Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

20. ADANA ALTIN KOZA İZLENİMLERİ- 1

19 Eylül 2013 Perşembe 15:51
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yirminci yıl… Dile kolay. On yılı aşkın süredir yerinde takip ettiğim Altın Koza’da olmak, yine çok keyifli. Evinizin rahatlığında bir festival sunar Altın Koza. Öyle samimi, öyle sıcak. Altın Koza’da yirminci yıl heyecanına 17 Eylül günü dahil olduk. İlk günün ulusal yarışma filmleri ‘Jin’ ve ‘Hadi Baba Gene Yap – Yol Ayrımı’ oldu.

Ece Ayhan’ın ‘canım’ şiiri ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ adeta Reha Erdem imzalı ‘Jin’.
‘Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.’
Reha Erdem’in yedinci uzun metrajı “Jîn”, 17 yaşındaki Kürt bir kızın masalsı öyküsü. Genç kızın, hayata dokunmak adına, dünyayı dolduran bütün zorluklarla mücadelesi, son derece romantik ve insani bir bakışla anlatılmış. Haksızlık, şiddet ve adaletsizlik. Nereden gelirse gelsin; anlamı aynı. İnsanın, doğayla ilişkisi ve şefkat, masalsı hikâyenin en belirgin yanı. Kadının gücü, bilgisi, sevgisi ve azmi; Jîn’de vücut bulmuş. Erkek egemen dünyada, naif bir kimlik mücadelesi öte yandan film. Neşet Ertaş klasiği ‘Yalan Dünya’nın kullanımı, filmin leziz anlarından biri. Bütün gerçeklerin ve yaşanan acıların içinde, değeri asla bilinmeyen büyük bir oluş yatıyor. İçine bütün canlıları alan daha büyük bir yapı. İnsanı, hayvanı, bitkisi, taşı, toprağı, suyu, bütün kümeleri kapsayan doğaüstü bir çember. Sevgi ve şefkatle örülmüş. Dingin, güçlü aynı oranda kırılgan ve mesela esen rüzgarla hayatın özünü fısıldayan bir yaşam biçimi. O çemberi yok etmekle meşgul insanlar. Oysa orada, arada bir yerde sıkışmış, yaşanacak ‘hayat’ duruyor. Jîn’in yanına yaklaşıp, o yalnız, korkmuş ve üşümüş kıza Ece Ayhan dizesindeki gibi seslenmek: Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

‘Hadi Baba Gene Yap – Yol Ayrımı’, Emre Yalgın’ın, 2010 tarihli ‘Teslimiyet’in ardından ikinci uzun metrajı. Küçük bir çocukken ağabeyinin ölümüne neden olan kardeş. Uzaklaştırılmış evden. Yıllar sonra geri dönüyor. Askere gidecek. Babası teslim edecek onu; yol uzun. Baba-oğul olmamışlar hiç; olamamışlar. Çıktıkları yolculuk, acı dolu bir hesaplaşmaya sahne oluyor. Melih Selçuk ve Mustafa Avkıran var başrollerde. İyi oynanmış bir film. Fikir de iyi. Ancak uygulamada sorunlar var; sinemasında. Kötü denemez ama bazı içe sinmeyen, üzerinde durulması gereken anlara sahip. İzah etmeden göstermesi, hissettirmesi gerekli bize, öykünün içindeki yoğun acıyı. Kısmen da başarıyor bunu. Ama bütünde problemler var diyebiliriz.

İkinci gün, üç ulusal yarışma filmine sahne oldu. İlki, kocaman bir ilk film! ‘Köksüz’. Deniz Akçay Katıksız’ın ilk set deneyimi, birçok ödülle ayrılmıştı – ki hep bizimle birlikte olan dostumuz Seyfi Teoman anısına verilen ‘en iyi ilk film’ ödülü de aralarında- 32. İstanbul Film Festivali’nden; hepimizin yüreğini de çalarak. Babasız evler. Arada kalmış, ‘araf’ta nefes alıp veren küçük insanın acısı. Çıkışsızlık ve haykıramama. Öylece akıp giden gündelik hayat ve devam etmenin zorluğu! Ahu Türkpence ve Lala Başar şahaneydi. Bravo bütün ekibe demek gerek! Altın Koza’nın favorilerinden biri.

Günün ikinci yarışma filmi, Biket İlhan imzalı ‘Yarım Kalan Mucize’, ‘açlık yok olmadığı müddetçe kölelik de yok olmaz’ diyor! Başrolü üstlenen, aynı zamanda filmin senaryo yazarı, yapımcısı ve kurgucusu Nihan Belgin. 1940’lı yıllardayız. İkinci Dünya Savaşı sırasında, özellikle Anadolu, açlık ve sefalet içinde. Öte yandan, bağnazlıkla, feodal yapıyla, cehaletle savaşılıyor. Köy Enstitüleri’nin varolma nedeni de bu zaten. Anadolu halkının, eğitim ve kültür seviyesini artırmak. Kahramanımız, gencecik bir kız ve düşü, idealist bir öğretmen olarak, kendi köyünde karanlıkla mücadele etmek. Ayten Uncuoğlu, Yetkin Dikinciler ve Dolunay Soysert, tarihi dramın diğer önemli rollerini üstleniyorlar. Çok önemli bir meseleye değiniyor film. Fakat sinema büyüsünden oldukça uzakta oluşlar.

‘Yozgat Blues’, son yarışma filmiydi günün. İyi film. Allak bullak terkedildi salon. Yürek parçalanması. Mahmut Fazıl Coşkun, ilk filmi ‘Uzak İhtimal’in epey ötesine geçmiş. Taşrada zaman ve yoksunluğun abc’si. Ercan Kesal’ın sahici ve çok özel performansı. Müthiş karakter ‘Yavuz’un orijinal dilde Joe Dassin yorumu: L’été Indien… Bütün oyuncu kadrosu… Ayça Damgacı da çok iyi. Ya Nadir Sarıbacak? Tansu Biçer’i unutmamalı! Çağın ve yaşanan yerin geçer akçe değerleri dışında biri olmak. İmkânsızlığın ve mutlu olamayacak olmanın, şövalyeliğin can acıtan resmi. Taşrada zaman ve insan öte yandan. İncelikli. ‘Gidecek yeri olmayan bir adam aslanları görmeye parka gider. Aslanlar taştan, o bir insan, nasıl anlaşırlar? Anlaştılar.’ der Behçet Necatigil, Bayram Ziyareti adlı canım şiirinde. Böyle bir hissiyatla ayrılıyorsunuz salondan. Önem arz ediyor ‘Yozgat Blues’.

İkinci gün, ‘Dünya Sineması’ bölümünde izlediğim müthiş filmi unutmamak gerek! 2012 tarihli Romanya yapımı, ‘Çocuk Pozu / Child’s Pose’, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibi olmayı başarmıştı. FIPRESCI olarak bilinen, Uluslararası Sinema Yazarları Birliği Ödülünü de unutmayalım. Calin Peter Netzer’in üçüncü uzun metrajı, müthiş bir sınıf ve sistem eleştirisi. Son derece politik ve insancıl. Üst sınıftan bir ailenin tek oğlu, arabasıyla çarptığı, küçük bir çocuğun ölümüne neden olur. Dominant anne kolları sıvar ve tekrar her şeyi düzenlemek adına duruma müdahale eder! Anne sevgisi, bencillik, sosyal ve ekonomik oluşlar, sınıf çatışması, akıl tutulması, ruh üşümesi ve Romanya’dan hastalıklı bir sınıfsal kesit ve toplum analizi. Can acıtan, son derece gerçek, müthiş yazılmış, çekilmiş ve oynanmış film, adeta laboratuvar ortamında, mercek altında yaratılmış!

Festivalin ulusal yarışma heyecanı, 19 Eylül Perşembe günü, üç filmle sürüyor. Aslı Özge’nin yönettiği ‘Hayatboyu’, Alphan Eşeli imzalı ‘Eve Dönüş Sarıkamış 1915’ ve Uğur Yücel’in yönettiği ‘Soğuk’.

Filmler ve festival büyüsü sürüyor. Çukurova’da, bereketli topraklar üzerindeyiz! MURAT ERŞAHİN





Diğer Yazılar