22 KASIM 2013
Üç filmlik yeni haftanın notlarımız arasında bulunmayan tek filmi, ‘Ayas’ adlı yerli animasyon. Merakla beklenen fenomen ‘Açlık Oyunları’nın ikinci halkası ‘Ateşi Yakalamak’ ve sahneden perdeye aktarılan popüler oyun ‘Erkek Tarafı Testosteron’, haftanın ilgiye aday filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılmayı ihmal etmeyin sakın! Herkese iyi seyirler.
AÇLIK OYUNLARI 2: ATEŞİ YAKALAMAK
İsyana hazırlık!
Son dönemde iyiden iyiye popüler hale gelen gençlik edebiyatının sivrilmiş örneklerinden ‘Açlık Oyunları’ vahşi bir can pazarında hayatta kalmaya çalışan dirayetli bir genç kızı taşıyordu ana karaktere. Kapkara bir gelecek tablosu yaratan üç bölümlük popüler kitabın, beyazperdeye yansıyan ilk bölümünü, ‘Pleasentville / Yaşamın Renkleri’ ve ‘Seabiscuit / Zafer Yolu’ filmlerinden tanıdığımız Gary Ross yönetmişti. Suzanne Collins’in ziyadesiyle gençlere seslenen ve çok satan distopik roman serisinin ilki olan 2012 tarihli ‘Açlık Oyunları / Hunger Games’, savaş ve felaketler sonrası tamamen değişen bir dünyada; Kuzey Amerika’dan arda kalan şekliyle Panem adında bir ülkede geçiyordu. On iki bölge ve bir başkentten oluşan ülkede, her yıl düzenlenen vahşi bir yarışma vardı. Kuralları, sesi başkentten yükselen despot rejim tarafından koyulan ve uzun yıllardır süregelen geleneksel ve kanlı bir yarışmaydı bu. On iki bölgeden seçilen, yaşları 12-18 arasındaki genç kız ve genç erkeklerden oluşan yarışmacılar, son kişi ayakta kalana dek kanlı bir oyun oynuyorlardı. Televizyondan canlı olarak yayımlanan vahşi yarışmanın kuralları, duruma göre değiştirilebiliyordu Yarışmanın sonunda hayatta kalan tek kişi oluyordu. Kaybetmek, hayata veda etmek anlamındaydı. Sıkıntısız ve garantili bir hayata adım atmak demekti, kazanmak. Yoksulluk, baskı, korku ve belirsizlik içinde yaşayan halk içinse değişen bir şey yoktu tabii. Kahramanımız Katniss Everdeen adındaki genç kız, belki de en yoksul ve çaresiz bölge olan 12. Bölgeyi, arkadaşı Peeta Mellark ile birlikte temsil ediyordu. Güçlü karakteri ve dayanma azmine güvenen Katniss, bütün zorluklara rağmen ayakta kalmaya çalışan son insan olmanın mücadelesini verirken, dışardaki dünyanın kurallarının, yarışmadan çok farklı olmadığını da, en başından beri biliyordu zaten. Distopik ve politik tonuyla, gençlere; savaş, baskı, totaliter rejimler; duygular, azim ve erdem başta olmak üzere; insan doğası hakkında hemen her şeyi ihsas ettirmeye çalışan kitap ve film; şiddet dozu konusunda soru işareti yaratıyordu. Anlatmak ve altını çizmek istediği şeyi başaran ama bunu yaparken, yine eleştirdiği şiddet ve dehşete başvuran eser, tartışmaya ve her türlü yoruma açıktı. Biçimi, işçiliği, anlatımı kötü değildi perdedeki filmin. Aksiyon tarafı ihmal edilmeyen dramatik bilimkurgunun başrolünü, 2010 tarihli ‘Winter’s Bone / Gerçeğin Parçaları’ ile gönüllere taht kurup, henüz yirmi yaşındayken ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında Oscar adayı olan çok yetenekli ve güzel aktris Jennifer Lawrence üstlenirken, Josh Hutcherson, Stanley Tucci, Donald Sutherland, Woody Harrelson, Elizabeth Banks, Wes Bentley ve Liam Hemsworth, kadronun öne çıkan diğer isimleri oluyorlardı. 2000 tarihli Japon filmi ‘Battle Royale / Ölüm Oyunu’ başta olmak üzere, 1987 yapımı ‘The Running Man / Koşan Adam’ ve 1975 tarihli ‘Rollerball / Ölüm Pateni’ filmlerini akla düşüren eser, dolayısıyla film, şiddete sırtını yaslaması ve son zamanlarda hemen hemen bütün gençlik romanlarında uygulanan formülleri kullanmasıyla; orta yaşa gelmiş; hatta geride bırakmış, biz; edebiyat çocuğu kuşağını da kara kara düşündürüyordu. Ve bir yıllık aradan sonra, şimdi ikinci kitabın beyazperde uyarlaması karşımızda. ‘Ateşi Yakalamak’ adlı ikinci bölümü, ‘I Am Legend / Ben Efsaneyim’ filminden anımsayacağınız Francis Lawrence yönetmiş. Kahramanımız Katniss, baskıcı hükümet ile çetin bir mücadeleye giriyor bir kez daha! Bu kez, daha vahşi bir yarışmada buluyor kendini ama finalde, aklının ucundan bile geçmeyen bir tarafı acı ve karanlık, diğer tarafı umut dolu müthiş bir sürpriz bekliyor onu. Yeni karakterler de ekleniyor ikinci filmde maceraya. Usta aktör Philip Seymour Hoffman’ın canlandırdığı ‘Plutarch Heavensbee’ bunlardan biri. İkinci bölüm, ilkine göre çok daha iyi bir sinema içeriyor kanımca. Tonu daha ciddi ve öykü daha sürükleyici sanki. Bir de devrim ateşi yanıyor finalde. Yayılan isyanın boyutlarını ve kahramanlarımızın kaderini ise, haliyle üçüncü filmde öğreneceğiz. Teknik işçilik, yani genel yapım tasarımı; aynı ilk film gibi, yine üst düzeyde. Fantastik tatlar içeren adrenalin katkılı maceranın yeni bölümünün, ilkinden daha iyi olduğunu söylemek önemli. Sözün özü; öykü ve meseleye karnınız tokken bile, açlık hissi veriyor film! (3,5 / 5)
ERKEK TARAFI – TESTOSTERON
Sahnede tamam ama perdede durum farklı!
Felaketle sonuçlanan bir düğün sonrası, damat, babası, arkadaşı, kardeşi dahil yedi erkek, kendilerini bir barda bulurlar. Farklı sosyokültürel yapılardan ve sınıflardan yedi erkeğin, kadına ve kendi durumlarına bakışı. Erkeklik halleri ve erkek cinsini türlü zavallılıklara sokan testosteron hormonu! Polonyalı yazar Andrzej Saramonowicz’in yazdığı ve ülkemizde Oyun Atölye’sinde sahneye konulduğu 2008’den itibaren beş yıl kapalı gişe oynanan popüler sahne oyunundan, beyazperdeye uyarlanan komedi, kadın yönetmen İlksen Başarır imzasını taşıyor. ‘Başka Dilde Aşk’ ve ‘Atlıkarınca’nın ardından üçüncü uzun metrajında, bir kadın olarak ‘erkek dünyasının mahremlerine’ sokulan ve erkekler üzerine ciddi tespitler yapan metni yöneten Başarır, filmin senaryosunu yazarken, tiyatro oyununun yönetmeni Kemal Aydoğan ve ortağı/oyuncusu Mert Fırat’tan destek almış. Popüler oyunu sahnede sergileyen oyuncuların neredeyse tamamı, beyazperdeye taşımışlar rollerini. Mert Fırat, Emre Karayel, Timur Acar, Onur Ünsal, Metin Coşkun ve Tuna Kırlı’nın oluşturduğu kadroya eklenen tek yeni isim, Cihan Ercan olmuş. Sahnedeki başarının, perdedeki duruşu ise pek iç açıcı değil. Akıcı metni ve oyuncuların performanslarıyla izletiyor bir şekilde kendini film ama teatral dramaturji ile yedinci sanatın dinamikleri arasındaki ciddi farklar yüzünden, başarılı bir uyarlama değil izlediğimiz. İki saatlik süresiyle, bazı anlar sıkıcı hale geliyor, özünde kara komedi içeren yapım. Tiyatrodan perdeye uyarlama yapmanın, sanıldığı kadar kolay olmadığı bir defa daha çıkıyor ortaya. Orijinal eserin yazarı Saramonowicz’in ülkesi Polonya’da, Tomasz Konecki ile birlikte yönettikleri 2007 tarihli aynı adlı uyarlamayı da izlemek gerek fırsat bulunursa. Eksilerine rağmen, kafayı sinemasal sorunlara takmayan TV izleyicisi, popüler oyunu izlemek isteyip de kaçıranlar ve testosteron konusunda bilgi sahibi olmak isteyenler için, seyirlik yine de film. (2 / 5) MURAT ERŞAHİN