Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

21 EKİM 2011

20 Ekim 2011 Perşembe 21:58
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Altın Portakal bitti ve kürkçü dükkânına geri döndük. Haftanın altı filmi arasında adına basın gösterimi düzenlenmeyen iki yapım var: Her filmi, izleyiciden içerdiği ‘sürpriz’ yüzünden gizlenen “Paranormal Activity 3” ile yerli yapım “Türk Pasaportu”. Üç boyutlu “Felaket Henry”yi ise biz izleyemedik. Diğer üç yapım, notlarımız arasında. Soderbergh filmi “Salgın”, haftanın en iyisi. Herkese iyi seyirler!

SALGIN
Dünya prömiyeri, ‘Altın Aslan’ için yarıştığı Venedik Film Festivali’nde düzenlenen “Salgın / Contagion”, farklı stil ve türlere değinmeyi seven yetkin ve entelektüel sinemacı Steven Soderbergh’in yeni filmi. Bilimkurgu ve gerilim içeren dram, kaynağı belli olmayan bir virüsün bütün dünyada büyük bir felakete yol açmasını öykülerken, özünde en tehlikeli virüsün, bizzat insanın kendisi olduğunun altını çiziyor. Gezegenin kaynaklarını tamamen tüketmeye kararlı vahşi insanın, aslında yine kendi soyunu yok ettiğini acı bir şekilde vurgulayan yapım, sıradan insanın, ölümcü salgın karşısında verdiği ilkel ve duygusal tepkileri, bir belgesel gerçekliğinde yanıtmış perdeye. Yetkililerden, sokaktaki insana, salgın karşısında verilen büyük mücadele, ‘yalancı belgesel’i andıran bir tarzda işlenmiş. Virüs ile mücadele eden tıp adamları, resmi otorite, ölümü bekleyen hastalar, onların yakınları, sıranın kendilerine gelmemesi için uğraş veren halk, komplo teorilerine meraklı sanal dünya kalemleri, infaz ve ceza meraklısı sistem, insanın yok etme arzusu… Oyuncu kadrosunda yer alan çok sayıda yıldız; örneğin Matt Damon, Jude Law, Laurence Fishburne, Gwyneth Paltrow, Kate Winslet, Marion Cotillard, ‘esas meseleye’ hizmet eden ufak detaylar gibi dağılmışlar öyküye. Sanki hepsi birer yan rolü üstlenmişler; hepsi konuk oyuncu sanki. En ufak figürandan, en ünlü Oscar’lı yıldıza, her oyuncusuna eşit mesafeyle yaklaşan Soderbergh, insanoğlunun her türlü krizi çözebileceğinin umudunu dağıtırken, aynı insanoğlunun her türlü krizin sebebi olduğunu da acı bir biçimde hatırlatıyor.

CONAN THE BARBARIAN
İlkel çağların yenilmez savaşçısı Conan, uzun bir aradan sonra yeniden beyazperdede. Yüksek doz aksiyon içeren fantastik macera, 1930’lu yıllarda kısa öyküler ve romanlarla Kimmeryalı Barbar Conan efsanesini yaratan Robert E. Howard’ın ana karakterlerinden yola çıkıyor. Beyazperdeye ilk olarak 1982’de John Milius tarafından uyarlanan eser, bizleri Arnold Schwarzenegger ile tanıştırmış, Kimmeryalı ilk çağ kahramanının öyküsü perdede, bu kez 1984’te Richard Fleischer imzalı “Conan the Destroyer” adıyla bir devam filmi olarak vücut bulmuştu. “Texas Chainsaw Messacre / Teksas Katliamı”, “Friday 13th / 13. Gün” gibi başarılı filmlerin yeniden çevrimlerinde tecrübeli bir isim olan Marcus Nispel, serbest bir uyarlamaya imza atarak “Conan the Barbarian”ı yaklaşık otuz yıl aradan sonra yeniden perdeye taşımış. Fena bir zanaatkâr olmayan Alman asıllı yönetmen, orijinal filmin atmosferini kuramamış olsa da, izlenir bir işe imza atmış diyebiliriz. Vasat çizgisinin bir miktar altında seyreden film, Conan’ın bildik intikam öyküsünü anlatmaya soyunmuş. Modellikten beyazperdeye geçen ve soyunda Kızılderililik de olan bol kaslı sportmen aktör Jason Momoa’yı ‘Conan’ rolünde izleyeceğimiz hareketli ve kanlı canlı filmde, Ron Perlman, Stephen Lang ve güzel aktris Rachel Nichols, yeni Conan’a eşlik ediyorlar. Özellikle vahşi kahramanın hayranları ve yakın plan kanlı dövüş sahnelerini izlemek isteyenler için bir sakınca yok.

İSTANBUL
Türkiye-Macaristan-Hollanda-İrlanda ortak yapımı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’ndan maddi destek alan yapımlardan biri. Adı da o yüzden İstanbul herhalde! Elli yaş üzerindeki bir kadının yeni bir başlangıç için geldiği şehir, İstanbul dışında bir yer de olabilir diyorsunuz, perdedekini izlerken. İki çocuklu bir kadın, oyuz yıllık evliliğinin ardından profesör olan kocası, kendisini genç bir öğrencisi için terk edince, varoluşunu sorgulayıp; yeni bir başlangıca ihtiyaç duyar ve uzaklara, İstanbul’a kaçar. Istvan Szabo filmlerinden tanıdığımız Hollandalı aktris Johanna ter Steege’in canlandırdığı ana karakterin İstanbul’da aşık olduğu inşaat ustası Halil’i, “Üç Maymun”un ardından uluslar arası alana soyunan Yavuz Bingöl canlandırmış. Selçuk Uluergüven, otel sahibi rolünde; filmin en iyi noktası. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti güzellemesi en ufak bir sinema lezzeti bırakmıyor geride. Dümdüz, yavan, içi boş yapım, üzerine fazla yorum yapacak gibi değil.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar