19 ARALIK 2014
Haftanın sekiz yeni filmi arasında, belki de en fazla merakla bekleneni, ‘Hobbit’in son bölümü… Bir istisna olarak, 17 Aralık Çarşamba günü vizyon gören Peter Jackson imzalı fantastik serüvende, kahramanlarımız, zorlu maceraya nokta koyuyorlar ve ‘Orta Dünya’nın kaderi belirleniyor! 19 Aralık Cuma günü vizyona girecek yapımlar arasında, notlarımızda yer alamayan filmler, yerli komedi ‘Vay Başıma Gelenler 2,5’, vizyona tek kopya girecek yerli dram ‘Rüzgarla Bir’, ayrıksı isim Gregg Araki imzalı gerilimi yüksek dram ‘White Bird in a Blizzard / Karda Bir Beyaz Kuş’ ve Omar Sy ile Charlotte Gainsbourg’un başrolleri paylaştığı Fransız yapımı ‘Samba / Hayatımın Şansı’. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
HOBBIT: BEŞ ORDUNUN SAVAŞI (17 Aralık Çarşamba)
J. R. R. Tolkien, Peter Jackson, ‘Orta Dünya’ ve Hobbit üçlemesinin son filmi! 2012 tarihli ‘The Hobbit: An Unexpected Journey / Hobbit: Beklenmedik Yolculuk’ adlı ilk halkada, büyük karizma Gandalf ve 13 cüce savaşçı, ‘Orta Dünya’nın kaderini etkileyecek zorlu macera için, sevimli Hobbit Bilbo Baggins’i ikna edip, yola düşüyorlardı. Üçlemenin ilk filmi, Bilbo Baggins kadar Gandalf için de çekilmişti sanki. ‘The Hobbit: The Desolation of Smaug / Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları’ adlı 2013 tarihli ikinci bölümde, Bilbo Baggins ve kahramanlarımız kötü ejderha Smaug ile karşı karşıya geliyordu bu kez. Peşlerinde ise onları adım adım izleyen karanlığın ordusu vardı. Bu arada, herkesten gizlediği bizim ‘ünlü’ yüzük de, Bilbo’yu adeta ele geçiriyor, kahraman Elf Legolas ve güzel Elf savaşçısı Tauriel, yeni maceraya renk katıyorlardı. İkinci bölüm, ilkine göre daha hareketleydi. ‘The Hobbit: The Battle of the Five Armies / Hobbit: Beş Ordular Savaşı’ adını taşıyan 2014 yapımı üçüncü ve son bölümün aksiyon dozu ise yine bir hayli yüksek. Neredeyse baş döndüren tempolu bir aksiyon üstelik. Son bölümde, cücelerin kralı Thorin Meşekalkan, Arkentaşı’nı ararken önemli değerlerden ödün veriyor ve maddi değerlerin etkisine girerek, manevi tarafını ve dengesini bir süre yitiriyor. Bilbo da, hayati bir seçim yapmanın eşiğinde bu arada. Karanlık ve büyük nihai saldırı için Sauran’ın Ork’ları ise çoktan yola çıkmış durumda. Cüceler, Elfler ve insanların önündeyse iki seçenek var: Ya birleşip birlikte savaşacaklar ya da hep beraber yok olacaklar. Kahramanlık, fedakarlık, özveri, hainlik, bencillik, cesaret, onur ve erdem gibi içi dolu kavramlar, duygu dolu bir aşk öyküsünün de fon olduğu, son sürat bir macerada buluşuyor bizlerle. Peter Jackson ve Guillermo del Toro yaratıcılığında, eski dostları yeniden perdede izlemek keyifli. Büyük karizmalar Ian McKellen, Ian Holm ve Christopher Lee, sevimli Hobbit’imiz Martin Freeman, Richard Armitage, Evangeline Lilly, Luke Evans, Orlando Bloom, Lee Pace ve zarif yetenek Cate Blanchett, yine bizlerle. Öyküsünün sınırları ve boyutu belli kitaptan, her bölümü yaklaşık üçer saat süren filmler çıkarmak için, aksiyona yüklenmek normal öte yandan da. Fantastik macera, titiz sanat yönetimi ve efektleri ile öne çıkıyor yine. Emek büyük. ‘Yüzüklerin Efendisi’ kadar kapsamlı ve derin bir eser olmasa da, ‘Hobbit’de vaat ettiği gösterinin karşılığını veriyor. Geçiştirilmiş, eğreti duran pek bir şey yok ortada. Sadece gerçekten, biraz daha kısa olabilirmiş diye geçiriyor insan içinden ama türün ve serinin ciddi fanatiklerini düşünerek, rahatlıkla dile gelmiyor bu tespit! Bu arada, daha önceki filmlerde altını çizmiştim ama yine belirtmek isterim: Ben bir tek ‘orta dünya’ tanırım, o da; sevgili dostumuz Özgür Yalçın’ın, Ankara, Kızılay’da bulunan sevimli, kişilikli, sıcak kafesi. ? (3 / 5)
VE PERDE
Usta sinemacı Olivier Assayas’ın, Cannes’de Altın Palmiye adayı olan yeni filmi, yaşadığımız günlerin ve zamanın hunharca eleştirisi. Her şeyi bilen, vahşi kapitalist öğretinin dolaylı sözcülüğünü yapan, küstah, buyurgan, şımarık ve ‘sözde’ entelektüel özgür birey olmanın dayanılmaz hafifliği içindeki ‘zamane’ insanına ve değerlerine uçan tekme girişen dram, son derece ustalıklı bir senaryo, yönetim ve oyunculuk içeriyor. Uluslararası tanınırlığı olan ünlü aktris Maria Enders, ‘yoğun programı’ arasında, kendisine bugünkü şöhretini getiren ‘Maloja Yılanı’ adlı sahne oyununun yazarı ve eskimeyen dostunun ölüm haberini alır. Günün başarılı ve popüler yönetmeni Klasu Disterweg ise, yirmi yıl aradan sonra, Maria’ya aynı oyunda rol almasını teklif eder. Fakat geçmişin genç Sigrid’i değil, onun intihara sürüklediği, orta yaşı geride bırakmış patronu Helena’yı canlandıracaktır usta aktris. Sansasyonel çıkışlarıyla paparazzileri peşinden koşturan genç kuşak Hollywood yıldızı Jo-Ann Ellis ise ‘Sigrid’ rolünü üstlenecektir. Maria, genç asistanı Valentine ile birlikte, yazar dostunun evine, İsviçre’de bulunan Alplerin özel bir bölgesine, Sils Maria’ya gelerek, rolü için hazırlanmaya başlar. Süregelen sakin ve aynı zamanda gürültülü günlerde, mahremiyet, kariyer, özel hayat, mesleki sıkıntılar ve zamanın ruhu sorgulanır. Juliette Binoche’un başrolde ‘döktürdüğü’ enfes dramda, diğer önemli rolleri, iki genç yıldız, ‘Twilight / Alacakaranlık’ serisiyle büyük ün yapan Kristen Stewart ve küçük yaşlardan itibaren ‘büyük oynayan’ Chloë Grace Moretz üstleniyorlar. Özellikle Kristen Stewart’ın, karşılıklı oynadığı sahnelerde, Binoche’den rol çaldığı anlar dikkat çekici. Stewart, iyi bir aktris olduğunu haykırmış adeta. Usta görüntü yönetmeni Yorick Le Saux’un kamerasıyla artı değer listesine bir çentik daha ekleyen yapım, yaşadığımız hızlı, duyarsız, yoz, yalan ve bozuk çağda, halen eski günlerdeki gibi düzgün ve o değişmez, önemli asıl değerlere saygı duyan insanların da var olduğunu, bir umut ışığı gibi usulca yansıtıyor perdeye. Olivier Assayas, 2008 tarihli o güzelim filmi ‘L´heure d´été / Yaz Saati’nde, ‘eşyalar’ üzerinden anlattığı derin ve incelikli meseleleri, bu kez canlı karakterler ve doğa manzaraları üzerinden ifade ediyor. ‘O eski zamanlar’ gibi güzel, önem arz eden, duyarlı ‘oluşlara’ saygı duruşunda bulunan son derece zarif film, yılın kuşku yok, en iyi ve önemli yapımlarından biri. Kaçırılması düşünülemez! (4,5 / 5)
ÇAPKIN PROFESÖR
Geçmişin ünlü ve ödüllü senaristi, hoyrat ‘zamana’ direnemeyip, gözden düşer. Eşinden ayrılmış ve çok sevdiği oğlunu üzün süredir görememiş olan kahramanımız, New York’a komşu bir banliyöde, kendi halinde bir devlet üniversitesindeki senaryo dersleri teklifini kabul eder ve daha sakin ve farklı bir başlangıç için Hollywood’u terk eder. İlk başlarda, yalnızca vakit doldurmak için okula giden ve sınıfını oluştururken tek kıstası, güzel ve çekici öğrenciler olan çiçeği burnunda öğretmen, kısa süre içinde, hayatın başka bir yerde olduğunu keşfeder! ‘Two Weeks Notice / Aşka İki Hafta’, ‘Music and Lyrics / Söz ve Müzik’ ve Did You Hear About The Morgans / Morganlar Nerede? Adlı Hugh Grant’lı Romantik komedilerden anımsayacağınız senarist-yönetmen Marc Lawrence’ın yazıp yönettiği filmde, başrolü, yine Hugh Grant üstlenmiş. Karizmatik İngiliz aktöre eşlik eden isimlerse, yıllandıkça değer kazanan şarap özelliğini yitirmeyen Marisa Tomei ile usta aktör J.K. Simmons ve Allison Janney. Hafif ve uçucu görünümünün sizi yanıltmaması gereken, son derece incelikli bir romantik komedi orijinal adıyla ‘The Rewrite’. ‘Yeniden yazmak’ mealinin, nasıl olup ta, ‘ucuz ve kolaycı’ bir ‘çapkın profesör’ durumuna dönüştüğü düşündürücü ama perdede duran sımsıcak yapımın, kendinizi iyi hissedeceğiniz, gerçekten gayet hoş bir film olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu yanlış isim hamlesi! Yaşadığımız hızlı tüketim çağının çılgınlığını unutmadan, yine de enseyi karartmamak gerçeği son tahlilde elimizde kalan. İnsandan ve sevgiden umudu kesmemek gerçeği. Kasılmayan, öyle büyük harfli şeyleri bağırmadan fısıldayan, sınırlarını ve etki alanını bilen, yalın, hakiki ve numarasız öykü, sıcaklığına sokulacağınız eski sevgili gibi ‘narin ve kırılgan’ öte yandan! (3,5 / 5)
GİTTİLER: SAİR VE MEÇHUL
2011 tarihli İlk filmi ‘Lüks Otel’ ile Antalya Altın Portakal’dan ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ ödülü ile dönen ve filmiyle en iyi müzik dalında Behlül Dal Jüri Özel Ödülü’nü elde eden Kenan Korkmaz, ikinci uzun metraj yapımında, yönetmenlik ve senaristliğin yanı sıra, görüntü yönetmenliği ve kurguyu da yine bizzat üstleniyor. Süryanilerin yaşadığı bir köydeki aile üzerinden gitmek, dönmek ve kalmanın yürekte açtığı yaralar. Baskılar ve yaşananlar sonucu iki kardeşten biri köyü terk etmiş, diğeri babasının yanında kalmıştır. İkisi de aldıkları kararı sorgulamaktadırlar. Özgürlüğe ve mutluluğa ulaşmak, koca bir duvar ve engele çarpmakla son bulur her seferinde. İki bölüm halinde ilerliyor öykü. İlk bölüm, Midyat’ın Gülgöze köyünde geçiyor. İkinci bölümde ise, İsveç’e uzanıyoruz. Köyde kalan, göçmemiş Süryanilerin yaşadığı ‘yalnızlık’ duygusu, göçenlerin ruhunda da yer buluyor kendine. Nefret, yoksunluk, çaresizlik, pişmanlık, öfke, umut ve düş gibi kavramları gayet gerçek işleyen yapım, uzunluğu, savruk hali ve özellikle ikinci bölümde, ilk bölümün ağırlığı ve hissiyatını elden kaçıran yapısıyla, eksi haneleri işaretliyorsa da, ele aldığı meselenin içeriği, yaklaşımı ve ustalıklı biçimiyle –ki görüntü yönetimi önemli- ilgiyi hak ediyor. Önemli rolleri, Savaş Özdemir, Yuhannun Akay, Ruhi Sarı ve Selin Köseoğlu’nun üstlendikleri dram, sanki ilk bölümde yer alan Gülgöze köyü görüntüleriyle sürüp, sona erseymiş, çok daha derin bir etki yaratabilirmiş zihinde. (2,5 / 5) MURAT ERŞAHİN