Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

20 ŞUBAT 2015

19 Şubat 2015 Perşembe 21:02
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta vizyona tam sekiz yeni film merhaba diyor. Akademi ödülleri, pazartesi sabahının ilk saatlerinde sahiplerini bulacak. Bu hafta Oscar için yarışan birçok film, salonlarda sizi bekliyor olacak. Haftanın altı yeni filmini sizin için yorumladık. Rob Marshall imzalı, üç dalda Oscar adayı olan fantastik macera ‘Into the Woods / Sihirli Orman’ ve yerli komedi ‘Ali Kundilli’ ise, haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Sinema çıkışı, dışarısının sığlığı, sinemadan çıkmayanların nobranlığı, ürkütücü cinneti, sizi de arasına alıp yok etmesin. Herkese iyi seyirler!

MOMMY
Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nü, büyük usta Jean-Luc Godard’ın ‘Adieu au langage / Dile Veda’ filmi ile paylaşan genç sinemacı Xavier Dolan’ın beşinci uzun metrajı, son derece olgun, kırılgan, hüzünbaz ve yürek söken bir dram. Ajitasyona kaçmadan sahici bir duygusallık yaratmayı başarıyor Dolan. Yazdığı, yönettiği, kurguladığı, hatta kostüm tasarımını da üstlendiği filmde, 1:1 ekran oranının etkisi, öykünün ruhuna denk düşen, müzik, renk ve kurgu seçimiyle, artık olgun ve dikkate fazlasıyla değer bir sinemacı olduğunu kanıtlıyor yaman Kanadalı. Hiperaktiviteden müzdarip, şiddete meyilli, son derece duygusal, ruhsal sorunlarını aşma mücadelesi veren Steve ve onu, sevgisiyle adam etme, sağlıklı, sevecen, başarılı bir birey yapma düşü ve dileğindeki dul anne Diane’in öyüsü. Anne-oğulun olanca zalimliği, haksızlığı ve duyarsızlığıyla, karşılarına dikilip duran hoyrat hayata karşı mücadeleleri. Bir kafa tutuş da diyebiliriz bu koca yürekli hikaye için. Sırları ve geçmişiyle, sağlam bir gizem barındıran, iyi kalpli, çekingen, problemli komşu kadın Kyla’nın da katılımıyla herkese karşı tek başlarına müthiş bir üçlü oluşturan ekibin öyküsü. Karşılıksız sevgi, aşk, acı, acı ile baş etme, öfke, dostluk, fedakarlık, tutku, başkaldırı, toplum, birey, yalnızlık, iletişimsizlik, nobran sistem ve ortada kalan küçük ama koca yürekli insan! ‘Anne’ rolünde Anne Dorval ve oğul rolünde Antoine-Olivier Pilon tek kelimeyle döktürüyorlar. Ana-oğulun üstün performansına ‘komşu Kyla’ karakterinde Suzanna Clément, başarıyla eşlik ediyor. Leziz soundtrack eşliğinde hüznün koynuna hafızalarda yer edecek içli ve tutkulu bir yolculuk. Yine deneyip, yine yenilenlerin, ‘daha iyi yenilenlerin’ dik duran öyküsü! (4,5 / 5)

THE IMITATION GAME: ENIGMA
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz matematikçi Alan Turing’in, Nazilerin ‘çözülemez’ denilen Enigma şifresini, icat ettiği ‘ilk bilgisayar’ sayesinde çözmesinin ve savaş tarihçilerine göre, savaşı iki yıl kısaltıp, milyonlarca insanın hayatını kurtarmasının gerçek öyküsü. 2011 yapımı gerilimli suç öyküsü ‘Hodejegerne / Kafa Avcıları’ ile tanınan Norveçli yönetmen Morten Tyldum imzalı ‘The Imitation Game: Enigma’, günümüzde, hayatın hemen her alanında kullandığımız ‘computer’lerin babası, eşcinsel matematik dehası Alan Turing’in zorlu hayatına da insancıl bir bakış atıyor. Turing’i, İngiliz aktör Benedict Cumberbatch’ın nüanslı ve zihinde yer edecek bir performansla canlandırdığı biyografik savaş dramında diğer önemli rolleri, Keira Knightley, Matthew Goode, Mark Strong ve Charles Dance üstleniyorlar. ‘En iyi film’, ‘en iyi yönetmen’ ve ‘en iyi erkek oyuncu’ dahil toplam sekiz dalda Oscar adayı olan sürükleyici ve ‘meseleli’ yapım, kırdığı şifre sistemi ile insanlığın geleceğini kurtaran bir bilim adamının, sadece cinsel tercihleri yüzünden çarptırıldığı cezayı ve yalnızlığı etkili biçimde sorguluyor. İade-i itibarı 2013 yılında kendisine sunulan, bilgisayar biliminin kurucusu sayılan, ünlü matematikçi, bilgisayar bilimcisi ve kriptolog Turing, 1954 yılında, sadece 42 yalındayken intihar edip, yalnız ve mutsuz bir biçimde hayata gözlerini kapamıştı. Nobran, anlayışsız, zalim ve nefret dolu bir dünyada, bilimin ve insanlığın uğrunda çalışsa da, adeta yok oluşa mahkum edilmiş insanın, daha basite indirgersek, farklı olanın ve ötekinin trajedisi bir açıdan Morten Tyldum imzalı film. Andrew Hodges’in ‘Alan Turing: The Enigma’ adlı biyografik kitabından uyarlanan Graham Moore imzalı senaryo ise, zeki, incelikli ve titiz. (4 / 5)

HAYATIN KENDİSİ
Kariyerine 1960’lı yılların sonunda başlayan, film eleştirmenliğinin, ciddi bir meslek olarak kurumsal anlamda tanınmasında büyük payı olan, sadece Hollywood’un değil, dünyanın en tanınmış sinema yazarlarından Roger Ebert’in hayat öyküsü. Ebert’in, vücudunu yiyip bitiren, amansız kanser hastalığıyla boğuşurken, son yıllarında kaleme aldığı anılarından yola çıkan biyografik dokümanteri, 1994 tarihli ‘Hoop Dreams’ ve 2011 yapımı ‘The Interrupters’ gibi ödüllü belgeselleriyle tanınan Steve James yönetmiş. Kendisinin, ailesinin, dostlarının, sinema dünyasının ünlü simalarının, Ebert’in sinema algısına, hayat görüşüne, kariyerine, yaşanmışlıklarına ve en önemlisi sinema tutkusuna dair açtığı satır başları. Yedinci sanata ve eleştirmenlik müessesesine bir saygı duruşu niteliğinde olan mütevazı belgeselde, Martin Scorsese, Werner Herzog, Errol Morris gibi dev sinemacılar, Ebert’e ve dolayısıyla mesleğine olan yakın ilgilerini haykırıyorlar adeta. (3,5 / 5)

KESKİN NİŞANCI
Gerçekten dumura uğratan bir Clint Eastwood filmi! Tamam, iyi çekilmiş, temiz çekilmiş, ustalıklı fakat… Bu büyük ve önemli bir ‘fakat’! Son derece milliyetçi, faşizan, ırkçı, cinsiyetçi, militarist ve kötücül bir film orijinal adıyla ‘American Sniper’. Tek bir Amerikan askerinin kılı incinmesin ama Amerikalı olmayan ‘diğerleri’ kahrolsun söylemi. Çoluk, çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek, fark etmez. Önemli olan Amerika Birleşik Devleti askerine tehdit oluşturan herkes, bunu canıyla öder söyleminin kesinliği ve bunun bünyede yarattığı haklı tedirginlik. Irak’ta çatışma sahasında görev yapan askerleri koruyup, kollayan keskin nişancılardan biri olan Chris Kyle, arkadaşları ve Irak’ta görev yapan bütün ordu mensupları tarafından yaşayan bir ‘efsane’ olarak anılmaktadır. Dile kolay, 255 kişiyi öldürmüştür. Bu Amerikan kahramanı, zaten hayatı; ‘iyi Amerikalılar ve kötü diğerleri’ diye adlandırmaktadır. Gerçek bir hayat hikayesinden ve kahramanının anılarından beyazperdeye uyarlanan biyografik aksiyon, ‘en iyi film’ dahil toplam altı Oscar kazanan Kathryn Bigelow imzalı ‘The Hurt Locker / Ölümcül Tuzak’tan çok daha yükseğe çıkarıyor faşizan bakışı. Derin ABD’nin birçok vatandaşını, tahminen şimdiden çok mutlu eden film, tesadüf bu ki, ‘en iyi film’ dahil yine altı dalda Oscar adayı! Aynı zamanda filmin yapımcıları arasında olan Bradley Cooper’ın başrolü üstlendiği ‘Keskin Nişancı’da, Sienna Miller’ı da izliyoruz. 2006’da ‘Letters from Iwo Jima / Iwo Jima’dan Mektuplar’ı ve daha birçok insani durumu, olayı perdeye yansıtan Eastwood’un, ömrünün en olgun ve son dönemlerinde bu filmle anılacak olması gerçeği, sinema adına ürkütücü kanımca. Hiçbir teknik, biçimsel ve anlatı kusuru olmasa da, bakış açısı ve meseleye yaklaşımıyla fazla tek taraflı, hatta ‘hastalıklı’ olan filme mesafe koymak, kaçınılmaz insani bir duruş olmalı! Tanrı Amerika’yı korusun senfonisi! (1,5 / 5)

BOYUN EĞMEZ
Bir Amerikan kahramanı güzellemesi! Öte yandan, ünlü yıldız Angelina Jolie’nin yönetmen koltuğuna oturduğu ikinci uzun metrajından, alnının akıyla çıktığı gerçeği. 2011 tarihli ilk uzun metrajı, Bosna’daki kanlı savaş sırasında geçen ‘In the Land of Blood and Honey / Kan ve Aşk’ın üzerinde bir film, orijinal adıyla ‘Unbroken’. Bir azim ve kararlılık öyküsü. En zorlu koşulda, devam etmenin ve direnmenin filmini çekmiş Jolie. Laura Hillenbrand’ın kitabından beyazperdeye uyarlanan senaryoda, iki büyük ustanın, Ethan ve Joel Coen kardeşlerin imzaları var. Olimpiyat madalyalı efsane atletlerden Louis Zamperini’nin gerçek yaşam öyküsü, etkileyici bir savaş filmiyle taşınmış perdeye. Uzun mesafe koşucusu, dayanıklı, genç İtalyan asıllı Amerikalı Louis Zamperini, 1936’da Berlin’de düzenlenen Olimpiyat oyunlarında ABD’yi temsil etmiş ve ülkeye madalyayla dönmeyi başarmıştır. Dört yıl sonra, Tokyo’da düzenlenecek yeni Olimpiyat oyunlarında, yeni rekorlar kırma amacındaki Zamperini, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte kendini orduda bulur. Tokyo Olimpiyatları ve düşleri ertelenmiştir genç sporcunun. Pasifik’te geçirdiği kazanın ardından, kendini amansız bir hayatta kalma mücadelesinin içinde bulacaktır genç adam. Uçak kazasının ardından, denizde süren hayat mücadelesi, en üst noktada, Japonların esir kampında devam ediyor. Başrolü, demir parmaklıklar ardında geçen baba-oğul öyküsü ‘Starred Up / Yüksek Risk’de enfes bir performans sergileyen 1990 doğumlu genç ve yetenekli İngiliz aktör Jack O’Connell’ın üstlendiği biyografik savaş dramında, Domhnaal Gleeson, Garrett Hedlund ve müzisyen kimliğiyle tanınan Japon aktör Takamasa Ishihara üstleniyorlar. O’Connell’ın, yine gayet iyi bir oyunculuk sergilediğini belirtmek önemli. Filmin ilk kırk beş dakikalık bölümü gayet iyi. Hafif sarkmalar ve tekrarlarla süren ‘hayatta kalma mücadelesi bölümü’, toplam süreyi 137 dakikaya çıkarıp, biraz uzaklaştırıyor işin büyüsünden. Yine de havada, suda ve karada geçen boyun eğmeme hikayesi, epey iyi çekilmiş. Jolie, kırk yıllık yönetmen edasıyla, işin ‘zanaat’ tarafından tam not alıyor. Mesele ve işin propaganda tarafı üzerine biraz daha düşünülüp, incelseymiş film, çok daha iyi bir yapım çıkabilirmiş ortaya gibi. Yine de sınıfı teşekkürle değil ama yüksek notla geçen bir film olmuş ‘Boyun Eğmez’! (3 / 5)

BENİ SEN ANLAT
2011 tarihli ‘Adalet Oyunu’ adlı ilk uzun metrajının ardından, prömiyeri, Adana Altın Koza, Ulusal Yarışma bölümünde gerçekleşen ikinci filmi ‘Beni Sen Anlat’ın yönetmeni Mahur Özmen, aynı zamanda senaryonun da yazarı. Hüzünlü dram, 12 Eylül hikayesi. Güzel sanatlar sınavını kazanıp, resim okumak isteyen Bahar’ın hayatı ve düşleri, babası Neşet’in siyasi kimliği ve ülkenin geçirdiği hassas günler sebebiyle ertelenecektir. Babasının aranması sebebiyle, evlerinden kaçıp, komşuları Halil’in boya işlerini yaptığı lüks bir villaya kısa süre için gizlenirler. Villanın sahipleri, hasta çocuklarının tedavisi için yurt dışına çıkmıştır. Takvimlerin, 12 Eylül 1980’i gösterdiği gün, ordu yönetime el koyunca, aile adeta evde kapana kısılmış gibi kalakalır. Komşuları, Profesör Adnan tarafından görülen aile, bir yandan gizlenmeye çalışırken, Bahar, komşu evdeki Ekin’le yakınlaşır. Daha büyük acılar, dik durarak devam etmeyi ve umudu yarınlara taşımayı engellemeyecektir. Düşler, gerçekler, ülkenin 12 Eylül dönemindeki politik ve sosyoekonomik görünümü, değer yargıları, kırılmalar, acı, elem ve umut! Kürşat Alnıaçık, Aytaç Arman ve Nazlıcan Tuncalı’nın önemli rolleri üstlendiği politik dram, kaçan bir fırsat olarak adlandırılabilir. İyi fikir, senaryo aşamasında, bir hayli örselenmiş. Karikatüre yakın oluş ve karakterler, sağlam gidişatı sekteye uğratıyor. Yine de devrimci bir ruhla ve iyi niyetle çekilmiş tarihi dram, baştan sona izletiyor kendini. (2 / 5) MURAT ERŞAHİN




Diğer Yazılar