilinmeze sahip yolculuk, birçok insanın hayatını derinden sarsacak, şaşırtıcı sürprizlere gebedir. Ülkemizde izleyiciyle ilk kez 35. İstanbul Film Festivali kapsamında buluşan rafine yapımda başrolü, usta aktör Christopher Plummer üstleniyor. 2010 tarihli ‘Beginners’ ile ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu’ dalında Oscar kazanan 1929 doğumlu tecrübeli oyuncu, en fazla Robert Wise’ın 1959 yapımı klasiği ‘The Sound of Music / Neşeli Günler’deki performansıyla akıllara kazınmıştır. Bir başka ünlü aktör Martin Landau ile birlikte; ‘özel ustalar’ Bruno Ganz ve Jürgen Prochnow’un da rol aldığı sürükleyici yapım, tempolu öyküsüyle, şaşırtıcı ve ters köşe finale hazırlıyor izleyicisini. Yaman sinemacı Atom Egoyan, sadece başkarakterine değil, tarih karşısında hafızasını kaybetmeyi seçen hemen herkese sesleniyor: Hatırla! Gerçekleştirilmiş insanlık suçlarıyla yüzleşmek ve onlarla hesaplaşmak için gerekli olan tek şey ‘hatırlamak’ belki de. Plummer’ın ‘gerçekten’ hafızadan çıkması zor performansı, iyi yazılmış ve yönetilmiş gerilimli dramı, unutulması zor bir yere yerleştiriyor kuşkusuz! (4 / 5)
Ewan McGregor’un başrolü üstlendiği İngiltere-Fransa ortak yapımı gerilim ‘Our Kind of Traitor / Hain’, bir seriye dönüşmüş Fransız komedisinin ikinci bölümü olan ‘Les Profs 2 / Amman Hocam 2’, Teresa Palmer ve Maria Bello’lu korku filmi ‘Lights Out / Işıklar Sönünce’, Japonya’dan çıkagelen animasyon ‘Doraemon: Nobita and the Birth of Japon / Doraemon: Taş Devri Macerası’ ile korku-gerilim türündeki haftanın tek yerli yapımı ‘Kanlı Girdap’, notlarımızda yer almayan diğer yeniler. Tekrar iyi seyirler herkese!
Vizyonda bu hafta (21 Temmuz 2017)
Üçü yerli, toplam on yeni filmin merhaba dediği yeni vizyon, farklı beğenilere sesleniyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.
BRIMSTONE
-Sapkın bir dünyada kadın olmak ve yeni dünyanın sakıncalı kurucuları-
Festivallerin tanıdık ismi, yaman Hollandalı yönetmen Martin Koolhoven’in yazıp yönettiği yapım, politik bir dram öncelikle! Gizem yüklü, gerilimli bir western olarak da bakılabilir, çok uluslu yapıma. Hollanda, Fransa, İngiltere, Almanya, ABD, Belçika ve İsveç ortak yapımının tamamı, Avrupa kıtasında çekilmiş.
Eşi ve çocuklarıyla huzurlu bir hayat süren Liz, kasabaya gelen din adamıyla birlikte, acı dolu geçmişinin kâbuslarıyla yüzleşir. Hayal bile edilemeyecek, gözü dönmüş bir kötülük, Liz’in kapısını çalmıştır. Guy Pearce ve Dakota Fanning’in başrolleri üstlendikleri karanlık film, ABD’nin üzerine kurulduğu kavram ve değerlere uçan tekmeyle saldırırken, yeni dünyanın kurucu atalarının savunup, benimsedikleri temel değerleri de hunharca eleştirmekten geri kalmıyor. Bütün bu durum ve meselenin ötesinde, sapkın ve vahşi bir dünyada kadın olmak üzerine ciddi bir hikaye içeriyor orijinal adıyla ‘Brimstone’.
Kadınlığın gücü, dirayeti ve değişmez kaderi hakkında daha önce perdeye sıklıkla yansımayan cesarette ve gerçeklikte satırbaşları da yapıyor Koolhoven imzalı yapım. Venedik Film Festivali’nde ‘Altın Aslan’ için yarışmış politik öykü, zaman ve mekana bağlı kalmaksızın, kadın olma durumu üzerinden, erkek egemen toplumsal düzenin sapkın, gözü dönmüş ve vahşi fotoğrafını çekmeyi ihmal etmiyor. Amerika’nın kurucu atalarını ve kurulduğu değerleri, soğukkanlı biçimde mercek altına alırken, Hristiyan ahlak ve öğretinin toplumsal görüş ve kabullenişine dair de ağır bir eleştiri getiriyor, son derece titiz yazılmış ve yönetilmiş film. Hollandalı usta aktris Carice van Houten, Kit Harington, Paul Anderson, William Houston ve gencecik yaşından beklenmedik bir olgunlukla oynayan belki de filmin en başarılı ismi Emilia Jones, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimlerini oluşturuyorlar.
Rogier Stoffers imzalı yetkin görüntü yönetimi ile artı değer kazanan yapım, başarılı atmosferiyle kalıcı bir filme dönüşüyor. Her bünyeye göre olmayan sert ve tavizsiz yapım, dünyayı doldurmuş kadın düşmanlığı özelinde de önem arz ediyor kuşkusuz. ABD’nin üzerine kurulduğu ‘ana’ değerlere yaklaşımı bakımından, akla; Paul Thomas Anderson’un 2007 tarihli başyapıtı ‘There Will Be Blood / Kan Dökülecek’ filmini getiren ‘Brimstone’, es geçilmemesi gereken ciddi, oturaklı, izleyicisini birçok disiplin ve mevzuya yönlendirecek içi dolu bir yapım. (3,5 / 5)
ZOMBİ EKSPRESİ
-Raylarda can pazarı ve insan halleri-
Oldukça ses getirmiş ve gişede yüz güldürmüş Güney Kore yapımı, bildik zombi hikayelerine, insan hallerini ve unutulmaya yüz tutmuş insani değerleri eklemeyi ihmal etmeden, son derece sürükleyici bir korku-aksiyon sunuyor izleyiciye.
Küçük kızını Seul’den Busan’a; eski eşinin yanına götürmek üzere trene binen iş adamı, zombi istilasıyla karşılaşır. Trendeki bir grup insan, zombiye dönüşmemek için kurulan can pazarında, müthiş bir mücadele vereceklerdir. Sıra dışı bir virüsten etkilenen insanlar, zombiye dönüşüp, bütün ülkeyi tehdit ederlerken, raylarda hızla ilerleyen bir trende canlarını kurtarmak için mücadele eden bir grup insanın öyküsü, heyecanlı anlar vaat ediyor.
Yeon Sang-ho imzalı tür kırması, oldukça da duygusal! Kızını ihmal eden ve bütün değerlerini serbest piyasada bozdurmuş yozlaşmış iş adamı dahil, iyi, kötü, fedakar, zengin, yoksul, genç, yaşlı, bir grup farklı insanın hayatları ve birbirleri için verdikleri mücadele duygusal anlar içeriyor. Yüksek doz aksiyon ve gerilim, içi dolu bir dramla birleşmiş özetle. Anti kapitalist değiniler, doğayı yok eden hırslı insan, insani değerlerini yitirmiş olanlar buna karşılık, hayatın anlamının fedakarlık ve özveri olduğunu bilenler, son hız aksiyona, incecik bir duyarlılık ve gözyaşı ekliyorlar. Beyazperde ve TV ekranlarında; zombilerden geçilmeyen son yıllarda ‘insan’ olmanın ‘farkını’ vurgulayan ‘başka’ bir zombi filmi karşımızdaki. Gözyaşının yanında; adrenalin ve eğlence garanti! (3 / 5)
DÜNYADA BİR GECE
-Beş taksi, beş şehir, bir gece-
Her daim ‘iyi ki var’ dediğimiz Jim Jarmusch ustanın 1991 tarihli filmi, yaman devin beşinci uzun metrajı aynı zamanda. Fikri ve vicdanı hür, ‘bağımsız’ların babalarından Jarmusch, Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helsinki’de taksilerde geçen beş hikaye anlatıyor. Tom Waits imzalı ‘özel’ müzik eşliğinde, insan ve varoluş durumları üzerine düşündürüyor bizi yine usta sinemacı.
Melekler şehri Los Angeles’da, oyunculuk kariyerini, ‘birinin de taksi şoförü olması gerek’ diyerek reddeden kadın sürücünün öyküsünü izliyoruz. New York’ta geçen ikinci bölüm, göçmen bir sürücünün yabancı bir şehir ve kültürün içinde kaybolmasının hikayesi. Üçüncü şehrimiz Paris. Bu kez görme özürlü bir kadın, Afrikalı bir şoförle; körlük ve yaşam üzerine derin bir sohbete giriyor. Roma’da geçen dördüncü hikaye, geveze bir şoförün ölümle sohbeti üzerine. Beşinci ve son öykü, kuzeyin kendine has şehirlerinden birinde, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de geçiyor. Karla kaplı Helsinki sokaklarında, sanayi işçileri, emekçiler yani; umutsuzluk, aşkın adaletsizliği ve yaşamla ölümün iç içe geçmişliği üzerine hasbıhal ediyorlar.
Bütün bölümlerin birer küçük başyapıt olduğu ama ‘Helsinki’ öyküsünün ayrı bir parladığı enfes yapımda; Gena Rowlands, Winona Ryder, Roberto Benigni, Armin Mueller-Stahl, Giancarlo Esposito, Rosie Perez, Béatrice Dalle gibi önemli isimler, Jarmusch’un ‘incelikli’ anlatısına omuz veriyorlar. Artık ezber ettiğimiz Jarmusch diyaloglarının, sıklıkla oluşturulamayan bir atmosferde geçit yaptığı sıcacık film, yürek ısıtırken düğer yandan da ince bir hüzünle dolduruyor yüreği. Yalnızlık, adaletsizlik, çaresizlik, ümit, sosyokültürel farklılıklar, hayatın anlamı, ölüm ve yaşamın birlikteliği, insan denen tuhaf varlık ve varoluş üzerine içi dolu tespitler. Yıllar öncesinden çıkagelen sürpriz, Jarmusch mucizesiyle tanışmamış ‘meraklı’ genç izleyici için özellikle bir mecburiyet. Yeniden izlemekse, unutulmamış müthiş bir lezzeti damakta tekrar hissetmek gibi. (4,5 / 5)
Yılın belki de en fazla merakla beklenen filmlerinden olan Christopher Nolan imzalı tarihi savaş dramı ‘Dunkirk’, Amerikalı bir çiftin Tayland seyahatlerinde yaşadıkları ürkütücü olayları izleyeceğimiz ‘Ghost House / Ruhlar Evi’ adlı korku, Guillaume Canet’in yönettiği ve kendini oynadığı muzip komedi ‘Rock’n Roll’, ikinci kez vizyon gören Rus animasyonu ‘Masha i Medved / Maşa ile Koca Ayı’ ile birlikte üç yerli yapım; komedi türündeki ‘Kiki ile Miki Alatura’ ve iki korku-gerilim örneği, ‘Bezm-i Ezel’ ile ‘Saklambaç: Ölüm Oyunu’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese.
MURAT ERŞAHİN