19 EYLÜL 2014
Haftanın sekiz yenisinden üçü notlarımız arasında. Basın gösterimlerinde izleme şansı bulamadığımız yapımlardan dördü yerli. Fantastik komedi ‘Böcek’, suç türünde çekilmiş ‘Çilek’, ‘Tersine’ adlı komedi ve yine suç filmine aksiyon ekleyen ‘Kanunsuzlar’… 33. İstanbul Film Festivali’nden FIPRESCI ödülü ile ayrılan ve yazar tarafıyla da tanınan ünlü müzik ikonu Nick Cave’i mercek altına alan İngiliz yapımı ‘farklı’ biyografik belgesel ‘20.000 Days On Earth / Dünyada 20.000 Gün’, haftanın bir diğer ilgiye değer yapımı. Filmin, bağımsızların kalesi Sundance’da dokümanter dalında en iyi yönetmen ve en iyi kurgu ödüllerini elde ettiğini de not düşelim. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
LABİRENT: ÖLÜMCÜL KAÇIŞ
Beyazperdeye, James Darshner’in çok satan romanından uyarlanan gizemli ve aksiyon katkılı bilimkurgu, son dönemde epey revaçta olan distopik gençlik edebiyatının yeni ürünlerinden biri. ‘The Hunger Games / Açlık Oyunları’ familyasının şimdilik en yeni akrabası olan yapımı, yönetmen koltuğuna, sanat yönetmenliğinden terfi eden Wes Ball yönetmiş. Ball’un ilk uzun metraj yönetmenlik deneyiminde, genç oyunculardan kurulu bir kadro yer alıyor. Usta aktris Patricia Clarkson, kadronun tecrübeli misafir kontenjanını doldurmuş. Genç Thomas, bir yük asansöründe uyandığında, adı dahil hiçbir şeyi anımsayamaz. Nereden geldiği, kim olduğu sorularına, bir de nerede olduğu sorusu eklenir hemen ardından. Asansöre dolan günışığı ve açılan kapının sesi sonrası, kendi yaşında birçok ergen delikanlının arasında bulur kendini. Gizemli bir labirentin tam ortasındaki gençlerin, buraya nasıl geldiklerini bilmedikleri gibi, nasıl kurtulacakları hakkında da fikirleri yoktur. Açlık Oyunları’nın açtığı güvenli yoldan ilerleyen sır dolu yapım, kıyısından köşesinden biraz ‘Lost’ efekti de yaratıyor zihinde. İyi çekilmiş, titiz bir sanat yönetimi ve efektle kotarılmış film, tanıdık formüllerle ilerleyip, parlak, sürpriz yüklü bir senaryo vaat etmese de, ilgiyle izletiyor kendini. Devam filmlerini beklerken, akla takılıyor, aynı tür ve biçimin geçtiğimiz Nisan ayında salonları ziyaret eden Neil Burger imzalı ürünü ‘Divergent / Uyumsuz’. (2,5 / 5)
MONAKO PRENSESİ GRACE
Hollywood’un ölümsüz yıldızlarından Grace Kelly’nin, Monaco Prensesi Grace’e dönüşmesinin öyküsü. Bu yıl Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan ‘Grace of Monaco’, efsane şarkıcı Édith Piaf’ın hayat öyküsünü perdeye taşıyan 2007 yapımı ‘La Môme / Kaldırım Serçesi’ filmiyle tanınan Olivier Dahan imzası taşıyor. ‘Grace Kell’ rolünde, usta aktris Nicole Kidman’ı izliyoruz. ‘Prens Rainer’ı, Tim Roth canlandırırken, Frank Langella, Derek Jacobi, Parker Posey, Milo Ventimiglia ve ‘Maria Callas’ rolünde Paz Vega, biyografik dramın önde gelen oyuncularını oluşturuyorlar. Peri masallarına inanmayan bir dünyada, peri masallarının gücüne inanmış, sıradan bir kadının öyküsü aslında izlediğimiz. Hollywood’un altın çağının en büyük yıldızlarından biri olan Grace Kelly, kariyerinde zirvede olduğu dönemde aniden Monako Prensi Rainier’a aşık olur ve çok sevdiği mesleğine son vererek Monako sarayına yerleşir. Yüzyılın Düğünü olarak adlandırılan görkemli bir düğünle evlendikten sonra, saray hayatına ve bu çevrenin kurallarına uyum sağlamaya çalışan Monako Prensesi bir dolu sorunla karşılaşır. 60’ların başında, Fransa ile Monako arasında patlak veren politik kriz fonunda, prenses, özel hayatı, saray içi entrikaları ve kimliği ile ilgili ciddi bir savaş vermek durumunda kalacaktır. Sevdiği adama, çocuklarına, en önemlisi temsil ettiği ülkeye karşı sorumlulukları yüzünden, kendi kimliğine elveda deyip, müthiş bir fedakarlık yapan güçlü bir kadının öyküsünü anlatmış Olivier Dahan. Politik baskılar, ayak oyunları, entrikalar ve dünyanın kirli hali karşısında sevgi ve aşk ile ayakta durmaya çalışan bir prensesin, geçmişin ünlü yıldızı kimliğine veda etmesinin dramatik hikayesi öte yandan film. Nicole Kidman, bildiğimiz üzere çok iyi yine. Grace Kelly’nin zarafetine perdeye başarıyla taşımış. Dev yönetmen Alfred Hitchcok, Fransa başkanı Charles de Gaulle, öyküde yer alan ünlü tarihsel karakterler olarak karşımıza çıkıyorlar. Grace Kelly’nin, De Gaulle’ü mat etme hikayesi akla pek yatmasa da, yapım tasarımı, dolayısıyla sanat yönetimi ile öne çıkan yapım, öncesi ve sonrasını göz ardı edip, sadece ünlü bir Hollywood yıldızının, sorumluluklar ve evlilik kurumunun can alıcı gerçekliği karşısında, eski kimliğine veda ederek bir prensese dönüşüm süreciyle ilgilenmiş. (2,5 / 5)
EĞER YAŞARSAM
Özellikle, ilk gençliklerini süren genç kızların çığlık çığlığa ve hıçkırıklar arası, bol kağıt mendil tüketerek izleyecekleri romantik dram, Gayle Forman’ın çok satan aynı adlı romanından uyarlanmış perdeye. İlk uzun metraj kurmacasını imzalayan yapımcı-yönetmen R.J. Cutler’ın yönettiği duygusal filmde, başrolü, yıldızı gittikçe parlayan, on yedi yaşındaki genç aktris Chloë Grace Moretz üstleniyor. Genç kızların yeni gözdesi olması kuvvetle muhtemel, yakışıklı İngiliz Jamie Blackley, Moretz’e eşlik ederken, geçmişin bıçkın sert adamı, tecrübeli aktör Stacy Keach ise, ‘müşfik dede’ rolünde çıkıyor karşımıza. Geleceği pırıl pırıl parlayan ve yanından bir an olsun ayırmadığı çellosuyla, harikalar yaratan lise öğrencisi Mia Hall’un rüyalarını, New York’ta bulunan prestijli müzik okulu Juilliard’a kabul edilmek süslemektedir. Rock müzisyeni sevgilisi Adam, aynı, çok sevdiği müzik ve ailesi gibi; onun için çok şey ifade etmektedir. Günün birinde, annesi, babası ve küçük erkek kardeşiyle birlikte geçirdikleri araba kazası sonrası, hayata tekrar dönmek ve dönmemek arasında şuuru kapalı biçimde, hayati bir karara imza atmak zorunda kalacaktır Mia. Klasik müzik tutkunu genç kızın, aşkı, ailesi ve en büyük tutkusu olan müziği ile hesaplaşmasını ve ölüm yatağında, anılarını gözden geçirmesini izliyoruz, duygu dolu öyküde. Temiz çekilmiş, derdini sömürüye fazla kaçmadan anlatmaya çalışan, buna karşılık, hedef kitlesi olan genç kız izleyicilerin dışında pek fazla kesimi önemsemeyen yapım, asla kötü değil ama etkileyiciliği her izleyici için şüphesiz aynı değil! Çekimleri, Kanada’da gerçekleştirilen, aynı uyarlandığı kitap gibi, gişe hedefi de gözeten yapımın zengin soundtrack’ında, Beethoven ve Schubert’ten eşsiz klasik müzik eserleri de geliyor kulağa. (2,5 / 5) MURAT ERŞAHİN