22 ARALIK 2022
Aralık 22… Önümüzdeki hafta koca yıl ve 2023’ün sinema sezonu sona eriyor.
Kış sürüyor… Bu hafta, beyazperdede kış filmlerine bakalım dedim…
İşte kış mevsiminde geçen bazı önemli filmler: Fargo, Doktor Jivago, The Shining, Conte d’hiver, The Revenant, Winter’s Bone, Carol, Force Majeure, Home Alone, Frozen, The Day After Tomorrow, Snowpiercer, Ice Age, The Chronicles of Narnia, Snow Cake, 30 Days of Night, Vertical Limit, The Gold Rush, The Thing, Frozen River, The Grey, Eight Below, Edward Scissorhands, Nordwand, Misery, Stalingrad, Alive, The Hateful Eight, I’m Thinking of Ending Things, The Holiday, Dreamcatcher, Ice Storm, Dead Snow, Transsiberian, Avalanche… Türkiye sinemasından da bazı örnekler ekleyelim: Kosmos (Reha Erdem), 120 (Murat Saraçoğlu-Özhan Eren), Yol (Yılmaz Güney-Şerif Gören), Uzak (Nuri Bilge Ceylan), Kış Uykusu (Nuri Bilge Ceylan), Eve Dönüş: Sarıkamış (Alphan Eşeli), İnat Öyküleri (Reis Çelik), Hakkari’de Bir Mevsim (Erden Kıral), Kar Beyaz (Selim Güneş), Soğuk (Uğur Yücel)
Geçtiğimiz günlerde sinema sanatının son büyük yaratıcılarından Gürcü usta Otar Iosseliani’yi yitirdik… 1934 doğumlu usta sinemacıyı, 2010 yılında ilki düzenlenen Malatya Uluslararası Film Festivali’nde şahsen tanımıştım. Festivalin konukları arasındaydı ve son filminin gösteriminin ardından muazzam bir basın toplantısı düzenlemişti… Festival dönüşü kaleme aldığım yazıdan Iosseliani ile ilgili bölümü sizlerle yeniden paylaşmak istedim… Rahat uyu Otar baba! Daima hatırlanacaksın!
(Aşağıdaki paragraf 2010 Yılının Aralık ayı içinde kaleme alınmıştır)
‘Festivalin en önemli konuğuydu kuşkusuz Gürcü yönetmen Otar Iosseliani. 1934 doğumlu usta sinemacı, yarattığı şiirsel ve soyut komedilerle özel bir isimdi hep benim için. Kusursuz bir görsel üsluba sahip, fazla diyalogu boş veren, alaycı filmlerdi onunkiler. Aynı zamanda umutlu ve insancıl bir karamsarlık içerirlerdi. Günlük yaşamın saçma, acımasız ayrıntılarına nostaljik değinilerle yaklaşırlardı. İnsan sıcağı yeni filmiyle Malatya’daydı Iosseliani. Bu yıl Cannes’de bütün meslek yaşamı için Jean Vigo özel ödülü kazanan ustanın ‘Chantrapas / İşe Yaramaz’ adlı yeni filmini izledik. Otobiyografik tatlar taşıyan, usta işi ama Malatya’daki salonu dolduran birçok izleyici için zor bir filmdi ‘İşe Yaramaz’. Koca salonun katılımıyla başlayan film sona erdiğinde bir avuç sinemaseverle birlikte terk ettik salonu. Filmden önce kendisine sunulan ‘Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alırken şu önemli cümleyi eklemeyi unutmadı kısa konuşmasına usta Gürcü. ‘Dedem ve babam, 100 yaşını geçtiler’ dedi. ‘Ben de o kadar yaşamayı düşünüyorum, o yüzden bu ödül için daha erken.’ Ertesi sabah basın toplantısı düzenledi Iosseliani. Enfes bir tercümeyle gerçekleşen – bunu belirtmek ve gerçekten tercümanı tebrik etmek gerek – toplantıda yine çok önemli şeyler söyledi Otar baba. ‘Öncelikle’ diye başladı konuşmasına, ‘Nazım Hikmet’ten söz etmem gerek. Orson Welles’den, Fritz Lang’den, Charlie Chaplin’den, René Clair’den. Tarkovsky, SSCB’den Avrupa’ya göç etti ama yüreği kanıyordu.’ Tamamen otobiyografik öğeler içerdiği sorulan son filmine dair bunları söyleyerek açtı toplantıyı. Sonra başının sürekli derde girdiği sansürden söz etti. İdeolojik sansüre değindi. Totaliter rejimlerde rejim karşıtı filmler yapmanın çılgınlığı ama buna karşılık sanatçıya verdiği o müthiş histen bahsetti. Sansürün en büyük tehlikesinin, alışkanlığa dönüşmesi olduğunu vurguladı. ‘Sansürü, rejimin ezdiği insanlar yapar aslında’ dedi. ‘Sansürü yapanlar’ diye ekledi, ‘belli sınırlar çerçevesinde boyun eğmeyenlere bir süre sonra saygı duyarlar’. ‘Son filmim’ dedi, ‘sinema yapmak için inat eden insanların ortak tablosudur’. ‘Herhangi bir şeye karşı olmayı çok seviyorum’ diyerek mest etti beni Otar baba: ‘Alışkanlığım olmayan her şeye karşıyım’. Dijitale de karşı olduğunu ekledi sonra. ‘Dijital, kuru, soğuk ve insanlık dışıdır’ dedi. ‘Dijital çekerken montaj sırasında monitör karşısında geçirilen zamanın, insana yapılan en büyük sansür olduğunu’ söyledi. ‘İyi bilmediğim bir dili konuşmam. Eğer İngilizce biliyorum dersem, James Joyce’u orijinal dilinde okumam gerek. Çat pat konuşulan bir dile egemen olmak değildir dil bilmek. Bu örnek üzerinden, dijitale değinelim. Dijital, dilini sadece teknisyenlerin bildiği bir şey. Eskiden film, pelikül vardı ve bu dile ben dahil pek çok insan hakimdi. Kimsenin yanı başında bir teknisyene ihtiyacı yoktu. Stanislavski’nin dediği gibi, ‘Tiyatro vestiyerde başlar’. Her şeyin içinin hızla boşaldığı günümüzde bütün sanatların özgün ritüelleri, aburcuburla yer değiştirdi. Konser salonunda müzik dinlemekle aynı besteyi arabanızın cd’sinde dinlemek arasında fark var.’ Iosseliani baba, bir süre sonra birçok arkadaşın katılmadığı şu cümleleri de sarf etti: ‘Elektrik her şeyi bozdu. Çünkü mumlar ve gaz lambaları varken, insanlar arasında gerçek ilişkiler vardı. Hamlet ilk kez oynandığında elektrik yoktu. İnsanlar hayatlarını anlamlı yaşamaya devam ediyorlardı. Birbirimizi düşünerek mektuplar yazabiliyorduk. Şimdi artık mektup yazılmıyor.’ Otar baba devam etti: ‘Demokrasiye inanmıyorum. Socrates’in demokratik bir biçimde ölüme mahkûm edilmesi bir gerçektir. Demokrasi salaklar birliğidir. Yaşadığım Fransa’da da demokrasi yok. Olan, polis rejimi. Demokrasi, insanları yalanlara sürükler. İnsan dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman değişmedi. İnsan çok tehlikeli bir hayvandır, her an kötü tarafa geçebilir.’ Toplantıdan, Otar babanın iyi bir dostu olarak ayrıldım.’
(5 Aralık 2010 – Sinemadan Çıkmış İnsan)
Evet… Kestane, boza, salep, ıhlamur, sıcak şarap, çay ve kanyak… Tavuk suyuna şehriye çorbası tabii. Bol limonlu. Tarhana çorbası bir de… Kışın olmazsa olmazları! Üşümek, yalnızlık, bekleyiş, endişe, bir de çaresiz bir ürperti bütün bunların yanında…
Cemal Süreya’nın ‘Bir Kış’ adlı şiiriyle sonlandıralım giriş yazımızı bu hafta…
‘Bir kış göğü gibi o saat alçalır ölüm,
Yalnız işitme duyusu kalır ortada.
Asya kentleri yürür dururlar,
Höyükler burnumda hızma.
Uzakta dev bir damla: Pırıl pırıl Pencap!
Tabanlarından kayıp duran sütunlar
Yitmiş bir geleceğin işaret parmakları:
Horasan uykusuna havlayan köpekler, Buhara.
Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Scarecrow / Korkuluk
(Yönetmen: Jerry Schatzberg / 1973)
Dog Day Afternoon / Köpeklerin Günü
(Yönetmen: Sidney Lumet / 1975)
All the President’s Men / Başkanın Bütün Adamları
(Yönetmen: Alan J. Pakula / 1976)
The Deer Hunter / Avcı
(Yönetmen: Michael Cimino / 1978)
Being There / Merhaba Dünya
(Yönetmen: Hal Ashby / 1979)
Vizyonda bu hafta (22 Aralık 2023)
Beşi yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor 22 Aralık haftası!
Melisa Önel imzası taşıyan yerli dram ‘Aniden’ haftanın notlarımız arasında yer alan tek yenisi!
ANİDEN
-Sebepsiz, öylesine, bir anda!-
Reyhan, uzun yıllar Hamburg’da yaşadıktan sonra kocasıyla kısa bir süre için İstanbul'a dönmüştür. Hamburg’a geri dönüşlerinin öncesinde Reyhan koku alamadığını fark eder. Tıbbi tetkikler ciddi bir sağlık sorunu olabileceğini işaret ettiğinde ise Reyhan bunu kabullenip üzerine gitmek yerine şehirde bir yerlerde nefes alıp veren geçmişinin peşine düşer ve ‘ortalıktan’ kaybolur…
Melisa Önel’in 2014 tarihli ‘Kumun Tadı’nın ardından ikinci uzun metraj yönetmenliği. Senaryo, ilk filmde olduğu gibi yazar ve senarist Feride Çiçekoğlu ile birlikte kaleme alınmış. Dünya prömiyerini Tokyo Film Festivali’nde yapan dramın ülkemizdeki ilk gösterimi 34. Ankara Film Festivali’nde gerçekleşti. Ankara’da yer aldığı ‘Ulusal Uzun Film Yarışma’sından ‘En İyi Kadın Oyuncu’ (Defne Kayalar) ve ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ (Öner Erkan) ödülleri ile ayrılan yapım, geçmişinde yaşadığı travmalar sonucu aidiyet sorunları yaşayan bir kadının özgürleşmeye varan iç yolculuğunu metaforik unsurlar eşliğinde yansıtıyor perdeye.
Başrolde izlediğimiz Defne Kayalar’ın nüanslı, kayda değer performansına Öner Erkan, Ayşenil Şamlıoğlu, ve Şerif Erol’un eşlik ettikleri dramda, diğer rolleri Dilan Çiçek Deniz, Esra Kızıldoğan, Mehmet Bilge Aslan ve Su Çeper üstleniyorlar. Görüntü yönetmenliğini Meryem Yavuz’un yaptığı filmin sanat yönetmeni Natali Yeres. Kurgu ise Özcan Vardar imzası taşıyor.
Kendini bulabilmek için kaybolan ve sahip olduğu ‘sahte’ konformizmden kaçarak uzaklaşan kadının geçmişi ve bugünüyle hesaplaşması… Belirsiz, muğlak istekleri el yordamıyla aramak… Geçmişle olan bağların esnemesi, aidiyet anlamında bünyede barınan içsel sorular, dönüşüm, farkındalık, esaret ve özgürlük… Ana karakter Reyhan’ın belleğine yolculuğu, eski özel mekanlar, simalar, insanlar… Herkesin gelip geçtiği, kalıcı olmadığı bir otel. Orada o belirsizlikte öylece devinmek. Şehrin farklı dokusu, sokakları, evleri ve öznelden genele şahsi bir dönem dökümü. Koku duyusu ile birlikte yitirilen birçok his! Hafıza ve kaybedilen, ötelenen oluşlar, anılar… Eksiklik, yoksunluk, tamamlanma… Farlılıklar, tepkiler ve duyular… Arayış ve arafta kalmış sorular… Kaybolup, yok olmak ve yeniden var olma özgürlüğü diğer yandan! Yılın en iyi yerli filmleri arasında ‘Aniden’!
Bu arada son tahlilde bir de farklı bir aferin Melisa Önel ve diğer yapımcılara... Ulusal yarışmasında yer aldığı Antalya Altın Portakal Film Festivali yapılamayıp, belirsiz bir tarihe ertelenince, hemen ardından gelen ve öncesinde başvurduğu Ankara Film Festivali’nin ulusal yarışmasından bazı yapımlar gibi ‘festival stratejisi’ bahanesiyle çekilmeyip sözünde durduğu ve festivalde yer aldığı için. (3,5 / 5)
Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
Usta yönetmen Michael Mann imzası taşıyor ‘Ferrari’. Efsane spor araba markasının ve onun kurucusu Enzo Ferrari’nin hikâyesini, 1957 yazında İtalya’da düzenlenen ve bir felaketle sonuçlanan Mille Miglia yarışı üzerinden anlatıyor tarihi biyografik dram. Yarış günleri geride kalan Enzo Ferrari’nin, eşi Laura’yla birlikte on yıl önce sıfırdan inşa ettiği şirket iflasla burun burunadır. Kaybettikleri oğlunun yasıyla sarsılan Enzo, fırtınalı evliliğinin yanı sıra yasak ilişkisinden doğan oğluna da soyadını verebilmek için mücadele etmektedir. Hem iş hem aile hayatı çalkantılarla dolu olan Ferrari, tüm umutlarını İtalya’nın ikonik yarışı Mille Miglia’ya bağlamıştır. ‘Enzo Ferrari’yi Adam Driver’ın canlandırdığı yapımda diğer önemli rolleri Shailene Woodley, Giuseppe Festinese, Jack O’Connell, Patrick Dempsey, Derek Hill, Alessandro Cremona ve usta aktris Penelope Cruz üstleniyorlar.
2018 tarihli ilk filmde olduğu gibi yönetmen koltuğunda yine James Wan’ın oturduğu fantastik aksiyon ‘Aquaman and the Lost Kingdom / Aquaman ve Kayıp Krallık’, Aquaman’in intikam arayışı içinde olan Black Manta ile olan savaşını öykülüyor. Aquaman’i ilk seferinde yenmeyi başaramayan Black Manta, babasının intikamını alma arzusuyla Aquaman’i sonsuza dek alt etme konusunda engel tanımamaya kararlıdır. Black Manta bu kez her zamankinden daha dişli bir düşmandır; elinde ise kadim ve kötücül bir gücü açığa çıkaran efsanevi Black Trident vardır. Aquaman bu güçlü düşmanı yenmek için, Atlantis’in eski Kralı olan hapisteki kardeşi Orm ile beklenmedik bir ittifak kurmayı seçer. Krallıklarını korumak ve Aquaman’in ailesini ve dünyayı geri dönüşü olmayan bir yıkımdan kurtarmak için iki üvey kardeşin anlaşmazlıklarını bir kenara bırakmaları gerekecektir. Jason Momoa’ya eşlik eden isimler, Ben Affleck, Patrick Wilson, Yahya Abdul-Mateen II, Dolph Lundgren, Nicola Kidman ve Amber Heard gibi bir hayli ünlü yıldızlardan oluşuyor.
2017 yapımı Fransa yapımı orijinal animasyonun devam filmi olan ‘Les As de la Jungle 2 / Orman Çetesi: Dünya Turu’nda, orman büyük bir tehlike altındadır ve bizim Orman Çetesi, ne olursa olsun bu tehlikeyi alt etmek zorundadır. Yönetmen koltuğunda oturan üç isimse Laurent Bru, Yannick Moulin ve Benoît Somville.
Japonya yapımı ‘Demon Slayer: Kimetsu no Yaiba on Stage Mugen Train Arc’ adlı anime ölüm kalım savaşından çıkan Tanjiro, Zenitsu ve Inosuke’nin hikâyesini konu alıyor.
Yönetmenliğini Serdar Akar’ın üstlendiği, senaryosunu Nergis Akoğlu’nun kaleme aldığı romantik dram ‘Kadınlara Mahsus’, hayatlarında yeni bir sayfa açmak için ‘Kadınlara Mahsus’ kampında bir araya gelen sekiz kadının hikâyesini taşıyor perdeye. Hayatlarındaki erkeklerle olan ilişkilerinde çıkmaza giren, birbirini hiç tanımayan sekiz kadın, katıldıkları kadınlara mahsus olan bir farkındalık kampında, içlerinden birinin kocasının metresine ve oğluna sahip çıkmak zorunda kalınca tüm bildiklerini unuturlar. Melisa Aslı Pamuk, Ceyda Düvenci, Aslı Tandoğan, Şebnem Sönmez. Müjde Uzman, Elifcan Ongurlar, Başak Parlak ve Merve Çağıran’a eşlik eden aktörlerse Yurdaer Okur, Nedim Saban, Halil İbrahim Sönmez ve Nami Esatgil.
‘Cenazemize Hoş Geldiniz’, yönetmenliğini Neslihan Yeşilyurt’un üstlendiği bir komedi. Başrolü üstlenen Gonca Vuslateri, aynı zamanda Doğucan Güneş Perkün ile birlikte senaryoyu kaleme alana iki isimden biri! Erkan Can, İsmail Ege Şaşmaz, Timur Acar, Güven Hokna, Sevda Erginci, Gözde Seda Altuner, Şükran Ovalı, Deniz Uğur, Hakan Meriçliler, Şebnem Sönmez, Serhat Kılıç ve Müge Boz oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri.
Ersoy Güler’in yazıp yönettiği komedi ‘Sağ Salim 3: Ölü ya da Diri’, hayatına birini almaya hazırlanan Salim'in bu süreçte yaşadığı maceraları taşıyor perdeye. Salim başına gelenlerden kaçmak için insanlardan uzak yaylada kendine has bir dünya yaratmıştır. Hayvanları ve doğa ile huzurla yaşarken muhtar, Salim’in kendisine yalnızlığından bahsettiği mektup ve bir de sürpriz ile Salim’in yanına gelir. Muhtarın sürprizi ise Salim’e hayat arkadaşı olacak kimsesiz bir kız olan Salime’dir. Toygan Avanoğlu, Pelin Orhuner ve Hüseyin Avni Danyal’ın yanı sıra Cezmi Baskın, Özkan Ayalp, Nursel Köse ve Anıl Çelik, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Korku filmi ‘Dejar: Cin Vahşeti’nin senaryosu ve yönetmenliği Raziye Sultan imzası taşıyor. Büyü ve cinlerle iç içe geçmiş bir hayatın lanetiyle boğuşan ailenin ürkütücü öyküsü. Oyuncu kadrosunda Emel Yetenek, Abdülkadir Biçer, Ayşe Nur Keskin ve Bengüsu Özkarcı’yı görüyoruz.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On yedi ve altı yıl öncesine, 2006 ve 2017 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (22 Aralık 2006)
EVE GİDEN YOL 1914
Semir Aslanyürek’in ‘Vagon’ ve ‘Şelale’nin ardından üçüncü filmi olan ‘Eve Giden Yol 1914’, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girdiği dönemde geçiyor. Masum insanları öldürüp katil olmamak için sevdiğini ve evini tek eden Mahmut, kendini çöllerde savaşırken bulur. Sevdiğine kavuşacağı anın haylini kurarken bir yandan da uğradığı haksızlığın intikamını almak niyetindedir. Yolculuğu sırasında ünlü İngiliz casusu Arabistanlı Lawrence’da Mahmut’un yoluna çıkanlar arasındadır. Yaklaşık 3 milyon dolara mal olan filmin yapımcısı Mehmet Soyarslan. Unutulmaz Cem Karaca şarkısı “Resimdeki Gözyaşları”nın bestecisi olan Soyarslan, filmin müzik danışmanlığını da yapmış. Çekimlerinde yaklaşık 2000 figüranın görev aldığı filmde başrolü üstlenen Erdal Beşikçioğlu’na, Melisa Sözen, Emre Altuğ, Metin Akpınar, Ege Aydan ve Ali Sürmeli eşlik ediyorlar. Aksiyon yüklü yerli dram, yapım olanaklarının izin verdiği kadarıyla, döneme ve ülkeye ait birçok meseleyi güçlü bir sinematografi ile anlatmayı deniyor. İyi niyetle çekilmiş ama fazla iddialı meseleleri ve öyküyü beyazperdeye tam yedirememiş yapım, yine de ilgiyi hak ediyor.
KÜÇÜK KIYAMET
Türk sinemasındaki son dönem korku furyasını başlatan yapım olan ‘Okul’u gerçekleştiren ekibin yeni çalışması, ‘Küçük Kıyamet’ adını taşıyor. Doğu Yücel’in senaryosunu yöneten Yağmur ve Durul Taylan’ın filmleri, deprem korkusu üzerine bir psikolojik gerilim vaat ediyor. Çekimleri İstanbul ve Fethiye’de 7 haftada tamamlanan yapım, özellikle özel efektler konusunda oldukça iddialı. Başak Köklükaya, Binnur Kaya, Cansel Elçin ve İlker Aksum’un başrolleri paylaştığı filmin görüntü yönetmeni Soykut Turan. İstanbul’da meydana gelen büyük depremden etkilenen aile, Fethiye’ye gider. Fakat ‘küçük kıyamet’, onları rahat bırakmayacaktır. Bütün ülkenin içindeki deprem korkusu üzerine ilginç bir deneme olan filmin bazı sahneleri gerçekten iddialı.
ARTHUR VE MİNİMOYLAR
Fransa’nın Hollywood şubesi Luc Besson’un kitabından yine kendisi tarafından beyazperdeye uyarlanan ve yönetilen film, sadece çocukların değil, hemen her yaşta izleyicinin keyifle izleyeceği 3 boyutlu animasyon katkılı fantastik bir yapım. On yaşındaki Arthur’un ‘minimoylar’ denen minyatür küçük insanlarla birlikte atıldığı sürükleyici maceranın başrolünde ‘Charlie ve Çikolata Fabrikası’ filminden tanıdığımız yetenekli çocuk yıldız Freddie Highmore var. Mia Farrow’un da rol aldığı filmde Madonna, Robert De Niro, Harvey Kietel, David Bowie gibi yıldızlar seslendirme yapmışlar. 65 milyon Avro bütçeli film, yüzde yüz eğlence içeriyor.
EMRET PATRONUM
Yedinci sanatın usta isimlerinden ve dogma hareketinin babası kabul edilen Lars von Trier, ‘Emret Patronum’ adlı derinlikli komedi ile karşımızda. ‘Dogville’ ve ‘Manderlay’ ile başladığı Amerika üçlemesinin son filmi ‘Washington’u yeni yıla bırakan yönetmenin bu mütevazı ama zeki filmi, yine ölesiye eleştirmekten vazgeçmiyor. Bir şirket komedisi olarak adlandırılan yapım, yönetmenin sabık hayranlarını biraz hayal kırıklığına uğratsa da, imzası ve incelikli değinmeleri için rahatlıkla izlenebilir.
ARAYIŞ
Teksas’ın ‘derin boşluğunda’ nefes alan bir hayalet öyküsü. Vampir Avcısı Buffy ile şöhreti yakalayan Sarah Michelle Gellar, ‘Garez’in ardından yine bir korku-gerilim örneğiyle beyazperdede. Derin bir dram içeren gerilimde Gellar’ın rol arkadaşı usta aktör ve yazar Sam Shepard. Arap asıllı ve Londra doğumlu yönetmen Asif Kapadia’nın yönettiği film, geçirdiği bir kaza sonrası küçüklükten beri gördüğü kâbusların gerçek olup olmadığını araştıran bir kadının öyküsü. Türü sevenlerin ilgiyle izleyecekleri film, ağır temposu ve farklı anlatımı ile herkese göre değil.
PRESTİJ
‘Memento’ ile ünlenen yaratıcı yönetmen Christopher Nolan, bu kez sihirbazların ve sihrin dünyasında dolanıyor. Viktorya döneminde iki sahne sihirbazı arasındaki büyük rekabet inanılmaz boyutlara taşınacaktır. Christopher Priest’ın romanından uyarlanan etkileyici dram, öykü anlatımından, yarattığı atmosfere, her şeyiyle yetkin bir sinema ürünü. Başrollerini Hugh Jackman ve Christian Bale’in paylaştıkları yapımda Scarlett Johansson, David Bowie ve usta aktör Michael Caine’de rol alıyorlar. Bakmakla görmek arasında büyük farkı keşfetmek ve beyazperdede gerçek bir sinema filmi izlemek isteyenler kaçırmamalı.
Vizyonda bu hafta (22 Aralık 2017)
Yıl sonuna, dolayısıyla yeni yıla son viraj anlamı da taşıyan yeni hafta, beraberinde üçü yerli toplam yedi yeni filmle çıkageldi. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.
DÖNME DOLAP
-Hayat dediğimiz elem dolu tiyatro!-
Yaşayan en usta ABD’li sinemacılardan olan 1935 doğumlu Woody Allen’ın yönetmenliğini üstlendiği kırk yedinci uzun metraj kurmacası, New York’un ‘nostaljik’ mekanlarından birinde, Coney Island’da geçiyor. Günümüzde cazibesini yitirmiş, terk edilmiş anıt mekan Coney Island’da yolları kesişen dört ana karakter ve omuz başlarından bütün hızı ve acımasızlığıyla akıp giden hayat!
Bir tiyatro sahnesi gibi düzenlediği tasarımında Woody Allen, geride bıraktığı seksen iki yıla rağmen halen ne derece genç ve dahi bir isim olduğunu yeniden anımsatıyor izleyiciye. İstediklerini gerçekleştirememiş, hayallerine ulaşamamış duygusal ‘gel-git’ler yaşayan garson Ginny, atlı karınca işleten kaba saba kocası Humpty ve ilk evliliğinden olma on yaşlarındaki pinomanik (yangın çıkartma hastası) oğlu Richie ile birlikte yaşamaktadır günümüzde neredeyse izole olmuş, ellilerde son ihtişamlı günlerini yaşayan bu adada! İkinci evliliğini yapıp, neredeyse yanına sığındığı Humpty’nin, bir gangsterle genç yaşında evlenip evden kaçmış kızı Caroline, polise sırlarını anlattığı eşinden kaçıp baba evine geri dönünce, öykünün ivmesi de farklı bir hal alır çünkü Ginny’nin yeni bir başlangıç umuduyla, ilişkiye atıldığı, günü birinde iyi bir oyun yazarı olma hayaliyle yaşayan yakışıklı ve genç cankurtaran Mickey, Caroline ile iyiden iyiye yakınlaşmıştır.
Kate Winslet, Jim Belushi, Juno Temple ve Justin Timberlake, ilginç bir matematikle kurulmuş oyuncu kadrosunun isimleri. Birbirlerinden oldukça farklı oyuncuları, müthiş bir uyum ve başarıyla yöneten Woody Allen, yaşarken bize yüklenen roller ve hayatın acımasız bıçak sırtı halini, enfes bir metin ve yapım tasarımıyla sunmuş. Hayat; girenler, çıkanlar, yönetenler, yönetilenler, kurbanlar ve izleyicilerle bir tiyatro sahnesi. Allen, bu sahnede, ellilerin atmosferinde, gezegenin son naif zamanının sonunda, düşlerine ulaşma mücadelesi veren problemli karakterler eşliğinde batsın bu dünya diyor usulca! Üç Oscar ödüllü dev görüntü yönetmeni İtalyan sinemacı Vittorio Storaro’nun birinci sınıf kamerası, ‘ışığı’ nerdeyse başrol oyuncusu konumuna yükseltiyor. Neyi nasıl anlattığını son derece iyi bilen film, her bünyeye göre değil aslında! Bu hayatta derin yaralar almışların, acımasız dünyanın, yalancı alemin kucağında düşlerine asla ulaşamayacak olanların, gayri safi mutluluktan pay alamayanların, cennete gideceği kesin işçi sınıfının ve inadına bu yangın yerini yeniden tutuşturan ümitsiz tutunamayanların öyküsü ‘Dönme Dolap’! (4 / 5)
PES ETME
-Yeniden ayağa kalkmak üzerine-
Orijinal adıyla ‘Stronger’, 2013 yılında Boston Maratonu’nun bitiş çizgisine yakın bir noktada gerçekleştirilen bombalı terör saldırısı sonucu, bacaklarını yitiren işçi sınıfı mensubu Jeff Bauman’ın ve yakın çevresinin gerçek hikayesini taşıyor perdeye. Bauman’ın kendi anılarını Bret Witter ile birlikte kaleme aldığı ‘Stronger’ adlı kitaptan uyarlanan biyografik dramı, ‘Pineapple Express / Üşütük Kafalar’, ‘Prince Avalenche / Yolların Prensi’, ‘Joe’ ve ‘Manglehorn / Hayallerimdeki Kadın’ gibi nitelikli filmleriyle tanıdığımız David Gordon Green yönetmiş.
Saldırıda iki bacağını yitiren Jeff Bauman’a ‘yeniden’ ayağa kalkıp, hayata tutunmak adına en büyük desteği, saldırı sırasında maraton koşan kız arkadaşı Erin verecektir. Jeff’in işçi sınıfına mensup annesi Patty ve aile üyeleri, aylarca sürecek olan duygusal ve fiziksel rehabilitasyon sırasında, talihsiz adamın yanında yer alırlarken Jeff, yaşadığı şehrin simgesi ve kahramanı da olacaktır.
Gerçek bir trajediye oldukça içerden bakma gayretindeki film, aynı David O. Russell’ın 2010 tarihli biyografik dramı ‘The Fightter / Dövüşçü’ de olduğu gibi, ana karakterin yakın çevresini bir belgesel gerçekliğinde taşımayı bilmiş perdeye. İşçi sınıfı ailenin değer yargıları, gündelik hayatı, hezeyanları, dünya görüşü, hemen her nüansıyla yansıtılmış hikâyeye. Bir karakter dramım olarak başlayan ve ‘içerden’ toplumsal bir röntgene evrilen yapım, kısa bir süre sonra elde değil, yoğun bir Amerikan milliyetçiliğine teslim oluyor. Propagandaya dönüşen ‘yeniden ayağa kalkma’ saptaması, Amerikan vatandaşlarına ve ABD’ye karşı girişilen terör saldırılarının, ‘içerdeki’ birlik ve beraberlik ruhuyla püskürtüleceğini haykırıyor adeta. Yönetmenin çok sıcak ve samimi tespitlerinin aniden ‘Tanrı Amerika’yı korusun’ diyen bir Pentagon metnine dönüşme süreci hayrete düşürürken, güçlü oyuncu kadrosu gerçeklik hissinin bir an olsun yitmemesinde büyük rol oynuyor! Başrolü üstlenen Jack Gyllenhaal, kız arkadaşı Erin rolünde izlediğimiz Kanadalı oyuncu Tatiana Maslany ve kadronun belki de en müthiş ismi olan usta İngiliz aktris Miranda Richardson, kelimenin tam anlamıyla ‘döktürüyorlar’. Özellikle Richardson, yılın en öne çıkan performanslarından birini sergilemiş. (2,5 / 5)
FERDINAND
-Dövüşme, sev!-
Blue Sky stüdyolarının yeni animasyonunu, ‘Ice Age / Buz Devri’ ve ‘Rio’ serilerinden tanıdığımız Brezilyalı Carlos Saldanha yönetmiş. Munro Leaf ve Robert Lawson’un kitaplarından uyarlanan sevimli çizgi film, iyi kalpli ve sevgi dolu boğa Ferdinand’ın bir dövüş boğası olmayı reddettiği hikâyeyi taşıyor perdeye.
Ferdinand, dövüşçü babasının aksine, arenaya matador karşısına çıkmak yerine, çiçek tarlalarında mis gibi kokuları içine çekerek doğada gezinmeyi tercih eden sevgi dolu bir boğadır. Sakin mizacı ve sevgi dolu yüreğiyle ters orantılı olan iri cüssesi ve dış görünümü yüzünden insanlarca, boynuzlu bir canavar olarak algılanmaktadır. Küçükken kaçtığı yetiştirme çiftliğinden uzaklaşıp, sevgi dolu bir baba-kızın yanına sığınan Ferdinand, büyüyüp geliştiği bir gün, şehirde düzenlenen çiçek festivaline katılınca olanlar olur. İnsanlar tarafından bir canavar olarak nitelenen sıcakkanlı boğa, yakalanıp tekrar doğduğu çiftliğe geri götürülür. Madrid’de arenaya çıkmak için esir tutulan Ferdinand, çiftlikteki arkadaşlarıyla birlikte, evine geri dönmek için firar eder.
Dostluk, arkadaşlık, fedakârlık, doğa ve canlıyı yaşatan en önemli his olan sevgi üzerine bir masal, koca cüsseli ve koca yürekli Ferdinand’ın hikâyesi. Boğa güreşleri, mezbahalar, matadorlar, boğa yetiştiricileri, geleneğe dönüşmüş kanlı katliam ve bütün bunlara hayır diyen bir boğanın isyanı! İyi yazılmış animasyon, özellikle küçük izleyiciyi için eğitici, öğretici bir metin ve cazip anlar içeriyor. Tek eksik, filmin dublajlı olarak vizyona girmesi. Metnin aksine, dublajın; gündelik argo dahil, lümpen bir oldu-bitti içermesi filmin çıtasını aşağı çekiyor. Keşke, en az birkaç kopya da orijinal olarak izlesek bu emek dolu, sıkı animasyonları. (3,5 / 5)
Jon Lucas ve Scott Moore’un birlikte yazıp yönettikleri, 2016 da vizyon görmüş Mila Kunis’li ‘Bad Moms / Eyvah Annem Dağıttı’ adlı komedinin devam filmi olan ‘A Bad Moms Christmas / Eyvah Annem Dağıttı 2’ ve üç yerli yapım, Hasan Karcı’nın yönettiği komedi western türündeki ‘Belalılar’, başlıca rollerini Özge Özpirinçci ve Buğra Gülsoy’un paylaştıkları, Andaç Haznedaroğlu’nun yönettiği romantik dram ‘Acı Tatlı Ekşi’ ile birlikte Mehmet Ada Öztekin’in yönettiği Mehmet Günsur, Nejat İşler ve Timuçin Esen’in rol aldıkları ‘Martıların Efendisi’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese.
MURAT ERŞAHİN