20 MART 2015
18 Mart Çarşamba günü vizyona giren ve bir Çanakkale Savaşı öyküsü anlatan yerli yapım ‘Son Mektup’u da sayarsak, 20 Mart haftası toplam yedi filme ev sahipliği yapıyor. ‘Son Mektup’, Abel Ferrara imzalı, usta sinemacı ve aydın Pier Paolo Pasolini’nin son gününü beyazperdeye yansıtan biyografik dram ‘Pasolini’ ve yerli komedi ‘Kocan Kadar Konuş’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yeni filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
İKİNCİ BİR ŞANS
Çarpıcı dram, Danimarkalı sinemacı Susanne Bier imzalı. ‘Brothers / Erkek Kardeşler’, ‘After the Wedding / Düğünden Sonra’ ve ‘en iyi yabancı film’ dalında Oscar kazanmış ‘In A Better World / Daha İyi Bir Dünyada’ adlı rafine filmlerden anımsayacağınız Bier’in yönettiği gerilimli dramı, vatandaşı ve bol ödüllü, cin fikirli senarist-yönetmen Anders Thomas Jensen yazmış. Polis dedektifleri Andreas ve Simon, şiddet ve uyuşturucu kökenli bir olay için kendilerini suç mahallinde bulduklarında, evde ağlayan bir bebekle karşılaşırlar. Uyuşturucu müptelası anne-babası tarafından kötü şartlarda yaşatılan bebek, yanlış ve doğru arasındaki seçim meselesiyle, adalet kavramlarını sorgulatacak, trajik bir olayın başlangıcı olacaktır. Bertolt Brecht’in ünlü eseri ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ çıkışlı öykü, adalet kavramını fena halde kaşırken, izleyiciyi doğru ve yanlış nedir soruları arasında uzun süreli bir yolculuğa çıkarıyor. Nikolaj Coster-Waldau, Ulrich Thomsen, Nikolaj Lie Kaas ve Maria Bonnevie gibi, uluslararası üne sahip, çok güçlü İskandinav oyuncular yer alıyor kadroda. Ters köşe bir sürprizin, gerilimli bir suç öyküsünü ve ağdalı bir dramı beslediği film, izleyeni, koltuğunda hüzünle düşündürürken, zorlu bir seçim yapmak zorunda kalmanın acısını ve suçluluk duygusunu yaşatmayı başarıyor. (3 / 5)
FOKUS
2011 tarihli romantik komedi ‘Crazy, Stupid, Love. / Çılgın Aptal Aşk’ filminin yönetmenleri Glenn Ficarra ve John Requa’nın yazıp yönettikleri avantür suç filmi; romantik tatlar da içeriyor. Will Smith ve özellikle ‘The Wolf of Wall Street / Para Avcısı’ filminden anımsayacağınız güzel aktris Margot Robbie’nin ilginç kimyasından güç alan entrikalı öyküde, Brezilyalı aktör Rodrigo Santoro, Adrian Martinez, Robert Taylor ve Gearld McRaney gibi yetenekli aktörler de rol alıyorlar. Usta bir dolandırıcı olan Nicky, yolun başında olan genç, güzel ve hevesli Jess’i, işin püf noktalarını öğrettikten sonra, ekibine katar. İkilinin arasındaki elektrik arttıkça, Nicky’nin ‘duygusal’ tedirginliği de artar ve Jess’den uzaklaşır. Aradan geçen üç yılın ardından femme fatale bir dolandırıcı olan Jess ile Nicky’nin yolları yeniden kesişir. Çok yüksek miktarda paranın söz konusu olan yeni tezgahın ortasına duygular da karışır. Entrikanın doruğa çıktığı suç öykülerinden, David Mamet imzalı 1987 tarihli ‘House of Games / Oyun Evi’ ve Fabián Bielinsky’nin (1959-2006) yazıp yönettiği, 2000 yapımı Arjantin filmi ‘Nine Queens / Dokuz Kraliçe’nin oldukça uzağında seyreden ama içerdiği öykünün dinamikleri bakımından bu iki çok önemli filmi zihne düşüren yapım, başrol oyuncularının kimyaları ve türün entrika kokan gizemini seven izleyici için hoş bir seyirlik sunuyor ama atmosferdeki genel boşluk hali ve zenginleşemeyen içerik, belli bir yerde tıkanıp kalmasına yol açıyor hikayenin. Yine de, hoş ve keyifli, öylesine bir seyirlik olarak nitelenebilir eğlenceli yapım. 1999’da yeniden çevrilen 1968 tarihli Norman Jewison imzalı romantik suç klasiklerinden ‘The Thomas Crown Affair / Kibar Soyguncu’ya da, filmin enfes şarkısı ‘The Windmills of Your Mind’ın cover’ıyla saygılarını sunarak, öykünmeye çalışmış film. Noel Harrison’un yorumuyla unutulmaz bir başucu şarkısı olarak zihne çakılmış Michel Legrand bestesi, ‘meseleyi’ kurtarmasa da, hoş bir sürpriz olarak o günlere, filme götürüyor bizi. Will Smith ve Margot Robbie’nin ateşli karizmaları, Steve Mc Queen ve Faye Dunaway’in aralarındaki çekimin çok çok uzağında olsa da. (2,5 / 5)
KURALSIZ
Öncelikle serinin ilk filmi olan 2014 tarihli ‘Divergent / Uyumsuz’u anımsayalım. Veronica Roth adlı yazarın çok satan, aynı adlı popüler romanından perdeye uyarlanan bilimkurgu-macera, özellikle benzeri öykülerin müptelası olan genç kızların ilgisine mazhar olacak romantik tatlar da içermekteydi. Politik yanı da epey güçlüydü distopik öykünün. Karanlık bir distopya ortamında başlıyordu film. Nükleer savaşı sonrası geriye kalan toplum, beşe bölünmüştü. Görünürde, eşitlikçi ve özgürlükçü olan fakat bir kast sistemi şeklinde oluşturulmuş, sınıfsal bir toplumdu bu. Kanunu koruyan kolluk kuvveti olan ‘cesurlar’, yürütmeyi temsil eden aydın ‘fedakarlar’, otoriteyi temsil eden, ilim ve bilimle de ilgili olan seçkinler, çiftçilik ve üretimle uğraşan nazikler ve adaleti temsil eden doğrucular. Gençler, belli bir yaşa geldiklerinde hangi sınıfı seçeceklerine karar vermek zorundaydılar. Uygulanan test sonucu, her gence, ona en uygun bölümü gösteren yetkililer, gençlerin ömürlerini geçirecekleri sınıflardaki mutluluklarının, toplumsal huzuru da beraberinde getireceğini düşünmekteydiler. Kahramanımız Tris ise, yapılan test sonucu ‘uyumsuz’ çıkmıştı. O, farklıydı; hemen her sınıf ve bölüme ait hissetmekteydi kendini. ‘Cesurlar’a katılan Tris, hayatına; kolluk gücü bünyesinde devam edebilmek için, zorlu fiziksel ve psikolojik testlerden geçmek zorunda kaldı. ‘Uyumsuz’ olmanın cezası ise ölümdü. Bu sırrı gizlemek zorunda olan Tris, kısa süre içinde, bambaşka ve karanlık bir gerçeğin farkına varıyor ve halkın geleceği adına mücadele ederken buluyordu kendini. Faşist ve otoriter bir sistem tablosuna dönüşen büyük resim, gezegenimizi ilgilendiren, son derece güncel politik göndermelere, değinilere sahipti. 2006 tarihli ‘The Illusionist / Sihirbaz’ ve 2011 yapımı ‘Limitless / Limit Yok’ filmleriyle tanıdığımız Neil Burger’in yönetmen koltuğunda oturduğu popüler yapımın başrolünde ise, 1991 doğumlu aktris Shailene Woodley yer alıyordu. Yakın gelecekte adını sıklıkla duyacağımız Woodley’e, yakışıklı İngiliz aktör Theo James, Jai Courtney ve Lenny Kravitz ile Lisa Bonet’in kızları, Zoë Kravitz eşlik ediyorlardı. Usta aktris Kate Winslet, Ashley Judd, kadronun ünlü isimleriydiler. Politik noktaları, aksiyonu romantizmle birleştiren yapısı ve başarılı atmosferiyle, ilgiye değer bir filmdi ‘uyumsuz’. En büyük problemi ise, bir yerlerden fazlasıyla tanıdık oluşuydu. Benzer popüler eserlerden, kendisinden önce beyazperdeye yansıyan, benzer yapımların, ‘The Hunger Games / Açlık Oyunları’ serisinin ve ‘The Mortal Instruments: City of Bones / Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri’ filmlerinin adeta yeni bir bölümü olarak izlenen film, güçlü yapım tasarımına rağmen, ısıtılıp servis edilen bir sanayi yemeği lezzetine dönüşüyordu bir yerden sonra. Bildik formüller ve gelişmeler devreye giriyor ve ardından muhtemel devam filmi beklenmeye başlıyordu. Serinin devam filmi çıkageldi… ‘Insurgent / Kuralsız’, ilk filmin kaldığı yerden devam ediyor. İlk film gibi, duvarlarla çevrili Chicago kentindeyiz. Tris’in kişisel tercihi, bir devrimi tetiklerken, isyan, var olan düzeni tehdit edici boyutlara yükselir. Yükselen aksiyonve tansiyonuyla perdeye yansıyan yeni filmi, 2002 yapımı ilk uzun metrajı ‘Tattoo / Dövme’, ‘Fightplan / Uçuş Planı’, ‘The Time Traveler’s Wife / Zaman Yolcusunun Karısı’ ve ‘Red’, ‘R.I.P.D. / Ölümsüz Polisler’ gibi farklı türden sürükleyici filmleriyle tanınan Alman yönetmen Robert Schwentke imzalamış. Başrol oyuncularının öyküyü sürdürdüğü filmin oyuncu kadrosuna eklenen ünlü isimse, Naomi Watts. Aksiyon soslu bilimkurgu gerilim, popüler gençlik serüvenlerinin yeni ama aynı örneği olarak izleniyor. Bu ‘aynılık’ meselesini kafanıza takmazsanız, iki saatlik süresi boyunca asla sıkmayan, teknik yanı oldukça titiz bir macera sizi bekliyor diyebiliriz. (2,5 / 5)
THE GUNMAN
Yetmişli yılların çok okunan ve üzerinde konuşulan suç romanlarının yazarı Fransız kalem Jean-Patrick Manchette’nin (1942-1995) romanından uyarlanan aksiyon ağırlıklı suç filmi, İspanya-Fransa-İngiltere ortak yapımı. Londra, Barselona ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, Cape Town’da çekilen hareketli filmin yönetmen koltuğunda, ‘Taken / 96 Saat’ ile çıkış yapan, Fransız Pierre Morel oturuyor. Başrolde, usta aktör Sean Penn var. Bir diğer usta isim Javier Bardem, İtalyan aktris Jasmine Trinca ve İngiltere’den üç önemli aktör, Ray Winstone, Idris Elba ve Mark Rylance, zengin kadroyu oluşturuyorlar. Çok uluslu aksiyon, kadrosunda barındırdığı yıldız isimlerin hakkını veremiyor. Bütün performanslar, ellerinden geleni yapsalar da, karikatür gibi kalmışlar sonuçta. Eski bir paralı asker ve tetikçi olan Jim Terrier, kendisine oynanan oyun sonucu, sevdiği kadını ve hayatının önemli yıllarını kaybetmiştir. Sekiz sene önce, Kongo’da karıştığı kirli komplonun içinde yer alanlar, bir bir hedef alındığında, Terrier; sırada kendisinin olduğunu anlar ve hayatta kalıp, sevdiği kadını korumak için, müthiş bir mücadeleye girer. Öykünün içindeki komplo ağına ve duygusal gelişmelere önem vermeden, sırtını sadece formülü belli bir aksiyona dayamış ama bu yüzeyden mesele için birçok önemli aktöre karnelerindeki kötü notları baştan dağıtmış film, aksiyon mevzusunu da, alnının akıyla halledememiş. Teknik yeterlilik açısından sorunu olmayan filmde, aksiyonun genel nabız atışını ‘normal’ halde tutmayı beceremeyen yönetmen ve Manchette’nin romanını, son derece sığ biçimde perdeye uyarlayan senaryo ekibinde; Don MacPherson ve Pete Travis’te yatıyor problem. İşin aritmetiğini, bakkal matematiği düzeyinde tutup, karman çorman bir yapı üzerine, bünyeyi ikna etmeyen, bayat aksiyon hamlelerini yediren yapım, vasat altında kalmaktan kurtulamıyor maalesef. Oyuncu kadrosu itibariyle, fare doğuran bir dağ diyebiliriz özetle. (2 / 5) MURAT ERŞAHİN