Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

18 ŞUBAT 2022

17 Şubat 2022 Perşembe 21:07
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!  
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. İki yıla yakın zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık! 
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi. Klasik film önerilerine devam edeceğiz! 2022 hepimize önce sağlık getirsin. Gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Lola
(Yönetmen: Jacques Demy / 1961)

M - Eine Stadt sucht einen Mörder / Bir Şehir Katilini Arıyor
(Yönetmen: Fritz Lang / 1931)

Ikiru / Yaşamak
(Yönetmen: Akira Kurosawa / 1952)

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb / Garip Doktor
(Yönetmen: Stanley Kubrick / 1964)

Sunset Blvd. / Sunset Bulvarı
(Yönetmen: Billy Wilder / 1950)

 

Vizyonda bu hafta (18 Şubat 2022)

Üçü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor 18 Şubat haftası!

Cannes’den ‘Büyük Ödül’le dönen ‘Hytti nro 6 / 6 Numaralı Kompartıman’ ve yine soğuktan gelen korku-gerilim ‘Let it Snow / Ölümcül Snowboard’ notlarımız arasında!


6 NUMARALI KOMPARTIMAN

-Sahicilik üzerine-

‘Olli Mäki’nin En Mutlu Günü’ ile tanıdığımız Juho Kuosmanen imzalı yaman film Cannes’de ‘Büyük Ödül’ü elde etmiş romantik bir dram! Yol filmi görünümünde hayatın kenar süsleri üzerine zarif bir anlatı çekmiş Kuosmanen. Sahici ve sıcacık! Kuzey kutup dairesine doğru yol alırken soğuk, kar ve buzu yürekte ısıtıp, eriten öykü, ilk başta birbirlerinden haz etmeyen iki yabancının aynı kompartımanı paylaşıp yakınlaşması üzerine.
SSCB yeni dağılmış. 90’lı yılların başı. Kapitalist düzene atılan ilk adımlar. Tedirgin edici bir ruh üşümesi eşlik ediyor insanlara… Finlandiyalı arkeoloji öğrencisi Laura ile Rus maden işçisi Ljoha, birbirlerinden her bakımdan farklı iki insan aynı vagonda, önyargılarını, zaaflarını ve alışkanlıklarını bir yana bırakıp bağlanırlar. Sevgiyle, dostlukla, samimiyetle… Özveri ve vicdan, anlayış, duyarlılık ve kader… Moskova’dan, Murmansk’a uzanan tren yolu… Rosa Liksom’un romanından uyarlanan yapımda başrolleri Seidi Haarla ve Yuriy Borisov gayet nüanslı performanslarla paylaşıyorlar. Ciddi ve prensip sahibi tren kondüktörü, Ljoha’nın yakını yaşlı kadın, filmin zihne takılan diğer iki karakteri. 
Hayatta gittiğin yerler, sana sunulanlar, arayış, kabulleniş, önüne çıkan tesadüfler, onlara karşı hassas olup olmama durumun ve yaşadığın ‘şeyler’… Olanca anlamıyla yoksunluk ve her şeyin üstünü kapayan iyilik. Önem verdiklerin için yaptıkların. Fedakârlıklar örneğin. Dokunabilmek. İçselleştirmek. Gerçekten birine önem vermek sonra. Vermek gibi yapmak değil; vermek… Bunu, karşındakine göstermek. Sevmenin ham ve yalın hali. Ajite edilmeyen duygusallık. 
Hiçbir fazlalık içermeyen diyalogları, atmosferi, gidişatı ve oyunculuğuyla yılın en iyilerinden biri ‘6 Numaralı Kompartıman’! Umduklarından öte yazgının tuhaf, şefkatli ve şenlikli oyunlarından birine denk gelmek. Kırılgan karakterlerin, örselenmiş acemi ruhların birbirini bulma ve sevmeye başlama filmi duruyor perdede. Sadece yemek vagonlarının büyüsü ve çok değerli anısı hatırına izlenmesi gerekli, hasret kaldığımız bir ‘hakiki insan’ öyküsü. (4,5 / 5)


ÖLÜMCÜL SNOWBOARD

-Beyaz, soğuk ölüm-

İki ABD’li genç, snowboard yapmak için geldikleri Gürcistan dağlarında peşlerine takılan maskeli, gizemli ve kararlı bir katilin hedefi haline gelirler. Kış tatili kanlı bir can pazarına dönüşecektir!
Ukraynalı yönetmen Stanislav Kapralov’un yönettiği korku-gerilimde başrolü, Ukraynalı genç aktris Ivanno Sakhno üstlenmiş. Alex Hafner ve Tinatin Dalakishvili, Sakhno’nun rol arkadaşları… Senaryoda dikkat çeken ‘ABD eyaleti Georgia değil, ülke Georgia’ diyaloğu; ‘yabancılaşma’ ile başlayan sonsuz beyazlık içinde geçen ‘karanlık’ saatlerin, tanıdık bir hal almasına dek ilginç biçimde ilerliyor. 
Acı yüklü bir intikam öyküsünün yeni kurbanları olacak çiftin ilişkileri etrafında dönüp, kayak pistindeki doğal ve zorlu sahnelerde sağlam kamera hareketleri ile hayatta kalma mücadelesini anlatan film, yolundan asla sapmadığı ikiz formüllerle benzer Hollywood örneklerinden ayrılmasa da, içerdiği duygusal durum ve farklı, ‘kırılgan’ dokusuyla öne çıkıyor. Slav ve Kafkasya topraklarından, doğanın içinden, karla kaplı sonsuz beyazın tam ortasından ürkütücü bir hikâye sunan Ukrayna-Gürcistan-İspanya-ABD ortak yapımı, fazla bir şey beklemeden pekâlâ ilgiyle izletiyor kendini. (3 / 5)

 

Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak… 

İngiltere’den gelen korku-gerilim ‘Liar / Şeytanın İni’, Adam Ethan Crow imzası taşıyor. Doğa üstü unsurların tetiklediğinden şüphelenilen bir cinayet etrafında gelişen olayları konu edinen öyküde başlıca rolleri Anya Newall, Oded Fehr ve Alexandra Gilbreath üstleniyorlar.
‘Hollywoodtürke / Hollywood’lu Türk’, Almanya’dan… Murat Ünal’ın yazıp yönettiği ve başrolü üstlendiği romantik komedide diğer önemli rollerde Jennifer Bischof ve İlkan Aydın’ı izliyoruz. 
Belçika-Fransa ortak yapımı animasyon ‘Samsam’, özellikle küçük yaştaki izleyiciyi hedef alıyor! Sevimli animasyonun yönetmen koltuğundaki isim Tanguy de Kermel.
Alper Mestçi’nin yönettiği korku türündeki ‘Mahlûkat’, Mardin’de yaşanmış gerçek bir korku vakasını taşıyor perdeye. Adnan Koç ve Seda Oğuz, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Erkan Nurhan’ın yönettiği komedi türündeki ‘Olmadı Kaçarız’, sosyal medya fenomeni iki yakın arkadaşın öyküsü. Aykut Elmas, Halil İbrahim Göker ve Ezgi Gizem başlıca rolleri paylaşıyorlar. 
Ali Doğançay imzası taşıyan polisiye komedi, ‘Soygun Oyunu: Büyük Vurgun’, okul hayatının ardından kendi ayakları üzerinde durmak isteyen iki dostun başından geçen bir hikâye. Burak Sevinç, Sercan Badur, Selim Bayraktar ve Bülent Alkış, kadroda yer alan oyuncular.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! 

İyi seyirler herkese.


TARİHTE BU HAFTA

On bir yıl önceye, 2011 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.


Vizyonda bu hafta (18 Şubat 2011)

18 Şubat haftası, beş yeni filme ev sahipliği yapıyor. Basın gösteriminde izleyemediğim ‘Çalgı Çengi’ adlı yerli komedi filmi haricinde, haftanın diğer yapımları notlarımız arasında. İyi seyirler!

ZORAKİ KRAL
Problem büyük. Kral konuşamıyor… Çocukluğundan beri süregelen bir kekemelik sorunu var. Aslında büyük bir kendine güve sorunu var ortada. Konuşma terapisti Lionel Louge giriyor devreye. Savaşın eşiğinde olan ülkenin acilen bir lidere, güçlü, kendine güvenen, itimat veren bir sese ihtiyacı var çünkü… Kral 5. George’un ölümünün ardından tahta geçen Edward, sevdiği kadın nedeniyle tahttan feragat edince, 6. George’a, Bertie’ye düşüyor sorumluluk. Bütün bir krallığın yükünü omuzlarında hisseden Bertie içinse en zoru, gerekli sözcüklerin ağzından dökülmesi… Aslında bir kral ve konuşma terapistinin öyküsünden çok, farklı sınıflardan gelen iki kişinin dostluğu perdeye yansıyan; Bertie ve Lionel’in. Zor zamanlarda tanışıp, gerçek bir dostluğa imza atan iki insanın. Zor günlerin yaşandığı, faşizmin ayak seslerinin çok yakından duyulduğu günlerde, kendine güvenmek ve kim olduğunu anımsamak üzerine sıcak bir dostluk, dayanışma öyküsü anlatıyor ‘The King’s Speech / Zoraki Kral’. Leeds United’ın teknik patronu Brian Clough’un hikâyesini ele alan ‘The Damned United’ filminden tanıdığımız Tobe Hooper’ın yönettiği ‘Zoraki Kral’, yine yaşanmış, gerçek olaylara dayalı farklı, samimi ve insani yaklaşımı ile dikkat çekiyor. 12 dalda Oscar adayı olan filmde Colin Firth ve Geoffrey Rush, karşılıklı döktürürlerken, hemen her rolü giyinebilen Helena Bonham Carter, ağırbaşlı bir ustalıkla eşlik ediyor meslektaşlarına. Nicholas Hytner’ın 3. George’un öyküsünü ve dönemin ruhunu mercek altına aldığı ‘The Madness of King George / Kral George’un Deliliği’ geliyor aklına insanın filmin ardından. Üç George öncesinden, başka bir öykü, başka bir dönem, başka bir mesele ve başka bir bakış kraliyete… 

127 SAAT
Danny Boyle ve beyazperde için mütevazı ama düzgün bir adım. Neredeyse bütün filmi tek bir mekânda, bir kanyon yarığında geçiyor Boyle’un. Aron Ralston isimli doğa aşığı maceracı bir mühendisin otobiyografik kitabından uyarlanmış dramatik macera. Keşif ve doğa meraklısı Aron, kimseye haber vermeden bir hafta sonu Utah eyaletinde bulunan bir kanyona tırmanmaya gider. Bir aksilik sonucu düşer ve sağ kolu, yerinden oynayan kocaman bir kayayla kanyon duvarı arasına sıkışır. Yakınından kimsenin geçmediği, bir dehlizi andıran daracık bir yarığın içinde azıcık su, gıda ve yetersiz malzemeyle mahsur kalan genç adam, filme adını veren saatler boyunca zorlu bir yaşam mücadelesinde bulur kendini. 2009’da sekiz Oscar kazandığı ‘Slumdog Millionaire / Milyoner’in ardından, bu yıl da altı dalda Oscar için yarıştığı filminde, gerçek ve sarsıcı bir öyküyü, reklam filmi estetiğiyle buluşturuyor bizimle Boyle. İşin aslı, zor bir işe soyunmuş tecrübeli sinemacı. Yaşamın gücü, doğanın karşı konması neredeyse imkânsız gücüyle savaşıyor filmde. Belki de en güçlü olanın insan iradesi ve yaşama arzusu olduğunu söyleyen yapım, doğa ve insanın ayrılmaz bütünlüğüne de değiniyor. Ne yaptığını bilen, disiplinli bir doğa aşığı ve maceraperestin, genç bir insanın; ölümle burun buruna geldiği anlarda, sadece adına yaşamak dediğimiz o en büyük dürtü ile elindeki ve ruhundaki her şeyi kullanarak yaşama nasıl tutunduğunun filmi ‘127 Saat’. Bizi hayata bağlayan şeylerin, insanların, sevginin örneğin ve en ufak nüansların ne denli önemli olduğunu basit, sade ve oldukça gerçek biçimde ortaya koyuyor Boyle. Gelecekte göreceğimiz güzel günler, bizim sayemizde hayata gözünü açacak insanlar, yapacağımız işler, ideallerimiz, umutlarımızdır bizi yaşatan diyor. En korunaksız, en hassas buna karşılık belki de güçlü makine olan insanın yaşam arzusunun resmi duruyor perdede. Ölümle yaşam arasındaki o incecik çizgide, kimi zaman halüsinasyon, kimi zaman umut, kimi zaman gerçeğin buz yüzü ve kimi zaman da bir düş dünyasında karşılaşılan görüntülerle örmüş filmi usta İngiliz yönetmen. Bazı anlar bize bir reklam estetiğiyle sunduğu planlar, ölümle yaşam arasındaki hayal dünyanın resimlerini oluşturuyor. James Franco’nun tek başına döktürdüğü film, her rolün adamı olduğunu kanıtlıyor aktörün.

YEŞİL YABAN ARISI
Rafine ve entelektüel sinemacı Michel Gondry, bir süper kahraman filmi çekerse ne olur? Fransızın bu soruya yanıtı; ‘janr’ın bildik klişelerini kırmakla başlıyor. 1936’ya uzanan bir geçmişi var ‘Yeşil Yaban Arısı’nın. Bir radyo şovu olarak doğan yapım, daha sonra çizgi romana, oradan da TV dizisine ve serinin birleştirilen bölümleriyle bir sinema filmine dönüşmüş. Amerikalıların sevdiği kahramanlar söz konusu yani: Yeşil Yaban Arısı ve yardımcısı Kato… Geçmişte, ‘Kato’ya hayat veren ismin Bruce Lee olduğunu düşünürsek, karakterlerin ağırlığını da özetlemiş oluruz. Kato’nun yıllar içinde, Pembe Panter serisinde Müfettiş Clouseau’nun kendisine beklenmedik tuzaklar kuran yardımcısına ilham kaynağı olduğunu da önemle belirtelim. Gondry’nin aksiyon-komedisine senarist olarak da katkı veren Seth Rogen’i başrolde izliyoruz. Tayvan’lı ünlü şarkıcı Jay Chou, hafif göbekli kahramanın rol arkadaşı. Aslında ters yüz edilmiş bir kahraman işbirliği söz konusu filmde. Kato, yani yardımcı karakter, kahramanlığın emek ve aksiyon bölümünü sırtlamış. ‘Yeşil Yaban Arısı / Green Hornet’ ise; otuz küsur yaşına dek elini, sıcak sudan soğuk suya sokmamış olan Britt Reid, yani bir aksiyon kahramanı olmanın epey ötesinde duran Seth Rogen. Ekibin saç ayağını oluşturan olgun güzel ‘Lenore Case’de Cameron Diaz ve ‘Inglourious Basterds’ın Oscar’lı aktörü Avusturyalı Christoph Waltz, çok şey katmışlar projeye. Usta aktörler Tom Wilkinson, Edward James Olmos ve konuk oyuncu olarak eklemlenen Edward Furlong ve James Franco’yu da unutmamalı tabii. Olay örgüsünün ele alınışı, mitlere olan genel yaklaşım ve karakter durumlarını işin içine katarsak, ters yüz bir kahramanlık filminden kolaylıkla bahsedebiliriz. Zeki göndermeler, temiz işçilik ve eleştirel mizah, hoş ve komik bir izlence sunuyor bizlere. Üç boyut durumu ise çok lüzumlu mu bilinmez; sanırım popüler bir pazarlama stratejisi.  

SİNYORA ENRICA İLE İTALYAN OLMAK
47. Altın Portakal jürisi, ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü, ‘Sinyora Enrica İle İtalyan Olmak’ filmindeki rolüyle 1938 doğumlu ünlü İtalyan aktris Claudia Cardinale’ye vermişti. Bir dönemin efsane kadınlarından Cardinale’yi onurlandırayım derken, gözünün önündeki birçok kadın oyuncuyu görmemişti jüri. ‘Saç’taki incelikli performansıyla Nazan Kesal, ‘Atlıkarınca’ ile Nergis Öztürk ve ‘Kavşak’la Sezin Akbaşoğulları pekâlâ kazanabilirlerdi bu ödülü. Cardinale biraz fantezi kaçtı, gereksiz bir üçüncü dünya tadı vererekten. Bir de ödülün ardından kurulan telefon bağlantısı… ‘Kamera nerede’ diye sormak geldi içimden. Yok hayır, kesin bir kamera şakasıydı sanki her şey. Sunucu Ebru Akel, mikrofonu cep telefonuna yaklaştırıp, Cardinale’nin kelimeleri ve duygularına tanıklık etmemizi istedi sanırım fakat sahnedeki görüntü, kara komedi tadında bir plan sekans olarak kazındı zihnime. Nereden bilebilirdik öte yandan işletilmediğimizi. Telefondan gelen ses; pronto pronto derken, ‘Sinyora Enrica ile rezil olmak’ durumu yaşandı bir süre… Gecenin anısı yüzünden filmi ötelemeyelim. Ali İlhan’ın yönettiği komedi-dram, ‘olmamış bir iş olmuş’. Bir kısmı İtalya’da geçen yapımda İsmail Hacıoğlu’nun çabası da filmi kurtaramıyor. Gerçek olmayan, olamayan bir hâli var filmin. Zorlama oluşlar, özenti planlar, iddialı bir resmi etkileyiciliği en düşük biçimde yansıtmış perdeye. Zorla yaratılmış duygusal durumlar, aynı birer yama gibi filme eklenmiş ‘erotik’, ‘duyarlı’ ve ‘eğlenceli olmaya çalışan’ anlar gibi. ‘Gibi gibi’, parça parça, bölük pörçük, ‘ruhu olmayan’ bir film perdedeki. Ayaklarının yere basması, gerçek görünmesi ve etkilemesi için yeni bir kurgudan çok daha fazlasına ihtiyacı var.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar