Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

19 TEMMUZ 2024

19 Temmuz 2024 Cuma 00:23
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yaz geldi geliyor derken, ortasına geldik mevsimin! Kavurucu sıcaklar hüküm sürüyor. Deniz kenarlarına, sayfiyelerine kaçmayı başaran şanslı azınlık dışında, işinde gücünde çoğunluk! Dağ kanunlarının hüküm sürdüğü, boğucu mega kentlerde medarı maişet koşuşturması içinde insanlar… Sinema salonlarının sihirli serinliği adeta güvenli bir liman büyük şehirde!
Sinema, biz sinema yazarları ve sinema aşıkları için neredeyse ‘kutsal’ bir kavram!
Hem sinema hem de Kadıköy aşığı olunca, Kadıköy Sinemalarından söz etmemek imkânsız! Önümüzdeki yaz vizyonu haftalarında artık tarihte ve anılarda kalmış bir Kadıköy sinemasından bahsedeceğim sizlere…
İstanbul’un orta yeri sinemadır ya; Kadıköy’ün her köşesi sinematografiktir! Saint Joseph’in duvarı, Kadıköy Anadolu’nun denize inen yolu, Çarşı’nın balıkçıları, Kalamış’ın ağaçları, Kızıltoprak’ın rüzgârı, Moda’nın iskelesi, okulları, çeşmeleri, kiliseleri, köşkleri, çayırları, eczaneleri, lokantaları, meyhaneleri, kulüpleri, lokalleri, esnafları, doktorları, yazarları, şairleri, spor kulüpleri, hamamları, tramvayları, kedileri, köpekleri, renkli simaları ve elbet sinemaları… Kadıköy, günümüzde olduğu gibi eskiden de kültür ve sanata ev sahipliği yapıyordu. Beyoğlu ve Şehzadebaşı gibi Kadıköy de sinema salonlarının merkez semtlerinden biriydi. Bahariye Caddesi ve civarından Bostancı’ya dek uzanan bölgede çok sayıda kışlık kapalı salonlar ve yazlık bahçe sinemaları vardı. Çok azı günümüze kadar varlığını sürdürmeyi başarırken birçoğu yıkıldı, yok oldu, dönüşüme uğradı ve isimleri unutulmaya yüz tuttu.
Bu hafta, Zamboğlu Yazlık Sineması’nı anacağız!
Söğütlüçeşme Caddesi’nden Halitağa Caddesi’ne sapınca, sağda Halitağa Çeşmesi vardır. Bu çeşmeden iki yüz metre kadar ilerde, gene sağda; demir bahçe kapılı, etrafı yüksek duvarlarla çevrili bir köşk bulunmaktaydı. Bu köşk, Zamboğlu köşkü ve içindeki geniş bahçe, Zamboğlu Bahçesi olarak bilinirdi. Zambaoğlu bankerlikle uğraşan bir Rumdu. Kadıköy’de ilk sessiz film, bir yaz gecesi, Zamboğlu’nun bahçesinde gösterilmişti. Kadıköy’ün bu ilk sinemasının ömrü uzun sürmedi. 

 


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Mr. Smith Goes to Washington / Mr. Smith Washington’a Gidiyor
(Yönetmen: Frank Capra / 1939)

The Little Foxes / Öldürünceye Kadar
(Yönetmen: William Wyler / 1941)

Suspicion / Şüphe
(Yönetmen: Alfred Hitchcock / 1941)

Jane Eyre
(Yönetmen: Robert Stevenson / 1943)

Dragonwyck / Canavar Yatağı
(Yönetmen: Joseph L. Mankiewicz / 1946)

 

 

HAFTA SONU AİLE SİNEMASI

ANNE VE BABA İÇİN
Out of Africa / Benim Afrikam
(Yönetmen: Sydney Pollack / 1985)

The English Patient / İngiliz Hasta
(Yönetmen: Anthony Minghella / 1996)

Chocolat / Çikolata
(Yönetmen: Lasse Hallström / 2000)


ÇOCUKLAR İÇİN
Home Alone / Evde Tek Başına
(Yönetmen: Chris Columbus / 1990)

Jumanji
(Yönetmen: Joe Johnston / 1995)

The Polar Express / Kutup Ekspresi
(Yönetmen: Robert Zemeckis / 2004)

 

 

Vizyonda bu hafta (19 Temmuz 2024)
İkisi yerli yapım olmak üzere toplam on yeni filme ev sahipliği yapıyor 19 Temmuz haftası!
Dublörlükten yönetmen koltuğuna terfi eden Art Camacho’nun yönettiği gerilimi yüksek aksiyon ‘Ruthless / Acımasız’, haftanın notlarımız arasında geniş olarak yer alan tek yenisi.


ACIMASIZ
-Kol kırılır yen içinde kalır!-

Ergenlik çağındaki kızı öldürülen baba, bir lisede güreş koçluğu yapmaktadır. Öğrencileriyle ilgili, iyi bir eğitmen olan acılı adam, başına gelen trajik olaydan yıllar sonra, çok sevdiği ve kızı yerine koyduğu öğrencisini insan kaçakçılığı operasyonu için kaçırıp saklayan çetenin peşine düştüğünde, kendi kızının da aynı çete tarafından kaçırıldığını öğrenir. Mesele artık tamamen kişiseldir. 
‘Önce kemikleri kır ardından soruları sorarsın’ şeklinde çalışan kahramanımızın ‘vigilante’ (bazı kurum, kişi veya grupların, yasal yetkili olmadığı hâlde suç olarak algıladıkları durumlara soruşturma, cezalandırma ve infaz etme gibi eylemleri de içerebilecek bir şekilde müdahale etmeleri durumu) tarzı öyküsü, Michael Winner’ın tartışmalı klasiği 1974 tarihli ‘Death Wish / Öldürme Arzusu’nun açtığı güvenli yoldan yüzlerce benzeri gibi ilerliyor ancak şimdiye dek izlediğimiz gayet ‘sıkı’ örnekler yanında vasat altında kalıyor diyebiliriz rahatlıkla. Dövüş Sanatlarına meraklı, dövüş sahneleri koreografı, dublör, aktör, senarist ve yönetmen kimliklerine sahip ‘emekçi’ sinemacı Art Camacho’nun yönettiği gerilimli aksiyonun başrolünde Dermot Mulroney yer alıyor. Hollywood’un hemen her tür filminde izlediğimiz emektar yıldız Mulroney’e, kendi gibi bir diğer emektar isim, Jeff Fahey ‘kötü adam’ rolünde eşlik ediyor. Mauricio Mendoza, Kesia Elwin, Tonantzin Esparza, Melissa Diaz, Manu Intiraymi ve Texas Battle, oyuncu kadrosunun diğer isimleri.
Mütevazı, sade yapısıyla, ana karakterin Steven Seagal tarzı, diyaloga pek girmeden direkt el, kol kırdığı öykü, aslında bir B filmi modunda fakat belli ki problem, yapımcıları tarafından konumlandırıldığı yerden kaynaklanıyor! Hoş sürprizler de yok değil; henüz açılış sahnesinde kahramanımızın ‘maalesef elindeki patlamış mısır kovasıyla’ izlediği film Orson Welles’in 1946 tarihli klasiği ‘The Stranger / Yabancı’. Bir ara salondaki açık TV’de Andrew V. McLaglen’in yönettiği başrolünü John Wayne’in üstlendiği 1963 yapımı western ‘McLintock! / Mak Lintok: Altın Adam’ı görüyoruz.
Genel vasatlığı bir kenara bırakıp yukardaki referansları ve adeta ev yapımı, doğaçlama dövüş sahnelerini hesaba kattığınızda pekala izlenebilir bir film çıkıyor karşımıza. (2,5 / 5)


Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Gizemli ve gerilimi yüksek dram ‘A Sacrifice, Berlin Nobody / Tarikat’, Jordan Scott imzası taşıyor. Bir tarikatın karıştığı korkunç olayları araştıran psikolog Ben Monroe ile ailesinin zorlu süreçte yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Amerikalı sosyal psikolog Ben Monroe, yerel bir tarikatın karıştığı korkunç bir olayı araştırmaktadır. Bu esnada kızı ise kasabada tanıştığı gizemli bir çocukla karmaşık bir ilişki içerisine girmiştir. Eric Bana’ya eşlik eden isimler Sadie Sink, Sylvia Hoeks ve Jonas Dassler. 
‘Something in the Water / Yem’, görsel efekt departmanından gelme Hayley Easton Street’in ilk uzun metraj kurmacası. Eğlenmek için bir araya gelen beş kız arkadaştan oluşan grubun yaşadığı dehşet. Beş arkadaş içlerinden birinin yaklaşan düğünü öncesi çılgın bir bekarlığa veda partisi düzenlemek ister. Medeniyetten uzak, sakin, sessiz bir doğa köşesinde kutlama yapmak isteyen arkadaşlar, tekne gezisine çıkmaya karar verirler. Ancak planlanan eğlence, açık denizde hayatları için savaşmak zorunda kaldıklarında büyük bir kabusa dönüşür. Hiftu Quasem, Natalie Mitson, Tashani Bent, Nicole Rieko Setsuko ve Lauren Lyle, gerilimli yapımın oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar.
Saverio Constanzo’nun yazıp yönettiği tarihsel dram ‘Finalmente L’alba / Şafak Sökerken’, 1950’lerde nişanlanmak üzere olan Romalı genç bir kadının bir oyuncu seçmesine katılmak üzere Cinecittà’ya gitmesini ve sonunda kendisini keşfedeceği uzun bir gece boyu yaşadıklarını yansıtıyor perdeye. Lily James, Rebecca Antonaci, Joe Keery, Rachel Sennott, Alba Rohrwacher ve usta aktör Willem Dafoe oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
‘The Boy / Lanetli Çocuk’ ve Orphan: First Kill / Evdeki Düşman: Başlangıç gibi popüler korku örnekleriyle tanıdığımız William Brent Bell’in yönettiği ‘Lord of Misrule / Son Ayin’, kırsal bir kasaba olan Berrow'da yapılan Hasat Festivali döneminde yaşanan ürpertici olayları konu alıyor. Pagan kökenleri olan genç bir aile, köye rahibe yardımcısı olarak atanan anneleri Rebecca’nın görevi için kasabaya taşınır. Her yıl düzenlenen festivalde kızları Grace’in bir anda ortadan kaybolmasıyla başlayan olaylar akıl almaz bir hale gelir. Polisin başlattığı soruşturma devam ederken, kasaba sakinlerinin de katıldığı arama kurtarma çalışmaları esnasında garip olaylar yaşanmaya başlar. Kayıp kızlarını bulmak isteyen aile, her geçen dakika Berrow kasabasının sahip olduğu karanlık sırlarla mücadele etmek zorunda kalacaktır. Tuppence Middleton, Ralph Ineson, Matt Stokoe ve Rachael Joanne Brown, başlıca rolleri üstleniyorlar. 
Brendan Rudnicki’nin yönettiği korku türündeki ‘Horror in the Forest / Korku Ormanı’, Georgie ve Bo adındaki meraklı iki belgeselcinin ürkütücü hikâyesi. Sözde hayaletli olan Rudwick Ormanındaki bir dizi kaçırılma olayını takip etmeye karar veren ikili, gizemli ipuçlarını takip etmeye devam ederlerken yem olma riskiyle karşı karşıya kalırlar. Tatum Bates ve Sabrina Cardassi’ye, Dylan DeVane ve Brent Downs eşlik ediyorlar.
Weiming Huang’ın yazıp yönettiği Çin yapımı animasyon ‘Happy Heroes 3 / Süper Kahramanlar: Taşların Peşinde’ macera yüklü bir bilimkurgu. Uzak bir galakside yaşayan Süper Kahramanlar, Enerji Taşı’nı korumak için savaşırken güçlerini kaybederler. Canavarlar Planet Xing’e saldırır. Güçsüz olsalar da birlikte çalışarak canavarları alt ederler ve güçlerini geri kazanırlar. Sonunda, barış galaksiye geri döner.
Peng Liu imzalı animasyon ‘Cosmicrew: Storm Force / Mavi Kaplan ve Fırtına Takım’ Çin yapımı. Kötü dinozor Rage’in ve dinozor askerlerinin Dünya’ya gerçekleştirdikleri saldırının üzerinden 10 sene geçmiştir. Bu saldırı esnasında Mavi Kaplan köyünde yaşayan kaplanlarla beraber Fırtına’nın babası Şimşek de ortadan kaybolmuştur. O zamanlar bir başına kalmış olan Fırtına artık büyümüş ve Fırtına Takımı’nın kaptanı olmuştur. Fırtına, tesadüf eseri babasının ve yok olan mavi kaplanların dinozor Rage tarafından başka bir boyuttaki gezegende tutsak edildiğini öğrenir. Fırtına ve kaplan takımı hemen harekete geçmeli, babasını ve kaybolan mavi kaplanları kurtarmalıdır.
Sinan Uzun’un yazıp yönettiği dram ‘Cam Kavanoz’, boş zamanlarında mezarlıklarda su taşıyıp, çiçek satarak para kazanmaya çalışan dört arkadaşın öyküsü. Birbirlerinin rakibi olan arkadaşlar, mezarlık bekçisi olan Mürsel’in önerisiyle kazançlarını eşit olarak paylaşmaya başlar. Bir gün mezarlıkta uyuyan Ramazan’a denk gelen çocuklar, onun İstanbul’a gitme hayali olduğunu öğrendiklerinde ona yardım etmeye karar verirler. Geçmişte Ramazan’ın anne ve babasının ölümüne şahit olduğunu öğrenen çocuklar, katilin onu takip ettiğini fark ederler ve onu korumaya çalışırlar. Başlıca rolleri Cemalettin Çekmece, Gazi Şeker ve Özgür Yelaldı üstleniyorlar.
‘Korku Kapanı (Sessiz Çığlık)’, zengin olmak için büyü yaptıran bir adamın yaşadıklarını taşıyor perdeye. Cengiz, kısa yoldan zengin olmanın hayalini kurmaktadır. Bu amaçla bedeli büyük olacak olan bir büyü yaptırır. Cengiz’in hayalinin gerçekleşmesi karşılığında cinlere bir kurban vermesi gerekmektedir. Arkadaşlarını da toplayıp köye giden Cengiz için işler başta yolunda gider. Ancak arkadaşlarından birinin cinlere itaat etmemesi üzerine cinler Cengiz’e musallat olur. Yönetmenliğini Bedel Art’ın üstlendiği korku denemesinin oyuncu kadrosunda yer alan isimlerse Adem Gerçek, Elif Yaşar, Arslan Erarslanoğlu ve Leyla Göküs.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!

 

 

TARİHTE BU HAFTA
On bir ve beş yıl öncesine, 2013 ve 2019 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!


Vizyonda bu hafta (19 Temmuz 2013)
Altı filmlik yeni vizyonun notlarımız arasında yer alamayan tek yapımı, ‘One Small Hitch / Gönlümü Çaldın’ adlı romantik komedi. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılmayı ihmal etmeyin! Herkese iyi seyirler.

PASİFİK SAVAŞI
Gerçek bir ‘gişe canavarı’! Yedinci sanatın yaratıcı dâhilerinden Guillermo del Toro imzalı, büyük bütçeli fantastik macera, dev deniz canavarlarıyla insan kontrollü robotları karşı karşıya getiriyor. Epik bir bilim kurgu olarak da adlandırabileceğimiz yapım, Godzilla’yı çağrıştıran dev denizaltı canavarlarıyla başa çıkmak için, teknolojinin son ürünü, insanlı dev robotları kullanan insanoğlunun mücadelesini tempolu biçimde yansıtmış perdeye. Türün meraklıları yanında, genç izleyicinin beğenisine de sesleniyor perdedeki iş. Muhtemel devam filmlerine hazırlıklı olmamız gereken yapımda, İngiliz aktörler Charlie Hunnam, Idris Elba ve Japon aktris Rinko Kikuchi başrolleri üstlenirlerken, Max Martini, Burn Gorman, Diego Klattenhoff, Charlie Day, Clifton Collins Jr. ve usta oyuncu Ron Perlman, zengin kadroya renk katıyorlar. Del Toro’nun sağ kolu, görüntü büyücüsü Guillermo Navarro, kamera kullanımında şahane bir iş çıkarmış yine. Teknolojiyi, yaratıcı ve tanıdık bir öyküde, sıkı ve ‘cin’ buluşlarla harmanlayan Guillermo del Toro, tartımı düzgün, keyifli bir işe imza atmış. Bol efektli, hareketli, sürükleyici bir yaz bombası! (3,5 / 5)


SEN GİTMEDEN ÖNCE
Beatles ve Rolling Stones etrafı sarsarken, New Jersey banliyösünde bir rock grubu kurmak için bir araya gelen gençlerin öyküsü. Ailelerinin, çevrelerinin, yaşadıkları aşkların, ülkenin ve dünyanın siyasi, fiziki durumunun, rock’ın gerçek ruhunun filmi. 1960’larda ABD’nin bir banliyösünde rock’n’ roll düşleri! Dönemin ruh haritası, müzik tutkusu, dostluk, aşk ve oğlunun ardından son kez bakan baba! James Gandolfini, perdedeki son rollerinden birinde yine enfes! Genç aktör John Magaro başrolde çok iyi. Jack Huston, Will Brill, Dominique McElligott, Bella Heathcote, kadronun diğer ‘sıkı’ isimleri. Elde değil; ince bir elem ve nostalji var pelikülde. Değer katıyor bu anlar filme.  The Beatles, The Rolling Stones, Petula Clark, The Moody Blues, The Rascals, The Kinks, Van Morrison, The Left Banke, Mother Earth, Nancy Sinatra, Lee Hazlewood, James Brown, The Chambers Brothers, The Sex Pistols ve Bob Dylan, soundtrack’ın altın değerindeki isimleri. Hüzünlü, romantik, insancıl, gerçekçi ve aynı oranda düşsel! (3,5 / 5) 


GECEYARISINDAN ÖNCE
Richard Linklater, 1995’te bir kuşağı derinden etkileyen ‘Before Sunrise / Gün Doğmadan’ ile bambaşka bir romantizm öyküsü anlatmıştı. 2004’te ‘Before Sunset / Gün Batmadan’ ile devam etti Céline ve Jesse’nin öyküsü. Viyana’da başlayan ilişki, yıllar sonra Yunanistan’da sürüyor: ‘Before Midnight / Geceyarısından Önce’. Aradan geçen on sekiz yıl… Artık orta yaşa gelen çift, ikiz kızları ve dostlarıyla birlikte; sıcak yaz mevsiminin koynunda, Akdeniz’deler. Hafıza, değişen biz, değişen dünya, zaaflarımız, ideallerimiz, yüreğimizin iç cebinde sakladıklarımız ve kaybolmayan şeyler, aşk mesela. Alışkanlığa dönüşme, eskime korkusu, yerine tekrar konamayan zarif nüanslar, dostluk, unutulmayan sıcaklıklar, sosyokültürel, politik farklılıklar, bizden; yaşananlardan geriye kalanlar, verilen sözler, o hep bizle yaşayan anlar ve belki de ayakları yere en sıkı basan romantik çiftin özelinde siz. Julie Delpy ve Ethan Hawke; üzerlerine ‘cuk’ oturan Céline ve Jesse rolleriyle; beyazperdenin çağdaş romantikleri olarak yeniden bizlerle. Onlarla büyüyenlere, arkalarında bıraktıkları şarap şişelerinde kalan anıları özleyenlere, kim bilir; belki de yeni tanıyacaklara… (3,5 / 5)


CESET
Senarist kökenli İspanyol sinemacı Oriol Paulo’nun ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi, sınıfı geçen, özenli bir gerilim. Hitchcock’vari öykü, usta sinemacıya saygı duruşunda bulunuyor adeta. Dev bir şirketin varisi olan çok zengin bir kadın şüpheli şekilde ölür. Cesedi ise morgda kaybolur. Ölü kadın, ayaklanıp morgdan çıkıp gitmiştir adeta. Gizemli vakayı araştıran tecrübeli dedektifin ilk şüphelendiği kişi, olgun kadının genç kocası olur. Sıra dışı kayıp vakası, cesetle ilgili herkesin geçmişinde yatan sırları açığa çıkaracaktır. José Coronado, Hugo Silva, Aura Garrido ve Belén Rueda’nın başrolleri üstlendiği sürprizli gerilim, kara film geleneğine de zarif bir selam gönderiyor. Son yıllarda rüştünü iyiden iyiye ispatlayan ve kendine has bir yer edinen İspanyol korku sinemasının içi dolu örneklerinden biri, orijinal adıyla ‘El Cuerpo’. Cesedi kaybolan kadın, yasak bir aşk, geçmişin üstü kapanmış gizemi ve dile gelmeyen sırlar. Türün gerçek meraklılarına duyurulur. (3 / 5)  


MANYAK
Frank, eski mankenleri onaran bir dükkân sahibi. Kaybettiği annesine özel bir bağlılığı var. Son derece utangaç, çocuksu bir adam. Geceleri ise sokaklarda kanlı bir ava çıkıyor. Tesadüfen dükkanına gelen fotoğrafçı genç kadın yüzünden, bazı şeylerin değişip değişmeyeceğini sorguluyor hayatında. Ama alışkanlıklardan ve saplantılardan kurtulmak kolay olmuyor. Bir amacınız varsa üstelik… ‘Maniac / Manyak’, bir yeniden çevirim. William Lustig imzalı 1980 yapımı korku filminde başrolü, aynı zamanda öyküyü de yazan Joe Spinell (1936-1989) üstleniyordu. Yeni filmin yapımcısı ve senaristi türün dinamik isimlerinden Fransız Alexandre Aja. 2003’te bol kanlı dehşet gösterisi ‘Haute Tension’ ile ses getiren sinemacı, yönetmen koltuğunu, ‘P2’ adlı filmle yönetmenliğe adım atan aktör kökenli Franck Khalfoun’a bırakmış. Yaşadığı çocukluk travmaları nedeniyle şiddet dürtüsü kontrolden çıkan son derece arıza bir adam ve kadınlara saldığı akıl almaz dehşet. New York’tan Los Angeles’a taşınmış öykü. ‘Kitsch’ oluşlar ve kendini engellemesi neredeyse imkânsız katilimizin ruh haritası. Utangaç psikopat rolünde Elijah Wood, şaşırtıcı! ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin sevimli ‘Frodo Baggins’i, gözü dönmüş psikopat katil rolünde zihinlerde bıraktığı imajı yerle bir ediyor. İyi de ediyor aslında! (2,5 / 5)

 


Vizyonda bu hafta (19 Temmuz 2019)

Üçü yerli yapım olmak üzere, toplum dokuz yeni film merhaba diyor vizyona. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.


GLORIA BELL
-Bizim Gloria!-

Şilili yaman sinemacı Sebastián Lelio, 2013 yılında ülkesinde çektiği rafine filmi ‘Gloria’yı, Hollywood’a taşımış. Yeni Dünya için yeniden İngilizce çekmiş filmini. Çok ufak nüanslar hariç birebir çekmiş üstelik. 
Filmin analizine girmeden, öncelikle ülkemizde 10 Ocak 2014 tarihinde vizyona girmiş orijinal film hakkında neler yazdığımızı anımsayalım: ‘Film, Grup Gündoğarken imzalı ‘Gel İstersen’ adlı şarkıyı düşürüyor akla: ‘Tutkular kelepçe gibidir yüreğine. Sakın vurma özgür ol sende. Kendini yalnız duy, başkası olmasın. Ne eksiğin ve ne de parçan’. Sebastián Lelio imzalı Şili filmi, hüzünle mizahı buluşturan, duygusal bir dram. Kendini, yere sağlam basan bir birey olarak duyumsamanın, zayıf yanlarını törpüleyerek, yeniden güçlü, özgür hissetmenin filmi. Arka planda ise, ülkenin geçmiş kırk yılına ve günceline değinen, politik ve sosyal gerçekler var. Altmış yaşına merdiven dayamış Gloria, yalnız bir kadın. Kendini yalnız hissediyor; kendini yalnız duymak güç çünkü! Şuursuz, bilinçsiz bir halde deviniyor gündelik hayatta. Anlık hazlar peşinde koştuğu bekar partilerinde, barlarda ve müzikhollerde aradığı kendi değil, bir başkası hep! Yine onun gibi ‘aranan’, kendinden biraz yaşlı emekli bir deniz subayı ile ilişkiye giriyor ardından. Bağlanmak istiyor, ilişkinin büyüsüne kapılmak ama… Berlin Film Festivali’nden döndüğü üç ödülden, ‘en iyi kadın oyuncu’ olanını kazanan Paulina García, müthiş bir performans sergiliyor! Arjantinli sinemacı Lucrecia Martel’in ‘La Mujer Sin Cabeza / Başsız Kadın’ ve geçtiğimiz aylarda vizyona giren Amerikan bağımsızı ‘Frances Ha’ ile birçok ortak yönü var filmin, mesele bağlamında. Dürüst bir portre resmetmiş Şilili yönetmen. Ülkesinin tarihine çaktırmadan bakarak, bütün acıların; bireyin yüreğinde ve hafızasında açtığı yaralarla ilgileniyor. Özgürlük ve kişilik, en önemli belirleyicisi birey ve insan olabilmenin. Başkası olmadan, bir başına, dans edebilmek örneğin. Kendinin ne güzel olduğunu bilmek, sevmek kendini. Çirkin bir kediyi ya da! Umberto Tozzi imzalı enfes şarkı ‘Gloria’ eşliğinde, kendinizi iyi hissederek ve dans ederek çıkıyorsunuz salondan. Bir yakınınız Gloria. Çok sevdiğiniz, o hür ve güçlü arkadaşınız!’
Bir de yeni filme bakalım… Sebastián Lelio, aynı hikâyeyi, ABD’ye taşırken, orijinal filminin arka fonunda yer alan bütün politik altyapıyı yumuşatmış. İlk filmdeki vatandaşı dev aktris Paulina García’nın rolünü, Hollywood’un usta isimlerinden Julianne Moore’a vermiş. Moore, elinden geleni yapıyor fakat öykünün nüvesinde yer alan ana karakterin ikna ediciliğini geçiremiyor perdeden koltuğa. García, daha bir ‘Gloria’ yani! Usta aktör John Turturro, yeniden çevrimin en güçlü yanı. Zayıf karakterli, zincirlerini kırmakta zorlanan olgun erkek Arnold rolünde, erkekliğin genel zayıflığı üzerine ciddi bir performans sergilemiş. Michael Cera, Brad Garrett, Caren Pistorius, Rita Wilson ve Jeanne Tripplehorn, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Bütün mesele ve biçim, orijinal filmin ikizi gibi fakat olmuyor işte; orijinal toprağından çıkarıp, başka bir ‘yere’ götürdüğünüz zaman aynı öyküyü; imza aynı olsa da büyü bozuluyor, elde değil. Yine de güçlü performanslar ve bildik ‘yönetmen dokunuşuyla’ izlenmeli. (3 / 5)


ZAVALLI
-Acıyla bir olmak!-

Son yılların kuşkusuz en güçlü, en hınzır en yaman sinemalarından biri olan ‘Yunan Yeni Dalga’sından çağdaş bir örnek daha. Babis Makridis imzalı dram, sadece mutsuzken mutlu hisseden bir adamın öyküsü! Katıldığı prestijli festivallerden ödüllerle ayrılan Yunanistan-Polonya ortak yapımı; ‘acı’yı bir zırh gibi üzerinde taşıyabilmek adına elinden gelen her şeyi yapan bir avukat çevresinde gelişiyor.
Avukat, aslında mutlak olanı, her şeyin sonunda insanı bekleyen kaçınılmaz sonu sorguluyor! Bulduğu yanıtlar onu tatminsiz kılıyor. Tanrı, insanı uzaktan seyrediyor sadece ona göre ve acının kendisini en iyi hissettiği duygu olduğun inanıyor adam. Mutlak yalnızlık ve maksimum acı kalıyor her şeyin ardından. İnsanların kendisine acımasından, ona yardım etmek için en iyi yanlarını sergilemesinden mutlu oluyor avukat. Keder, hüsran ve elem, insanla bir arada yürüyor avukata göre ve bir zavallı olduğu gerçeği, onu avutan tek şey!
Yannis Drakopoulos’un müthiş başrol performansı, yönetmenin hemen her anına egemen olduğu anlatıyı daha sağlam kılıyor fakat ‘emin’ olmadığımız –ki yönetmenin ta en baştan inanıp, bütün binayı bu temel üzerine inşa ettiği- bir duygu, bir olgu, kesin bir yargı; bizim izleyici olarak bir adım daha atmamızı, ‘ikna’ olmamızı geciktiriyor veya engelliyor. Fakat elimizdeki donelerle konuşacak olursak problem yok! Meselesini, ne yaptığını gayet iyi bildiği bir biçimle de desteklemiş Makridis. Derdi ve stili olan karakterli bir film ‘Zavallı’. (3,5 / 5) 

 

KRIPTO VURGUN
-Değerler üzerine-

Genç bir Wall Street çalışanı, New York’un vahşi koşuşturmasına ayak uydurmuşken, kendini doğup büyüdüğü yerde bulur. Kara para araştırmaları sonucu, uzun zaman önce koptuğu ailesini de ilgilendirecek tehlikeli bilgilere ulaşacaktır.
John Stalberg Jr. imzalı gerilimi yüksek suç dramında başrolü, genç oyuncu Beau Knapp üstlenmiş. Alexis Bledel, Jeremie Harris, Luke Hemsworth, Vincent Kartheiser, Malaya Rivera Drew ve usta aktör Kurt Russell, oyuncu kadrosunu oluşturan isimler. Para birimleri ve para transferleri arasında unutulmuş, ötelenmiş önemli değerler ve bir arada kalmanın gerekliliği! Büyük ve karanlık meblağların altında kalan küçük, düzgün insanlar. Aile, aşk, dostluk, ihanet, sadakat ve fedakârlık. Türler arasında gidip gelen suç öyküsü, ikna zorluğu yaşatıp, bazı anlar sarksa da finale dek izlettiriyor kendini bir şekilde. (2,5 / 5)
 Jon Favreu tarafından çekilen 1994 tarihli klasik filmin yeniden çevrimi ‘The Lion King / Aslan Kral’, geleceğin kralı Simba’nın öyküsünü yeni nesille buluşturuyor. İngiltere yapımı savaş gerilimi ‘D-Day Assassins / Kurtuluş Günü’, Jean-François Richet imzalı Fransız yapımı tarihi suç macerası ‘L'Empereur de Paris / İmparator: Yeraltı Dünyasının Hükümdarı’ ile birlikte üç yerli yapım; Serdal Genç’in yönettiği romantik komedi ‘Akıllara Seza’, Mehmet Sağlam imzası taşıyan korku örneği ‘Ecinni: Tılsımlı Mezar’, ve iki yönetmenin birlikte yönettiği; Çağatay Düz ve Ege Demirbüken’in imzalarını taşıyan gerilim ‘Şahıs 46’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar