20 ARALIK 2013
Bu hafta, vizyondaki film sayısı sekiz. Bunlardan altı tanesi yerli yapım. Yerli filmlerin hakimiyetindeki haftada, Danis Tanovic imzalı, Bosna Hersek yapımı ‘Bir Hurdacının Hayatı’ adlı doküdram, sadece haftanın değil, sezonun en iyilerinden biri olarak dikkat çekiyor. İçinizde yaşayan, ‘sinemadan çıkmış insana’ sıkı sıkıya sarılmayı ihmal etmeyin sakın! Herkese iyi seyirler.
KEDİ ÖZLEDİ
Bir anestezi uzmanı olan Doktor Kadir, modacı Kıymet ile on yıldır, sevgi dolu bir ilişki yaşamaktadır. Çiftin ‘aşk’ adını verdikleri bir de kedileri vardır. Kadir’in bekar ve çapkın arkadaşları, dostlarına; ilişkisinin monotonluğa girdiğini öne sürerek, ufak kaçamaklar yapmasını tavsiye ederler, hatta daha da ileri giderek kusursuz işleyeceğini savundukları bir plan yaparlar. Birbirlerine aşık Kadir ve Kıymet’in ilişkisi, çeşitli fırtınalarla boğuşacaktır. 2007’de, ‘Son Osmanlı Yandım Ali’ filmiyle gişede başarı kazanan Mustafa Şevki Doğan’ın yönettiği romantik komedide başrolleri, yetenekli komedyen İlker Ayrık ve ‘Galip Derviş’ dizisinden tanıdığınız Algı Eke paylaşıyorlar. Baykut Badem ve Filiz Ekinci imzalı senaryoda, Yeşilçam’ın yıldız isimlerinden Oya Aydoğan’da rol alıyor. Hollywood sinemasının gayet iyi kotardığı romantik-komedi formüllerini, sinemamıza başarıyla yediren bir film olmuş ‘Kedi Özledi’. Titiz çalışılmış, iyi halledilmiş, iyi oynanmış bir film. Senaryo ve diyaloglara biraz daha özen gösterilip, sıradanlıklara göz yumulmasaymış, epey kalıcı bir salon komedisi çıkabilirmiş ortaya. Başrol oyuncuları Ayrık ve Eke gerçekten çok iyiler. Özellikle Algı Eke, son derece doğal! Başarılı aktris için şimdiden, yerli romantik komedilerin Meg Ryan’ı diyebiliriz kolaylıkla. Salondan gülümseyerek ayrılacağınız, hedefi bulmuş sevimli bir film, ‘Kedi Özledi’. (2,5 / 5)
SÜRGÜN
1960’ların Büyükada’sındayız. Rumlar ve Türkler, hep birlikte kardeşçe yaşarlarken, Kıbrıs’ta meydana gelen olaylar, Türkiye’ye de sıçrar ve filizlenen düşmanlık, zengin bir Rum ailesinin tek kızı Eleni ve onu deli gibi seven yoksul faytoncunun oğlu Sedat’ı etkiler. İki aşık, Türkiye’deki Rumların sınır dışı edilmesiyle ayrılmak zorunda kalırlar. Mübadele dönemi ve Varlık Vergisi üzerine sinemamızda çekilen filmlere şimdi de, 16 Mart 1964’te Rumların, Türkiye’den sınır dışı edilmesi meselesi eklendi. Rıdvan Akar ve Hülya Demir’in ‘İstanbul’un Son Sürgünleri’ adlı kitaplarından, Selin Tunç tarafından senaryolaştırılan filmi, ‘Romantik Komedi 2: Bekarlığa Veda’yı da imzalayan, reklam yönetmeni Erol Özlevi yönetmiş. Saadet Işıl Aksoy ve Tolgahan Sayışman’a, Mahir Günşıray ve Ruhsar Öcal eşlik etmişler. Gayet önemli, tarihi toplumsal ve siyasi bir meseleyi, Yeşilçam tarzı bir aşk hikayesi ile anlatmayı seçmiş film, bir yere kadar gayet iyi ve sağlam ilerlese de, eski, kötü alışkanlıklara kurban gidip, bir yerden itibaren, bambaşka bir yöne kayıp, ciddi içeriğini son derece yetersiz ele alıyor. Odak sorunu yaşayan ‘Erler’ yapımı, sinemamızın iyi beceremediği dönem filmi zaaflarını içeriyor. Dönem filmi yapmak sinemamız için bir hayli güç bir sınav. Üstelik müsamere kıvamında ele alındığında, önemli bir fırsatın kaçtığını görüyoruz üzülerek. Yine de tarihe ve Yeşilçam romantizmine meraklı izleyici için seyirlik bir iş. (2 / 5)
ÖZÜR DİLERİM
Zihinsel engelli bir adamın ve onun için türlü fedakarlıktan kaçınmayan annesinin hüzünlü öyküsü. Annenin en büyük üzüntüsü, büyük oğlunun, hayatının sonuna dek birine bağımlı kalarak yaşayacak olması gerçeği. Küçük kardeş evlilik hazırlığında ve akıp gidiyor evdeki gündelik hayat. İlgi, şefkat, sevgi ve bağlılık. Son hızla geçen günlerin, hiçbir şeyi, hiç kimseyi takmayan acımasızlığı öte yandan! Sema Poyraz’ın 32. İstanbul Film Festivali’nde, ‘En iyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandığı ‘Özür Dilerim’, ilk uzun metrajı ‘Eylül’ ile Adana Altın Koza’da ‘en iyi yönetmen’ seçilen Cemil Ağacıkoğlu’nun ikinci filmi. ‘Eylül’ ile umut vermişti Ağacıkoğlu. Bu kez, arada derede kalmış sanki perdedeki film, söyleyeceğini ‘etkisiz’ söylemiş. İki başrol oyuncusunun etkili oyununa dayalı, ne olduğu, ne söylediği pek net olmayan bir yapım ‘Özür Dilerim’. ‘Evde hasta bakmak zordur’ ve/veya ‘ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar’ mı diyor film? Ya da, hazır sahipken göstermeliyiz sevgi ve ilgimizi en sevdiklerimize mi? Toparlanamamış bir mesele; neyi öne çıkartacağını kestirememiş ‘eksik’ öykü. Sema Poyraz ve Güven Kıraç’ın güçlü performansları ise, hikayenin üzerine çıkıyor. (2 / 5)
YARIM KALAN MUCİZE
1940’lı yıllardayız. İkinci Dünya Savaşı sırasında, özellikle Anadolu, açlık ve sefalet içinde. Öte yandan, bağnazlıkla, feodal yapıyla, cehaletle savaşılıyor. Köy Enstitüleri’nin varolma nedeni de bu zaten; Anadolu halkının, eğitim ve kültür seviyesini artırmak. Kahramanımız, gencecik bir kız ve en büyük düşü, idealist bir öğretmen olarak, kendi köyünde karanlıkla mücadele etmek. Erkek kılığında köyünden kaçıp, cesaretle; en yakın köy enstitüsünde buluyor kendini. Biket İlhan imzalı ‘Yarım Kalan Mucize’, ‘açlık yok olmadığı müddetçe kölelik de yok olmaz’ diyor! Başrolü üstlenen, aynı zamanda filmin senaryo yazarı, yapımcısı ve kurgucusu olan Nihan Belgin. Yılların güçlü oyuncusu Ayten Uncuoğlu, Yetkin Dikinciler ve Dolunay Soysert, tarihi dramın diğer önemli rollerini üstleniyorlar. Çok önemli bir meseleye değiniyor film. Fakat maalesef, sinema büyüsünden oldukça uzakta oluşlar. (2 / 5)
BİR HURDACININ HAYATI
Orijinal adı ‘Epizoda u zivotu beraca zeljeza’ olan yapım, bir doküdram. Saraybosna’ya üç saat uzaklıkta, tanrının unuttuğu küçük kasabada yaşayan yoksul insanlar ve verdikleri, hayata tırnaklarıyla tutunma mücadelesi. Danis Tanovic imzalı yapım, zımba gibi bir film. ‘En iyi yabancı film’ Oscar’ını elde eden 2001 yapımı ilk uzun metrajı ‘No Man’s Land / Tarafsız Bölge’ ile 2010 tarihli ‘Circus Columbia / Güzel Bir Hayat Düşlerken’ gibi nitelikli yapımların Boşnak yönetmeni Tanovic, bu yıl Berlin’de üç ödül birden kazanan yeni filmiyle karşımızda. Yaşanmış bir olay, Tanovic’i etkileyen. Tutmuş, birebir çekmiş. Hayattan, perdeye. Mujic ailesinin yaşadıklarını, bize aktarmış. Filmde profesyonel oyuncu yok. Aile üyeleri kendilerini canlandırıyorlar. Gerçek aktörlere taş çıkartırcasına. Berlin’de en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanan Nazif Mujic değil sırf, bütün aile üyeleri şahane! Mucize bir iş bu film. Gerçek çünkü! Nazif, Senada, Samsa ve Sandra Mujic. Senada, rahminde ölen bebeği yüzünden ölümle pençeleşiyor. Bebeğin hemen alınması gerek. Filme adını veren hurdacı kocası –ki işsizlikten hurdacılık yapıyor Nazif. Yani ne bulursa onu yapacak- ameliyat parasını denkleştiremiyor bir türlü. Sigortaları, hiçbir sosyal güvenceleri yok çünkü. Hayatta olup olmadıkları bile belli değil işin özünde! Yetkililer, para ödenmediği takdirde ameliyatın gerçekleşemeyeceğini söylüyorlar. Bir şekilde bir yolunu buluyor Nazif. Kurtarıyor sevgili eşini ölümün pençesinden. Ama tanrıya yakardığı gibi oluşlar: aksilikler hep yoksulları buluyor! Eve döndüklerinde bakıyorlar, ödenmemiş fatura yüzünden elektrikler de kesik. Onun da bir yolunu buluyor hurdacı. Çalışmayan arabasını parçalara ayırıp, satıyor ve mutlu oluyor Mujic ailesi. Televizyon çalışıyor, ev aydınlanıyor… Küçük harfli mutluluklar, perdeye yansıyan müthiş çaresizliği ve garibanlığı ısıtıyor. Üç kuruşun peşinde geçirilmiş, zor günün sonunda, iki küçük, dünya güzeli kızını öpüp koklamak işte mutluluk! Gerisi boş. Gerisi tamamen hayatın devamı çünkü: sefillik, yoksulluk, her şeyiyle yoksunluk ve imkansızlık. Ülkesinin gerçeklerini, dünyanın dört bir yanındaki benzet durumu öykülemiş Tanovic. Yaşanmış bir gerçeği, belgeseli kurgulamış ve gerçeğin canlandırması çıkmış ortaya: yüzde yüz bir sinemayla üstelik. Anaç, fedakar, çalışkan, onurlu, sevgili eş ve güçlü anne Senada’nın, kuzinede pişirdiği börek, küçük kız kardeşlerin leğende açtığı hamur, yakacak odun derdinde, kışın ayazında baltası ve testeresi ile yollara düşen Nazif ve aynı kaderi yaşayan komşuları. Gayri safi milli hasılat ve gayri safi milli mutluktan pay alamayan, kendilerini şehrin uzağındaki zor yaşam koşullarına hapseden sistemin tam ortasında insan olduklarını gerçeğini hissetmeye çalışan insancıklar! Müthiş bir dayanışmanın, sınıf bilincinin, fedakarlığın öyküsü anlatılan öte yandan. Bazılarının, ‘kartondan’ mutluluk kavramına inat, gerçekten mutluluk olabilecek, kendi küçük, anlamı büyük oluşlar. Tanovic’in filmini izlerken, bir yandan ülkemiz sineması adına çekilen kimi içi boş örnekler geliyor akla. Neden Tanovic gibi yönetmenlerimiz bir elin parmağını geçmiyor. Aynı yokluk, yoksulluk, yoksunluk hikayeleri bizde de gırla gitmiyor mu? Ülkenin gerçeklerine sırtını dönmüş, çiçekle, böcekle, ha ha, hi hi ile vakit geçiren bomboş adamlar var ve bunlar sinema yapıyorlar bir şekilde para bulup. Ticaretin başka yolları var, çekin elinizi sinemadan demek geliyor insanın içinden. Yazıklar olsun gerçekten! Tanovic gibilerine de helal olsun! Aşk olsun! Yaşadığımız yerin, başka bir gezegenin cehennemi olduğunu gösteren bu tespit filmine şapka çıkarmamak, yedinci sanatın önemine ve gücüne inanmış biri için hainlik olur! Dünyanın adaletsiz ve zalim yanına tanıklık etmek için bir zorunluluk bu filmi izlemek. Özetle, bir insanlık görevi. Yılın bu belki de en iyi filminin kaçırılması, sonradan bünyede kalıcı zararlar doğurabilir! (5 / 5) MURAT ERŞAHİN