Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

20 OCAK 2023

19 Ocak 2023 Perşembe 19:25
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz üç yıldır süren bu beladan çok yakında tamamen kurtulacağız!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, ‘o tarihe ait eski vizyonda bu hafta’ ve ‘sinemadan çıkmış insan’ köşelerini sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden beş klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler yeni yılda da devam edecek!Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

L'horloger de Saint-Paul / Saint-Paul Saatçisi
(Yönetmen: Bertrand Tavernier / 1974)

Vincent, François, Paul... et les autres / Sen, Ben ve Diğerleri
(Yönetmen: Claude Sautet / 1974)

Les Ordres 
(Yönetmen: Michel Brault / 1974)

Les plouffe 
(Yönetmen: Gilles Carle / 1981)

Jean de Florette
(Yönetmen: Claude Berri / 1986)


Vizyonda bu hafta (20 Ocak 2023)
Üçü yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor 20 Ocak haftası!
Damien Chazelle’nin merakla beklenen yeni filmi ‘Babylon / Babil’ ve Avusturya’nın Oscar adayı olan ‘Corsage / Korsaj’, haftanın notlarımız arasında yer alan yenileri!


BABİL

-Bir masalmış geçen yıllar
Kaç yaprak var elimizde?
Aşk bir rüyaymış uyandık
Adı kaldı dilimizde-

Los Angeles, Hollywood! 1920’lerden 30’ların sonuna, sinemanın sessiz döneminden sesin zenginleştirdiği sinemaya uzanan altın yıllarda her anlamda yaşanan aşırılıklar ve günün sonunda yedinci sanata sunulan içten saygı! Yıldız oyuncu kavramını yaratan aktör, gözünü yıldız olmaya dikmiş güzel aktris, ona aşık sinema emekçisi, insanları büyüleyen sektör, Hollywood’un, dolayısıyla Los Angeles’ın her figürü ve ayrıntı zenginliği…
Dönemin hemen her detayını dışarda bırakmadan epik bir fon yaratmış beşinci uzun metraj kurmacasında Damien Chazelle! ‘Whiplash’, ‘En İyi Yönetmen’ Oscar’ına uzandığı ‘La La Land / Aşıklar Şehri’ ve ‘First Man / Ay’da İlk İnsan’ dahil en iyi filmini çekmiş kanımca! Kanlarının son damlasına kadar sinemayı ‘resmen’ oluşturanlar, sahici yıldızlar, en ilkel halinden endüstri kavramının yerleşmesine dek Hollywood, tuhaf karakterler ve ‘melekler şehri ‘Los Angeles’ın kapkara, sakıncalı ve mahrem hücreleri.
Aşk, tutku, hırs, inat, düşler, idealler, verilen ödünler, rekabet, emek, suç, delilik, dejenerasyon, yıldız müessesesi, insan kalmak, her türlü aşırılık ve yedinci sanatın günümüzde ulaştığı en üst noktanın katkısıyla Hollywood’a samimi bir saygı duruşu!  Brad Pitt, Margot Robbie, yıldızı yakında tamamen parlayacak Diego Calva’nın yanı sıra Jean Smart, Jovan Adepo, Olivia Wilde, Lukas Haas, Flea, Li Jun Li, Eric Roberts, Max Minghella, Tobey Maguire ve yönetmen kimliğiyle tanıdığımız Spike Jonze! Oyuncu kadrosu, başrolden, en ufak yardımcı oyuncuya kadar özenle seçilmiş. Pitt, Robbie ve Calva, ışıldıyorlar! Chazelle, Margot Robbie’yi, adeta Fellini’nin ‘La Dolce Vita / Tatlı Hayat’ının Anita Ekberg’i gibi görüntülemiş kamera ardından! Bu arada Brad Pitt’in canlandırdığı dönemin yıldız oyuncusu ‘Jack Conrad’ karakteri, Rudolp Valentino’nun en büyük rakibi olan aktör, senarist ve yönetmen John Gilbert’ten esin almış! Gilbert, sessiz film döneminde ün kazanan ve ‘büyük aşık’ olarak bilinen popüler bir başrol oyuncusuydu. 
Filmin müthiş yapım tasarımı dolayısıyla sanat yönetimi yüksek sanat ölçüsünde! Chazelle filmlerine besteleriyle ayrı bir derinlik katan iki Oscar ödüllü Justin Hurwitz’in orijinal film müziği çok uzun süre zihinden çıkmaz! ‘La La Land / Aşıklar Şehri’ ile Oscar kazanan İsveçli görüntü yönetmeni Linus Sandgren ise bir diğer artı değeri filmin!
Tesadüflerin ve gözü kara cesaretin de tetiklediği yıldızlar, bir günde değişen hayatlar, eski Roma’yı andıran 1920’li yılların ‘limitsiz’ Hollywood partileri, derin Los Angeles dehlizlerinde, yerin yedi kat altında akıl almaz aşırılıklarla yüklü, netameli ‘light’ Pasolini oluşları, epik, insancıl, dokunaklı öykü, enfes giriş ve final bölümleri. Yedinci sanata ve onu yaratan bütün auteur ve emekçilere sunulan saygı, yeni yetme sterilliğinden uzak durmuş stil. Chazelle filmlerinde etrafa daha önce olmayan bir gerçeklik ve mütevazılıkla bakan kamera! Bir de şu üç saat dokuz dakika mümkün mertebe kısalabilseymiş! (4 / 5)  

 

KORSAJ
-Bedeni ve ruhu sıkan şeyler üzerine-

Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth’in yaşamının bir yılına kurgusal bir bakış! Sisi lakaplı Avusturya imparatoriçesi, Macaristan, Hırvatistan ve Bohemya kraliçesi Elisabeth’in (1837-1898) kırk yaşını bitirdiği yılda, bir Noel öncesi, 1877’de başlıyor film. Elisabeth’in bel ölçüsü yıllar boyu yalnızca 45 cm olarak kalmış. Fakat Sisi olarak da bilinen Avusturya İmparatoriçesi, yalnızca belini tamamen saran, ince özel yapım korseler yüzünden değil, Viyana’daki sarayda kendine biçilen sessiz ve işlevsiz biblo rolü, yardımsever, fedakâr, sevgi dolu, sadık eş-anne portresi yüzünden de boğulmuş, nefessiz kalmış. Kırkıncı doğum günü kutlamalarını, dönüm noktası alarak sonunda zincirlerini kırmaya niyetlenen, bilgiye, sevgiye ve yaşama aç bir kadının isyanı! Kırılgan ve duygusal olduğu kadar öfkeli, narin ama cesur ve güçlü bir kraliçe!
‘En İyi Yabancı Dilde Film’ dalında Avusturya’nın Oscar adayı olan tarihi ve biyografik dram, Cannes Film Festivali’nin prestijli ‘Belirli Bir Bakış / Un Certain Regard’ bölümünde başrol oyuncusu Vickie Krieps’a ‘En İyi Oyuncu’ ödülünü kazandırmıştı. Avusturyalı sinemacı Marie Kreutzer’in senaryosunu kaleme aldığı ve yönettiği beşinci uzun metraj kurmacasında; müthiş performansıyla izleyeni büyüleyen Krieps’a, Florian Teichtmeister, Alma Hasun, Colin Morgan ve Jeanne Werner eşlik ediyorlar. 
Hayatının büyük kısmını geride bırakmış, ‘baskı’ altındaki bir kadının, hatta bir kraliçenin kendini bulma arayışı ve özgürlük çığlığı perdeye yansıyan! Oğlu, ilerde Mayerling faciası olarak anılan trajik olayın kahramanı olacak, büyük kızını henüz iki yaşındayken kaybeden, küçük kızı ve odalıklarıyla sarayda yapayalnız bir hayat süren Kraliçenin farkındalık çabası, sadece taranması her gün üç saat süren saçlarının kölesi olmuş bir kadının isyan haykırışı ve ‘işleri’ yoluna koymaya karar vermiş dirayetli bir eş ve annenin tamamen içerden ve sarsıcı öyküsü! 
Hayatını kraliyet kuralları nedeniyle ıskalamış bir kadının hüzünlü mücadelesi, vücudu boydan bele kadar saran engeller başta olmak üzere gidişata karşı durmanın bedeli öte yandan perdede duran. Vickie Krieps olağanüstü. Judith Kaufmann’ın görüntü yönetimi, Camille imzalı orijinal müzik ve çok sıkı soundtrack de cabası! (3,5 / 5)

 Notlarımızda yer alamayan haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen Anthony Bell imzalı ABD-Çin ortak yapımı ‘Rock Dog 3 Battle the Beat / Süper Yetenek 3: Büyük Yarış’ macera yüklü bir animasyon! Dünyayı gezdikten sonra biraz ara verip köyüne dönen Bodi, kız grubu K-9’un, Angus Scattergood’un kim olduğunu bilmediğini öğrendiğinde, yeni nesil rock yıldızlarına ilham vermek için müzikal yarışma programı Battle the Beat’e katılmaya karar verir. Ancak Bodi, TV şovuna dahil olurken çiğneyebileceğinden daha fazlasını ısırır ve hedeflerini gözden kaçırarak bir gecede fenomen bir TV kişiliği haline gelir.
İngiltere-Almanya-ABD ortak yapımı haftanın bir diğer animasyonu olan ‘The Amazing Maurice / Muhteşem Kedi Maurice’, Toby Genkel ve Florian Westermann ikilisi tarafından yönetilmiş.
Yine haftanın bir diğer animasyonu olarak küçük izleyiciyi mutlu edecek olan Lüksemburg-Almanya ortak yapımı ‘My Fair Troublemaker / Benim Küçük Diş Perim’i Caroline Origer yönetmiş. Doğayı çok seven Maxie ve annesi şehre taşınırlar. Bu durumdan pek de hoşnut olmayan Maxie çok kısa süre sonra Violetta ile tanışır. Bu arkadaşlık Violetta’nın kendi dünyasına geri gitmek için Maxie’den yardım istemesiyle ilginç bir serüvene dönüşür.
Senaryosu Barış Erdoğan ve İlker Arslan tarafından kaleme alınan, yönetmenliğini Hakan İnan’ın üstlendiği aksiyon dram ‘49’, 11 Haziran 2014'te IŞİD’in Musul’u işgal etmesi sonrası Türkiye Başkonsolosluğu’nda esir alınan 49 personelin kurtarılması için mücadele eden MİT mensuplarının öyküsü. Başlıca rolleri üstlenen isimler İsmail Hacıoğlu, Sinan Tuzcu, Hande Doğandemir, Doğukan Polat, Hasan Küçükçetin ve Kerem Alışık.
Senaryo ortağı ve başrol oyuncusu Şafak Sezer’in popüler bir seri olarak sürdürdüğü ‘Kutsal Damacana 4’, kahramanımız Fikret’in yanlışlıkla girdiği papazlık yolunda Vatikan'a kadar yükselmesinin ardından yurda dönüş hikâyesini taşıyor perdeye. Kamil Çetin’in yönettiği komedide Şafak Sezer’e eşlik eden isimler, Ersin Korkut, Müjde Uzman, Nilgün Belgün, Erhan Yazıcıoğlu, Deniz Oral, Ruhi Sarı, Buket Dereoğlu ve Onur Büyüktopçu.
‘Motelde Katliam’. Kızlarını üniversiteye yerleştirmek için Çorum’a gelen bir ailenin, kaldıkları motelde başlarından geçen ürkütücü olaylar. Murat Kuşçu’nun yönettiği korku-gerilimin oyuncu kadrosunda Feyza Aydın Kılıç, Aleyna Kılıç ve Bülent Mert yer alıyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! 
İyi seyirler herkese!

 

TARİHTE BU HAFTA
On bir ve altı yıl öncesine, 2012 ve 2017 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (20 Ocak 2012)

Bu hafta, geçmiş tarihlere bakınca oldukça kısır bir vizyona ev sahipliği yapıyor. Üç yeni filmden sadece ‘Düşler Bahçesi / We Bought a Zoo’ notlarımız arasında. Basın gösterimine katılamadığımız animasyon ‘Neşeli Ayaklar 2 / Happy Feet Two’ ve adına ön gösterim düzenlenmeyen korku-gerilim ‘İçimdeki Şeytan / The Devil Inside’ notlarımız arasında bulunmuyorlar. Özellikle çocuklara seslenen, George Miller imzalı 2006 tarihli ‘Neşeli Ayaklar / Happy Feet’ in çok sıcak ve sürükleyici olduğu kalmış aklımda. 2006 tarihli bu sevimli filmin, ‘En İyi Animasyon’ dalında Oscar kazandığını da ekleyelim notlarımız arasına. Step dansın kralı küçük penguen Mumble’ın yeni macerasını, sömestr tatiline çıkanlara, izlemeden tavsiye ediyorum doğrusu. Her hafta söylediğimiz gibi; içinizdeki ‘sinemadan çıkmış insana’ iyi bakın lütfen; sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu çünkü! Herkese iyi seyirler.


DÜŞLER BAHÇESİ
Cameron Crowe, son kurmaca filmini 2005’te çekmişti: ‘Elizabethtown’. Araya, biri Pearl Jam’in yirminci yılı şerefine çektiği ‘Pearl Jam Twenty’ olmak üzere iki belgesel sıkıştıran Crowe, yeni işiyle karşımızda. Crowe’un dramatik anlarda kurduğu bildik çocuksu ve son derece naif yapı, bu filmde de mevcut. Fakat işin özünde, ‘aile salonumuz mevcuttur’ tarzı bir film duruyor perdede. Kendimizi iyi hissedelim, bütün aile sevgiyle birbirimize sarılalım, el ele verelim diyen, dramatik fonlu ve mizahi anlara sahip ‘aile’ filmi, gerçek bir olaydan uyarlanmış; daha doğrusu Benjamin Mee’nin aynı adlı anı kitabından. Çok sevdiği eşini kaybeden Los Angeles’lı Benjamin iki çocuğuyla beraber; yeni bir başlangıç yapmak ister. Şehir dışında, eski bir evi beğenirler fakat ‘ufak’ bir problem vardır ortada. Burası sadece bir ev değil, aynı zamanda içinde bir dolu hayvanın yaşadığı eski bir hayvanat bahçesidir. Çocukları ve hayvanat bahçesi çalışanlarıyla ele ele veren Benjamin Mee, bütün olanaklarını sonuna kadar kullanarak, uzun zamandır kapalı olan hayvanat bahçesini yeniden açmak için kolları sıvar. İki saati hafif aşan süresi boyunca hoş bir seyirlik çekmiş Crowe. Ama oldukça lay lay lom bir iş olmuş bu seferki. Bir video klip, en iyi yorumla; karlı bir Pazar sabahı; ailecek izleyeceğiniz bir TV filmi, perdedeki. Mazbut bir aile babası rolünde karşımıza çıkan Matt Damon’a, üzerindeki iş elbisesini asla çıkarmayan Scarlett Johansson, Thomas Haden Church ve Elle Fanning eşlik ediyorlar. Aşk, sevgi, dostluk, aile, değerler, düşler, umut ve bir arada olmanın önemi. Bütün bunlar güzel ama oldukça düz izlediklerimiz. Dili, büyüsü, sineması eksik filmin.   

 

Vizyonda bu hafta (20 Ocak 2017)
Yeni vizyonun beraberinde getirdiği film sayısı altı. Altı yeni yapımın, üçü yerli. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

JACKIE
-Varoluş sorgusu veya hemen her şeyin ölümü üzerine-

Şilili ‘yaman’ sinemacı Pablo Larraín, bu kez memleketi Şili’den, ABD’ye yöneltiyor keskin, titiz bakışını ve 1963’te suikast sonucu öldürülen ABD başkanı John F. Kennedy’nin eşi ‘first lady’ Jacqueline Kennedy’nin suikast anından, cenaze törenine ve hemen sonrasına uzanan süreçte yaşadıklarını, hissettiklerini yansıtıyor perdeye. 22 Kasım 1963’te Dallas’a ayak bastıktan sonra konvoy geçişi sırasında suikaste kurban giden ABD başkanının eşinin gözünden, ülke ve dünya gerçekleri ile bütün bir dönemin analizi işin aslı izlediğimiz. John F. Kennedy değil sadece hayatını yitiren, bütün bir ülke ve bir dönem diyor Larraín, ne söylediğini gayet iyi bilen, son derece insancıl ve aynı oranda akla seslenen öyküde. Noah Oppenheim imzalı senaryo, sadece ülkesinde değil, dünyada çok şeyi değiştirmek üzere yola çıkmış başkanın modern, reformist eşi, fırsatlar ülkesinin first lady’si ‘Jackie’nin içselliğiyle, artık kapanan son masumiyet dönemine ve yeni açılan başka, nobran ve umarsız bir çağa, incelikli bir bakış atıyor. Mağrur ve vakar eş Jackie ile birlikte, aynı hayatın omuz başından nefes alıp veren ölüme, varoluşumuza anlam yükleyen hayat denen sürece bakıyoruz biz de ve hüzünle gülümsüyoruz, insan hayatının anlamını da düşünerekten. ‘Jackie’ performansında Natalie Portman benzersiz. ‘Bobby Kennedy’ rolünde yine son derece nüanslı oyunculuğuyla Peter Sarsgaard’a, Greta Gerwig, Billy Crudup, Richard E. Grant, Caspar Phillipson, John Carroll Lynch ve ustaların ustası John Hurt eşlik ediyorlar. Mica Levin’in, kimi zaman gerilimli, kimi zaman elem dolu orijinal müziği, zihne yerleşip, orada kalmaya aday. Hemen her detayıyla çok çalışılmış, üzerine kafa yorulmuş, son derece incelikli bir film ‘Jackie’. Her daim söyleyecek sözü olan ve bunu zorlanmadan, enfes biçimde söyleyen Pablo Larraín, ‘Tony Manero’ ile yerleştiği yüreğimizde, sırasıyla ‘Post Mortem’, ‘No’ ve ‘El Club’ın ardından ‘Jackie’ ile de derin çentikler açıyor yine. ‘Neruda’yı ise dört gözle beklediğimizi söylemeye gerek yok. ‘Jackie’, adının vaat ettiği biyografik dramın çok ötesinde, başka bir yerden ve başka bir biçimde son derece zengin paragrafları olan; yetkin bir yedinci sanat örneği. (4,5 / 5)


BU DA NEREDEN ÇIKTI?
-Hesapta olmayan muzır damat adayı-

Beyazperdenin çok sevdiği baba-kız-erkek arkadaş üçgeninin yeni bir örneği. Benzer öykü ‘Meet the Parents / Zor Baba’nın senaryo yazarlarından senarist-yönetmen John Hamburg imzalı filmde, Hollywood’un iki farklı jenerasyonundan iki usta isim çıkıyor karşımıza: Bryan Cranston ve James Franco.  İki aktörün ‘çekişmesi’ üzerine kurulu komedi, sevimli anlara sahip. Michigan’da orta büyüklükte bir matbaanın sahibi olan Ned Fleming için hayatın anlamı, işi ve ailesidir. Çok sevdiği kızı, babasının doğum günü sırasında üniversitedeki yurt odasından video konferans ile partiye katılır. Dünyanın en mutlu babası, odaya aniden giren ve soyunmaya başlayan yabancıyı görünce, her şeyin kontrolünden çıktığını fark eder ve kızının ilk ciddi erkek arkadaşı ile tanışmak üzere, yanına eşi ve oğlunu da alarak; Kaliforniya’ya hareket eder. İleri teknoloji, eski usul hayat, baba-kız ilişkisi, aşk, akrabalık, sevgi, dostluk ve kabulleniş üzerine ‘noel’ soslu yapım, çok kalıcı olmamakla birlikte; kimi yerleri oldukça iyi kaleme alınmış, incelikli bir komedi olmuş. Kaba tuvalet mizahı da içeriyor tabii ancak, yerinde saptamaları, duygusal anları ve akılcı mizahıyla keyifle izletiyor kendini. ABD’li ünlü hard rock grubu ‘Kiss’in efsane üyeleri Gene Simmons ve Paul Stanley, filmin sürpriz isimleri olarak renk katıyorlar matrak curcunaya. Soundtrack’te yine Kiss imzası var tabii. Senaristler arasında Hollywood’un yaman komedyeni Jonah Hill’in varlığından söz etmek önemli. Zoey Dutch, Megan Mullally, Cedric the Entertainer ve Keegan-Michael Key, oyuncu kadrosunun diğer önemli isimleri. Bir şekilde bir baba-oğul öyküsü olarak da bakabiliriz filme. ‘Pembe Panter’ gönderisi, Müfettiş Clouseau ve yardımcısı Kato’ya sunulan yeni nesil saygı, kalburüstü komedinin en özel anlarından. (3 / 5)

Hakan Algül’ün yönettiği, Ata Demirer’in senaryosunu yazıp, başrolü üstlendiği ‘Olanlar Oldu’, başrollerini, Afra Saraçoğlu ve Tolga Sarıtaş’ın paylaştıkları, Yağız Alp Akaydın imzalı ‘Kötü Çocuk’ ile iki animasyon, Walt Disney stüdyolarının yeni harikası ‘Moana’ ve yerli yapım ‘Pepee’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer filmleri. Tekrar iyi seyirler!
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar